Hangi
sosyal demokrasi?
Yıldırım
KOÇ / Aydınlık / 07.04.2015
Türkiye’nin
sorunlarının çözümünde sosyal demokrasi mi, halkçı ve devletçi politikalar mı
gündemde? Yoksa bunlar arasında bir fark yok mu?
Bu soruya
yanıt verebilmek için önce “hangi sosyal demokrasi?” sorusunu yanıtlamak
durumundasınız.
Karl Marx’ın
arkadaşları August Bebel ve Wilhelm Liebknecht 1869 yılında Almanya’da Sosyal
Demokrat İşçi Partisi’ni kurdular. Bu parti, F. Lassalle tarafından 1863
yılında kurulan Genel Alman İşçiler Birliği ile 1875 yılında birleşerek Almanya
Sosyalist İşçi Partisi adını aldı. Marx bu birleşme sonucunda kabul edilen
programı Gotha Programı’nın Eleştirisi yazısında sert biçimde eleştirdi. Ancak
bu yazı Marx hayattayken yayımlanamadı; 1891 yılında, Marx’ın ölümünden 8 yıl
sonra basıldı. Bu parti 1878-1890 döneminde yasal çalışma olanaklarından mahrum
kaldı. 1890 yılında yeniden yasal çalışmaya başladığında adını Almanya Sosyal
Demokrat Partisi’ne çevirdi.
YENİ PARTİLER KURULUYOR
Bu yıllarda
Avrupa ülkelerinde benzer programlar temelinde başka sosyal demokrat partiler
de kuruldu. Bu partilerin bazılarının adında “sosyalist”, bazılarında “sosyal
demokrat”, bazılarında da “işçi” vardı.
Ancak bu
sosyal demokrat partilerin bir bölümü emperyalist ülkelerde, bir bölümü hakim
sınıfların emperyalist sömürüden yararlanamadığı ülkelerdeydi.
Almanya
Sosyal Demokrat Partisi, Fransız Sosyalist İşçiler Partisi Federasyonu,
Hollanda Sosyal Demokrat Birliği, İngiliz Sosyal Demokrat Federasyonu, Belçika
İşçiler Partisi, İsviçre Sosyal Demokrat Partisi, Avusturya Sosyal Demokrat
Partisi, İtalyan Sosyalist Partisi, İngiliz İşçi Partisi ve benzerleri ilk
gruptaydı.
İspanya
Sosyalist İşçiler Partisi, Bulgar İşçilerinin Sosyal Demokrat Partisi, Sırp Sosyal
Demokrat Partisi, Rumen Sosyal Demokrat Partisi, Hırvat Sosyal Demokrat
Partisi, Rus Sosyal Demokrat İşçiler Partisi, Ukrayna Sosyal Demokrat Partisi,
Letonya Sosyal Demokrat Partisi, Slovakya Sosyal Demokrat Partisi ve benzerleri
de ikinci gruptaydı.
EMPERYALİST SÖMÜRÜ VE SOSYAL DEMOKRASİ
Birinci
gruptakilerde işçi sınıfı nicel ve nitel olarak güçlüydü. Bu ülkelerde büyük
sınıf çatışmaları yaşanmıştı. Bu ülkelerin hakim sınıfları, ülkelerindeki sınıf
çatışmasını aşmada emperyalist sömürüyü etkili bir biçimde kullanmışlardı.
Böylece kendi ülkesindeki işçilerin kısa vadeli çıkarlarını savunan sosyal
demokratlar, kapitalistlere karşı sınıf mücadelesi vermek yerine,
kapitalistlerle birlikte başka ülkeleri sömürme ve bu sömürüden alınan paya
razı olma politikasına yöneldiler.
Bu anlayış
ve uygulamanın ilk örneği İngiltere’de yaşandı. Sosyal demokrasinin
emperyalizmi destekleyici yanı da ilk kez İngiltere’de ortaya çıktı. Fabian
Derneği emperyalizmi savunuyordu. İngiliz İşçi Partisi’nin ideolojik zeminini
de Fabian Derneği biçimlendirdi.
