20 Mayıs 2015 Çarşamba

"DEMOKRATİK ÖZERKLİK" TARTIŞMALARI II (Cengiz BAYSOY'a Yanıtlar): Aytek Soner ALPAN- 'Yaşasın Rojava, kahrolsun sosyalizm'

'Yaşasın Rojava, Kahrolsun Sosyalizm'

 “Haftanın ilk günü yapılacak iş mi bu şimdi” denebilir ama ister istemez biraz teorik meselelere girmek gerekiyor. Zira, sosyalizmin acil bir gereklilik ve mümkün olduğunu söylediğimiz bu günlerde siyasal ve teorik boyutlarıyla bir sosyalizm tartışması ha açıldı ha açılacak gibi...
Bunun ilk işaretlerini Cemil Bayık vermişti. Ardından Taner Akçam, Taraf’taki köşesinde geçtiğimiz ay aynı noktadan devam etti. HDP’nin oluşum sürecinden bahsederken, Akçam, BDP’ye “eklemlenen” ve “vitrindeki” sosyalistlerin işe yaramazlığından dem vuruyor, bir proje olarak sosyalizmin “Batı’daki seçmen kitlesine vaat edebileceği herhangi bir şey yok” diyor ve bu anlamda Cemil Bayık’ın “marjinal” çıkışına kendince destek veriyordu (Taraf, 26 Ağustos 2014).

Arada sosyalizmin güncelliğini sorgulamaya açan ufak tefek çıkışlar da oldu...
Son olarak dün Özgür Gündem’in Forum köşesinde ‘Sosyalizm kavramı “demokratik özerklik” kavramından geri bir kavramdır’ başlıklı Cengiz Baysoy imzalı bir yazı yayımlandı. “Türkiye solu çürüyen sosyalizm deneyimleri ile hesaplaşamadı” gibi temcit pilavlarını başlangıç noktası olarak alıyor olsa da bu yazı üzerine kısaca bir şeyler söylemek gerekiyor.

Baysoy’un yazısının temel meselesini ve iddiasını şu oluşturuyor: “Rojava Devrimi”ne ve Kürt Siyasal Hareketi’ne (KSH) dönük sınıf temelli ve sosyalizm eksenli eleştiriler ile üretim ve özellikle mülkiyet ilişkileri üzerinden yapılacak sorgulama girişimleri yanlıştır. Yanlıştır zira, sosyalizm demokratik özerklikten geri bir kavram ve pratiktir.
Baysoy, bu tezini gerekçelendirmek için Marx’a başvuruyor ve diyor ki: Marx’ta ücretli emek ile sermaye arasında bir koşutluk vardır. Sermayenin ortadan kaldırılması ücretli emeğin reddidir. Dolayısıyla mülkiyet ilişkileri ile ücretli emeğin reddi arasında doğrudan ilişki mevcuttur. Oysa, sosyalizmde devlet mülkiyeti vardır ve ücretli emek varlığını sürdürmektedir. Sosyalizm liberal ekonominin değer teorisinden kopamamıştır. Ücretli emeğin tasfiyesi politik bir süreç değil, ekonomi politik bir erektir. Bu nedenlerle sosyalizm denen şey aslında bir devlet kapitalizmidir.
Özgünlük sıfır ama yine de yazmak gerekiyor...
Öncelikle şunu söylemekte fayda var: Marksizmi Marx’tan ibaret saymak ve aslında pek de sempati duyulmasa da Marx’ı marksistlerin karşısına dikmeye çalışmak çok eskiden beri girişilen bir ayak oyunu... Engels’e dahi benzer çalımlar atılmaya çalışıldıysa, varın gerisini siz düşünün... Lenin’in Kautsky tarafından üzerinde Marx yazılı kalın bir sopa ile dövülmeye çalışılması da yine benzer bir durumdu.

Söylenmesinde fayda olan bir diğer nokta ise şudur: Burada da perde arkasında devam eden kavga, esasen Lenin’le olan kavgadır. Zira, sosyalizm kavramının günümüzdeki içeriği ile “komünizmin alt aşaması” anlamında kullanımı Lenin’e aittir. Buna ek olarak, işçi-sınıfı devletinin kamulaştırma yoluyla kapitalist sınıfı mülksüzleştirmesi meselesini toplumsal mülkiyet olarak nitelendiren de yine Lenin’dir.
Devam edelim...

Baysoy’un “politik süreç” ve “ekonomi politik erek” ayrımına gelelim.

Baysoy, perde arkasında Lenin’i pataklamak için her ne kadar Marx’ı yardıma çağırsa da bu ayrım, esasen marksizmin iktisadî indirgemeci olduğu bu nedenle liberalizmle kardeş olduğu doğrultusundaki anarşist ve yeni-Malthusçu (Wallersteinci) tezlerin kırmasından başka bir şey değildir.
Oysa bu yaklaşım, defaten pek çok marksist tarafından gösterildiği üzere son derece temelsizdir.

Sosyalizmde ücretli emek meselesi daha öncesinde pek çok marksist tarafından ele alınmış bir tartışmadır. O nedenle bunu geçiyorum. Baysoy’un yaptığı gibi tek satırda geçiştirilecek bir sorun olmadığı için... Ancak sosyalizmin siyasal iktisadı üzerine bir iki söz söylemek de gerekiyor.
Sosyalizmin ve sosyalist iktisadın kuruluşu, tarihsel, toplumsal ve siyasal bir sorundur. Zira öncelikli olarak siyasal iktidarın alınması ile bir ilgilidir. Birinci nokta budur. İkincisi, sosyalist kuruluş kapitalist toplumun yasallıklarının ortadan kaldırıldığı bir süreçtir. Yani kapitalist yasallıkların ortadan kaldırılması, bugünden yarına gerçekleşmez ve sınıflar mücadelesinin konusudur. Sosyalizmin ve onun iktisadi temelinin kuruluşu ve komünizme geçiş bu nedenle özünde politik bir sorundur.

