“Haftanın ilk
günü yapılacak iş mi bu şimdi” denebilir ama ister istemez biraz teorik
meselelere girmek gerekiyor. Zira, sosyalizmin acil bir gereklilik ve mümkün
olduğunu söylediğimiz bu günlerde siyasal ve teorik boyutlarıyla bir sosyalizm
tartışması ha açıldı ha açılacak gibi...
Bunun ilk işaretlerini Cemil Bayık vermişti. Ardından
Taner Akçam, Taraf’taki köşesinde geçtiğimiz ay aynı noktadan devam etti.
HDP’nin oluşum sürecinden bahsederken, Akçam, BDP’ye “eklemlenen” ve
“vitrindeki” sosyalistlerin işe yaramazlığından dem vuruyor, bir proje olarak
sosyalizmin “Batı’daki seçmen kitlesine vaat edebileceği herhangi bir şey yok”
diyor ve bu anlamda Cemil Bayık’ın “marjinal” çıkışına kendince destek
veriyordu (Taraf, 26 Ağustos 2014).
Arada sosyalizmin güncelliğini sorgulamaya açan ufak
tefek çıkışlar da oldu...
Son olarak dün Özgür Gündem’in Forum köşesinde
‘Sosyalizm kavramı “demokratik özerklik” kavramından geri bir kavramdır’
başlıklı Cengiz Baysoy imzalı bir yazı yayımlandı. “Türkiye solu çürüyen sosyalizm
deneyimleri ile hesaplaşamadı” gibi temcit pilavlarını başlangıç noktası olarak
alıyor olsa da bu yazı üzerine kısaca bir şeyler söylemek gerekiyor.
Baysoy’un yazısının temel meselesini ve iddiasını şu
oluşturuyor: “Rojava Devrimi”ne ve Kürt Siyasal Hareketi’ne (KSH) dönük sınıf
temelli ve sosyalizm eksenli eleştiriler ile üretim ve özellikle mülkiyet
ilişkileri üzerinden yapılacak sorgulama girişimleri yanlıştır. Yanlıştır zira,
sosyalizm demokratik özerklikten geri bir kavram ve pratiktir.
Baysoy, bu tezini gerekçelendirmek için Marx’a
başvuruyor ve diyor ki: Marx’ta ücretli emek ile sermaye arasında bir koşutluk
vardır. Sermayenin ortadan kaldırılması ücretli emeğin reddidir. Dolayısıyla
mülkiyet ilişkileri ile ücretli emeğin reddi arasında doğrudan ilişki
mevcuttur. Oysa, sosyalizmde devlet mülkiyeti vardır ve ücretli emek varlığını
sürdürmektedir. Sosyalizm liberal ekonominin değer teorisinden kopamamıştır.
Ücretli emeğin tasfiyesi politik bir süreç değil, ekonomi politik bir erektir.
Bu nedenlerle sosyalizm denen şey aslında bir devlet kapitalizmidir.
Özgünlük sıfır ama yine de yazmak gerekiyor...
Öncelikle şunu söylemekte fayda var: Marksizmi
Marx’tan ibaret saymak ve aslında pek de sempati duyulmasa da Marx’ı
marksistlerin karşısına dikmeye çalışmak çok eskiden beri girişilen bir ayak
oyunu... Engels’e dahi benzer çalımlar atılmaya çalışıldıysa, varın gerisini
siz düşünün... Lenin’in Kautsky tarafından üzerinde Marx yazılı kalın bir sopa
ile dövülmeye çalışılması da yine benzer bir durumdu.
Söylenmesinde fayda olan bir diğer nokta ise şudur:
Burada da perde arkasında devam eden kavga, esasen Lenin’le olan kavgadır.
Zira, sosyalizm kavramının günümüzdeki içeriği ile “komünizmin alt aşaması”
anlamında kullanımı Lenin’e aittir. Buna ek olarak, işçi-sınıfı devletinin
kamulaştırma yoluyla kapitalist sınıfı mülksüzleştirmesi meselesini toplumsal
mülkiyet olarak nitelendiren de yine Lenin’dir.
Devam edelim... Baysoy’un “politik süreç” ve “ekonomi politik erek” ayrımına gelelim.
Baysoy, perde arkasında Lenin’i pataklamak için her ne
kadar Marx’ı yardıma çağırsa da bu ayrım, esasen marksizmin iktisadî
indirgemeci olduğu bu nedenle liberalizmle kardeş olduğu doğrultusundaki
anarşist ve yeni-Malthusçu (Wallersteinci) tezlerin kırmasından başka bir şey değildir.
Oysa bu yaklaşım, defaten pek çok marksist tarafından
gösterildiği üzere son derece temelsizdir.
Sosyalizmde ücretli emek meselesi daha öncesinde pek
çok marksist tarafından ele alınmış bir tartışmadır. O nedenle bunu geçiyorum.
Baysoy’un yaptığı gibi tek satırda geçiştirilecek bir sorun olmadığı için...
Ancak sosyalizmin siyasal iktisadı üzerine bir iki söz söylemek de gerekiyor.
Sosyalizmin ve sosyalist iktisadın kuruluşu, tarihsel,
toplumsal ve siyasal bir sorundur. Zira öncelikli olarak siyasal iktidarın
alınması ile bir ilgilidir. Birinci nokta budur. İkincisi, sosyalist kuruluş
kapitalist toplumun yasallıklarının ortadan kaldırıldığı bir süreçtir. Yani
kapitalist yasallıkların ortadan kaldırılması, bugünden yarına gerçekleşmez ve
sınıflar mücadelesinin konusudur. Sosyalizmin ve onun iktisadi temelinin
kuruluşu ve komünizme geçiş bu nedenle özünde politik bir sorundur.