Almanya’nın
sömürgeler elde etmesiyle birlikte Alman işçi sınıfı da kolay yolu seçince,
Almanya Sosyal Demokrat Partisi içinde Eduard Bernstein çıktı. Kapitalizmin
emperyalizm çağında kendi ülkesinde sınıf mücadelesini yumuşatma ve işçi
sınıfını evcilleştirme politikası, sosyal demokrasiyi kapitalizmin ve
emperyalizmin payandalığına dönüştürdü.
Avrupa’nın diğer ülkelerinde ise sosyal demokrat örgütlerde Marksizmin
etkisi devam etti. Bu ülkelerde işçi sınıfı çok gelişkin değildi. Hakim
sınıfların işçi sınıflarını satın alacak ne olanakları, ne zorunlulukları ve
niyetleri vardı. Bu ülkelerdeki sosyal demokrat örgütler eski çizgisini
sürdürdü ve bazıları komünist partilerine dönüştü. Bolşevik Partisi de
bunlardan biriydi.
************
Mustafa Kemal niçin sosyal demokrat değildi?
Yıldırım KOÇ / Aydınlık / 11.04.2015
Türkiye’nin
milli demokratik devrimi, dünyada sosyal demokrat anlayış ve örgütlenmelerin
bölündüğü dönemde Mustafa Kemal’in önderliğinde gelişti. Mustafa Kemal,
dünyadaki gelişmeleri yakından izliyordu. Emperyalist ülkelerdeki işçi
sınıflarının tercihinin kendi ülkelerinin emperyalist politikalarını
desteklemek olduğunu kavramıştı. Diğer taraftan, komünistliğe dönüşen sosyal
demokrat hareketlerin de Sovyet Rusya’ya bağımlılık anlamına geldiğini de
görüyordu.
Mustafa
Kemal, Türkiye’nin milli demokratik devrimini “sosyal demokrat” olarak
isimlendirmedi. Bu kavramı ve anlayışı tercih etmemesi, gelişmeleri
bilmemesinden değil, çok iyi bilmesinden kaynaklanmaktadır. “Sosyal demokrasi”
yerine “halkçılık” ve “devletçilik” anlayışlarını benimsedi ve uyguladı.
Mustafa
Kemal’in ve Kemalist Devrim’in öncelikli özelliği, anti-emperyalist olmasıdır.
Bu özellikle, Kemalizmi, 1919 ve sonrasındaki sosyal demokratlardan temelden
ayırıyordu.
‘SOSYAL
DEMOKRASİ’ DEĞİL, ‘HALKÇILIK’
Mustafa
Kemal Paşa’nın bağımsızlık tutkusu, onu tutarlı bir anti-emperyalist yapıyordu.
1 Aralık 1921 günü Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşma, bu tavrını çok
güzel sergilemektedir:
“Biz hayatını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emek erbabıyız,
zavallı halkız. Mahiyetimizi bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve
çalışmaya mecbur olan bir halkız. (...) O halde ifade ediniz efendiler;
halkçılık, toplumsal nizamını emeğine, hukukuna dayandırmak isteyen toplumsal
bir doktrindir. Efendiler, biz bu hakkımızı saklı bulundurmak, bağımsızlığımızı
emin bulundurabilmek için heyeti umumiyemizce, heyeti milliyemizce bizi
mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı
heyeti milliyece mücahedeyi uygun gören bir mesleği takip eden insanlarız.
(...) Ne yapalım ki, demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş,
hiçbir şeye benzemiyormuş. Efendiler, biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar
etmeliyiz. Çünkü, biz bize benziyoruz, efendiler.” (ATABE, Cilt 12, 2003, s.121)
ESAS OLAN EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE
Mustafa
Kemal Paşa, dünyadaki gelişmeleri ve dengeleri çok iyi izleyen bir devlet
adamıydı. Emperyalizme karşı verilen başarılı mücadelenin dinamiklerini iyi
kavramıştı. 22 Ekim 1920 tarihinde Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti
Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin’e yazdığı mektuptaki kavrayış son derece
önemlidir: “Kesin olarak inanmaktayım ve bu inancımı yurttaşlarım da paylaşmaktadır ki, bir taraftan Batılı
emekçiler, diğer taraftan köleleştirilen Asya ve Afrika halkları, bugün
milletlerarası sermayenin, onları birbirine kırdırmak, köleleştirmek ve
efendilerinin azami kârı için onları kullandığını anladıkları ve sömürge
politikalarının bir cinayet olduğu bilinci dünya emekçi kitlelerinin kalbine
yerleştiği gün burjuvazinin iktidarı son bulacaktır.” (ATABE, Cilt 10, 2003, s.64)
Mustafa Kemal
tercihini çok bilinçli bir biçimde yaptı.