Buradaki temel sıkıntı, marksist “klasikleri” kendi indirgemeci gözlükleriyle okumuş olanların sınıf mücadelesi kavramsallaştımasını kapitalistlerle işçilerin fabrika avlusunda yağlı güreşe tutuşması olarak kavramasından kaynaklanmaktadır. Oysa sınıf mücadelesi kavramsallaştırması oldukça incelikli bir okumayı gerektirmektedir.
Marksizmde temel (altyapı), üstyapıyı ve dolayısıyla üstyapı içinden, Engels’in deyişiyle, kendisine en yakın öğe olan siyaseti belirler. Sınıflar mücadelesi, bu noktada devreye girer. Sınıflar mücadelesi, konusu itibariyle ve biçimsel olarak iktisadi alana uzansa da, bu kavramı iktisadi alanla sınırlamak mümkün değildir. Tersi, kapitalizmde ve kapitalizmin tasfiyesi sürecinde iktisadî alanla siyaset arasındaki ayrımın biçimsel olduğunun anlaşılamamasından doğan bir yanılgıdır. Bu yanılgı, temel-üstyapı ilişkisinin kavranamamasına neden olmaktadır. Bu ayrımın özsel olmasının önüne sınıflar mücadelesinin siyasî olması geçer. Sınıf mücadelesi, Marx’ın kullandığı metafor ile söyleyecek olursam, “tarihin motoru” başka boyutları ve sonuçları olmakla birlikte esas olarak siyaset ile iktisadi alan arasındaki süreklilik içinde “işlemektedir”. Sınıf mücadelesinin çok özel bir epizodu olan ve tarihsel ilerlemenin nirengi noktasını oluşturan devrimler bu nedenle esas olarak siyasal iktidar sorunu etrafında şekillenir. Özet olarak, sınıflar mücadelesi temel ile üstyapı ve özel olarak siyaset arasındaki ilişkilenmeyi sağlayan esas mekanizmadır.

Son olarak sosyalizmin siyasal iktisadı konusunda şunu söylemek gerekir: Sosyalist kuruluş süreci kapitalizmin kuru bir reddiyesi, basit anlamda “değil”i değildir. Stalin’in herhalde teorik anlamda en mühim katkısı olan ve sosyalist kuruluş sürecinin gerekliliklerini ve tarihsel dinamiklerini hesaba katılması gereğini vurgulayan ve bu süreci öncü iradenin müdahalelerine ve tercihlerine açık hale getiren ama aynı zamanda bunu nesnel gelişmelerle koşutlayan sosyalizmde “ekonominin uyumlu gelişmesi” vurgusu burada hatırlanmalıdır.
Bu tartışmaların tamamından kaçarak, Baysoy’un “ücret”e değil “elbirliği”ne dayalı, ekonomi politik değil etik-politik (!) olan ve kuru bir sosyalizm eleştirisine dayanan demokratik özerklik güzellemesinin altı bomboştur. Baysoy, bu boşluğu ne kadar “iletişimsellik”, “duygulanımsallık”, “komünalizm” gibi afilli kavramlarla dekore ederse etsin, durum budur.

Dolayısıyla,
1. Baysoy’un bir cümlede el çabukluğu ile geçiştirdiği meseleler marksizmde uzun tartışmaların konusudur. Baysoy, cesaretle bu tartışmalara girmeyecekse, hiç girmemelidir. Baysoy’un attığı “Tony Cliff yoldaş demokratik özerklik kavgamızda yaşıyor” sloganları yetmiyor ve yetmez.

2. Baysoy, Rojava deneyiminin “komünizm” ideali açısından önemini vurgulamak için eleştiri nesnesi olarak diğer eşitlikçi toplum tahayyüllerini değil, eşitsizliğin kaynağını seçmelidir. Sosyalizmin değersizleşmesi Rojava deneyiminin kıymetini kendiliğinden artırmaz.

3. Baysoy, argümanını nesnel verilerle desteklemelidir. Bu tartışmada tek bir nesnel veri yoktur. Rojava’da insanlığın evrensel kurtuluşu için atıldığı iddia edilen adımlar özenli bir teorik ve siyasal çerçeve içinde, soğukkanlı biçimde sunulmalıdır. Bu herkesin yararınadır. Bu söylenenler Rojava’da yaşananların tarihsel ve güncel kıymetinden bağımsızdır.
4. Baysoy, sosyalizmle ve onun güya var olan boşlukları ile kavga etmeden evvel kendi kavram setini netleştirmelidir. Demokratik özerklikten ne anladığını anlatmalıdır. “Sosyalizm çok kötü, demokratik özerlik pek şahane” ciddi tartışmalarda argüman olarak kabul edilmemektedir.

5. Bir fikir tartışmasına girerken, Baysoy, meydanın boş olmadığını bilmelidir. Türkiye’de sosyalizmi güçlü bir siyasal alternatif haline getirecek siyasal ve teorik birikim mevcuttur.

Aytek Soner Alpan / Sol.org.tr / 22.09.2014 Pazartesi
Cengiz BAYSOY'un yazısı için bkz.