Buradaki temel sıkıntı, marksist “klasikleri” kendi
indirgemeci gözlükleriyle okumuş olanların sınıf mücadelesi kavramsallaştımasını
kapitalistlerle işçilerin fabrika avlusunda yağlı güreşe tutuşması olarak
kavramasından kaynaklanmaktadır. Oysa sınıf mücadelesi kavramsallaştırması
oldukça incelikli bir okumayı gerektirmektedir.
Marksizmde temel (altyapı), üstyapıyı ve dolayısıyla
üstyapı içinden, Engels’in deyişiyle, kendisine en yakın öğe olan siyaseti
belirler. Sınıflar mücadelesi, bu noktada devreye girer. Sınıflar mücadelesi,
konusu itibariyle ve biçimsel olarak iktisadi alana uzansa da, bu kavramı
iktisadi alanla sınırlamak mümkün değildir. Tersi, kapitalizmde ve kapitalizmin
tasfiyesi sürecinde iktisadî alanla siyaset arasındaki ayrımın biçimsel
olduğunun anlaşılamamasından doğan bir yanılgıdır. Bu yanılgı, temel-üstyapı
ilişkisinin kavranamamasına neden olmaktadır. Bu ayrımın özsel olmasının önüne
sınıflar mücadelesinin siyasî olması geçer. Sınıf mücadelesi, Marx’ın
kullandığı metafor ile söyleyecek olursam, “tarihin motoru” başka boyutları ve
sonuçları olmakla birlikte esas olarak siyaset ile iktisadi alan arasındaki
süreklilik içinde “işlemektedir”. Sınıf mücadelesinin çok özel bir epizodu olan
ve tarihsel ilerlemenin nirengi noktasını oluşturan devrimler bu nedenle esas
olarak siyasal iktidar sorunu etrafında şekillenir. Özet olarak, sınıflar
mücadelesi temel ile üstyapı ve özel olarak siyaset arasındaki ilişkilenmeyi
sağlayan esas mekanizmadır.
Son olarak sosyalizmin siyasal iktisadı konusunda şunu
söylemek gerekir: Sosyalist kuruluş süreci kapitalizmin kuru bir reddiyesi,
basit anlamda “değil”i değildir. Stalin’in herhalde teorik anlamda en mühim
katkısı olan ve sosyalist kuruluş sürecinin gerekliliklerini ve tarihsel
dinamiklerini hesaba katılması gereğini vurgulayan ve bu süreci öncü iradenin
müdahalelerine ve tercihlerine açık hale getiren ama aynı zamanda bunu nesnel gelişmelerle
koşutlayan sosyalizmde “ekonominin uyumlu gelişmesi” vurgusu burada
hatırlanmalıdır.
Bu tartışmaların tamamından kaçarak, Baysoy’un
“ücret”e değil “elbirliği”ne dayalı, ekonomi politik değil etik-politik (!)
olan ve kuru bir sosyalizm eleştirisine dayanan demokratik özerklik
güzellemesinin altı bomboştur. Baysoy, bu boşluğu ne kadar “iletişimsellik”,
“duygulanımsallık”, “komünalizm” gibi afilli kavramlarla dekore ederse etsin,
durum budur.
Dolayısıyla,
1. Baysoy’un bir cümlede el çabukluğu ile geçiştirdiği
meseleler marksizmde uzun tartışmaların konusudur. Baysoy, cesaretle bu
tartışmalara girmeyecekse, hiç girmemelidir. Baysoy’un attığı “Tony Cliff
yoldaş demokratik özerklik kavgamızda yaşıyor” sloganları yetmiyor ve yetmez.
2. Baysoy, Rojava deneyiminin “komünizm” ideali
açısından önemini vurgulamak için eleştiri nesnesi olarak diğer eşitlikçi
toplum tahayyüllerini değil, eşitsizliğin kaynağını seçmelidir. Sosyalizmin
değersizleşmesi Rojava deneyiminin kıymetini kendiliğinden artırmaz.
3. Baysoy, argümanını nesnel verilerle
desteklemelidir. Bu tartışmada tek bir nesnel veri yoktur. Rojava’da insanlığın
evrensel kurtuluşu için atıldığı iddia edilen adımlar özenli bir teorik ve
siyasal çerçeve içinde, soğukkanlı biçimde sunulmalıdır. Bu herkesin
yararınadır. Bu söylenenler Rojava’da yaşananların tarihsel ve güncel
kıymetinden bağımsızdır.
4. Baysoy, sosyalizmle ve onun güya var olan
boşlukları ile kavga etmeden evvel kendi kavram setini netleştirmelidir.
Demokratik özerklikten ne anladığını anlatmalıdır. “Sosyalizm çok kötü,
demokratik özerlik pek şahane” ciddi tartışmalarda argüman olarak kabul
edilmemektedir.
5. Bir fikir tartışmasına girerken, Baysoy, meydanın
boş olmadığını bilmelidir. Türkiye’de sosyalizmi güçlü bir siyasal alternatif
haline getirecek siyasal ve teorik birikim mevcuttur.
Cengiz BAYSOY'un yazısı için bkz.