Bir tarafta
emperyalist ülkelerdeki işçi sınıflarının desteklediği sosyal demokrasi vardı.
Bu ülkelerin işçi sınıfları emperyalist zulme ve sömürüye ortak olmuşlardı; bu
anlayışlarını “sosyal demokrasi” olarak ifade ediyorlardı.
Diğer
tarafta, sosyal demokrasinin Marksist özünü ihtilalci bir çizgide geliştiren
komünistler vardı ve o dönemin komünistlerinin öncelikli çabası Sovyet Rusya’yı
yaşatmaktı.
Mustafa
Kemal, Türkiye’nin milli demokratik devrimini 6 Ok’ta ifade edilen anlayışlar
temelinde geliştirmeyi tercih etti.
“Sosyal demokrasi” demedi, “halkçılık” dedi.
Sosyal demokratlar emperyalizmin savunucusudur
Yıldırım KOÇ / Aydınlık / 13.04.2015
Ulusal
Kurtuluş Savaşı’nın verildiği yıllarda emperyalist ülkelerin sendikalarının üst
örgütü, Uluslararası Sendikalar Federasyonu veya Amsterdam Enternasyonali idi.
Bu örgütün politikası tipik sosyal demokrattı. Bu örgütün tüzüğünde 1930’lu
yılların başlarına kadar üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti savunuluyordu.
Ancak bu örgüt iki dünya savaşı arasındaki dönemde sömürgeciliğe karşı çıkmadı.
Anadolu’da verilen bağımsızlık mücadelesine destek olmamanın ötesinde, böyle
bir mücadeleyi gündemine bile almadı.
SOSYAL DEMOKRATLAR SÖMÜRGECİYDİ
İngiltere’de
sosyal demokrasinin merkezi İngiliz İşçi Partisi’dir. Bu parti tüm yaşamı
boyunca sömürgeci oldu. ilk kez 1924 yılında iktidara geldi. Ardından 1929-1931
döneminde iktidardaydı. Bu yıllarda sömürgeciliğin tasfiyesi için hiçbir
girişimde bulunmadı. Tam tersine, bazı reformlarla sömürge sistemini sürdürmeye
çalıştı.
İngiliz İşçi
Partisi 1945-1951 döneminde tek başına iktidardaydı. Bu yıllarda İngiliz
sömürgelerine bağımsızlık verildi. Ancak bu bağımsızlık, sosyal demokratların
bağımsızlıkçı politikalarından değil, İkinci Dünya Savaşı sırasında
İngiltere’nin çok büyük yenilgiler alması ve sömürge halklarının gerek
İngilizler, gerek Japonlar tarafından silahlandırılmasının
sonucuydu.
İngiliz İşçi
Partisi yönetimindeki İngiltere’nin Hindistan’da yaptığı zulüm de bu
yıllardadır. Ayrıca Hindistan’ın ve Pakistan’ın bölünmesi ve bölgede büyük
etnik ve dinsel kavgaların yaşanmasında da İngiltere’nin rolü büyüktür.
Sömürgeci
Fransa’nın tarihinde de sosyal demokratların emperyalist sistemi destekleyici
politikaları hakimdi.
Fransa,
Güneydoğu Asya, Kuzey Afrika ve diğer yerlerdeki sömürgelerinden aktardığı
ekonomik artık sayesinde Fransız işçi sınıfının devrimci özelliklerini yok
etti, onları kapitalizmin mezar kazıcıları olmaktan emperyalizmin ve
kapitalizmin payandalarına dönüştürdü. Fransız sömürgelerinde Fransa’ya karşı
yürütülen bağımsızlık savaşlarında Fransız sosyal demokratlarının tavrı
sömürüden ve zulümden yana oldu.
Sömürgeci
Belçika ve Hollanda’daki sosyal demokratların tavrı da farklı değildi. Birinci
Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde bu ülkelerin sosyal demokratları veya
sosyalistleri de bu ülkelerin sömürgelerinin bağımsızlık çabalarına karşı
emperyalizmi destekledi.
SOSYAL DEMOKRATLAR EMPERYALİZMİN DESTEKÇİSİDİR
Günümüzde
Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika,
Hollanda, İsviçre, Japonya gibi ülkelerdeki sosyal demokratlar, ancak kendi
milli çıkarları zarar gördüğünde emperyalizmin bazı politikalarına karşı
çıkmaktadırlar. Saldırgan bir pakt olan NATO’nun günahları sosyal demokratlar
tarafından da paylaşılmaktadır.
Sosyal
demokrasi, kapitalizmin, işçi sınıfını emperyalist sömürü sayesinde sistemle
bütünleştirmesinin ve emperyalist sömürü için işçi sınıfının desteğini seferber
etmesinin siyasi ifadesidir. Sosyal demokrasinin refah devleti ve yüksek hayat
standardının arkasında emperyalist sömürü ve zulüm vardır.
Emperyalist
sömürünün engellenmesiyle ülke kaynaklarının ülke halkının yararına
kullanılması ise halkçılıktır.
Mustafa
Kemal ve arkadaşlarının yaşadığı dönemde sosyal demokrasi kendi içinde ayrışmış
ve varlığını “sosyal demokrasi” olarak sürdürenlerin niteliği iyice teşhir
olmuştu.
Mustafa Kemal, sosyal demokratlarla işbirliği yapmadı; komünistlerle
işbirliği yaptı. Mustafa Kemal kendi çizgisini “sosyal demokrat” olarak
nitelendirmedi; “halkçı” ve “devletçi” olarak nitelendirdi.
*********
Örsan K.ÖYMEN / Aydınlık / 19.04.2015
8 Mart 2015
tarihli “Sosyal Demokrasi Nedir?” ve 22 Mart 2015 tarihli “Atatürk, Sosyal
Demokrasi ve Komünizm” başlıklı yazılarımda, komünizmin kapitalizmden nasıl
ayrıldığını, 1950’lerden sonra gelişen sosyal demokrasinin, kapitalizm ile
komünizmin bir sentezi olduğunu, Atatürk’ün halkçılık ve devletçilik
ilkelerinin de komünizmle değil, sosyal demokrasiyle bağdaştığını anlatmıştım.
Bunun üzerine, aynı gazetede, bu düşüncelere karşı çıkan yazılar yayınlandı.
Bir medya organında, diyalektik bir ortamın oluşması, hem düşüncelerin
gelişmesi açısından, hem de gazetelerin ve televizyonların bir propaganda aracına
dönüşmesinin önlenmesi açısından çok önemlidir. Ancak bu diyalektik ortam
oluşurken, okurları yanıltmamak, okurlara gerçek dışı şeyler aktarmamak,
ideolojimiz ne olursa olsun, olguları çarpıtmamak, insanları haksız yere
suçlamamak, onları yapmadıkları şeylerle itham etmemek, yanıltıcı
genellemelerden kaçınmak gerekir.
Örneğin, bir
yazıya, “Sosyal Demokratlar Emperyalizmin Savunucusudur” biçiminde bir başlık
atmak, yazının içerisinde de, bazı sosyal demokrat politikacıların ve bazı
sosyal demokrat partilerin, tarihin belli dönemlerinde emperyalizmle
uzlaştıklarına dair örnekleri cımbızla çekip genellemek, bazı tikel örnekler
üzerinden, sosyal demokratları tümel bir biçimde emperyalist olarak damgalamak,
kamuoyunu aydınlatmak mıdır, yoksa kamuoyunu yanıltmaya yönelik propaganda
yapmak mıdır?
SSCB Devlet
Başkanı Stalin, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Hitler ile işbirliği yaptı diye,
“Komünistler Faşizmin Savunucusudur” sonucuna varabilir miyiz? Çin Devlet
Başkanı Mao, Vietnam’a bomba yağdıran ABD Devlet Başkanı Richard Nixon ile
işbirliği yaptı diye, “Komünistler Kapitalizmin ve Emperyalizmin Savunucusudur”
sonucuna varabilir miyiz? Elbette varamayız. Hatta bırakın genel olarak
komünistleri, Stalin ve Mao’nun şahsı için bile bunu söyleyemeyiz.
Sosyal
demokratlar emperyalizmin savunucusu ise, ABD yönetimlerinin, Latin Amerika,
Asya ve Afrika’daki emperyalist politikalarına şiddetle karşı çıkan; Küba
devriminden sonra bu ülkeyi (Varşova Paktı ülkeleri liderleri dışında) ilk defa
ziyaret eden batılı lider olan; Küba devrimini ve üçüncü dünya ülkelerinin
özgürlük mücadelelerini destekleyen; sömürgeciliğe her koşulda karşı çıkan;
ABD’nin Vietnam’ı işgaline ve burada gerçekleştirdiği katliamlara yönelik en
sert muhalefeti yapan liderlerden birisi olan; El Salvador ve Nikaragua’daki
ABD destekli askeri diktatörlüklere karşı savaşan gerilla hareketlerine maddi
ve manevi destek veren İsveç Sosyal Demokrat Partisi Genel Başkanı ve Başbakan
Olof Palme emperyalist miydi?
Sosyal
demokratlar emperyalizmin savunucusu ise, “Soğuk Savaş” yıllarında, NATO üyesi
bir ülkenin Başbakanı olduğu halde, Varşova Paktı ülkeleriyle diyalog
geliştirilmesi ve işbirliği yapılması gerektiğini savunan Almanya Sosyal
Demokrat Partisi Genel Başkanı Willy Brandt emperyalist miydi? Sosyal
demokratlar emperyalizmin savunucusu ise, afyon ekimi ve Kıbrıs’a müdahale
konusunda ABD’ye meydan okuyan CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit emperyalist miydi? Irak’ın işgali sürecinde 60
bini aşkın ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasını öngören “1 Mart
tezkeresi”nin TBMM’den geçmesini engelleyen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal
emperyalist miydi?
Dünyanın
neredeyse tüm ülkelerinde sosyal demokrat partiler bulunuyor. Sosyalist
Enternasyonel’e üye olan bu partilerin yüzlercesi ve üyelerinin milyonlarcası
emperyalizme karşı her zaman sağlam bir duruş sergilediler. Bu
partilere ve onların onlarca milyon üyesine “Sosyal demokratlar emperyalizmin savunucusudur”
denmesi, onlara yapılabilecek en büyük hakaretlerden birisidir. Böyle bir
iftirayı hiçbir gerçek sosyal demokrat kabul etmez.
Atatürk’ün
kendi ideolojisini neden sosyal demokrasi olarak nitelendirmediğine gelecek
olursak: 1)Atatürk döneminde Avrupa’daki sosyal demokrat partiler Marksist
kökenlerinden tamamıyla kopmamıştı ve Atatürk Marksist ve komünist değildi.
Eduard Bernstein’ın devrim yerine evrim kavramını tercih etmesiyle birlikte bir
uzaklaşma başlamıştı, ancak Marx’tan asıl kopuş 1959 yılında, SPD’nin Bad
Godesberg Kurultayı’nda gerçekleşti. 2)1920’lerde ve 1930’larda Avrupa’daki
bazı sosyal demokrat partiler, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı yeterli bir
direnç ortaya koymamışlardı.
“Sosyal demokrasi Avrupa’ya aittir, biz milli olalım” gibi bir tavırla
sosyal demokrasi hedef haline getiriliyorsa, o zaman “altı ok”tan da vazgeçmek
gerekir. Çünkü söz konusu altı ilkenin tamamı, 1789 Fransız devrimiyle başlayan
süreçte Avrupa’da gelişmiş ilkelerdi. Bunları icad eden Atatürk değildi. “Milli
olmak” adına evrensel değerleri ıskalamak, sosyalizmden de, Atatürk’ten de
uzaklaşmak anlamına gelir.