SOSYAL
DEMOKRASİ TARTIŞMALARI- I
Sosyal Demokrasi Nedir ?
Örsan K.ÖYMEN / Aydınlık / 08.03.2015
19. Yüzyıl’da yaşamış
olan Alman filozof ve sosyolog Karl Marx, kapitalizmin sorgulanması sürecini
başlatan en önemli kişidir. Marx’a göre, kapitalist düzende, üretim
araçlarının, örneğin fabrikaların, atölyelerin, üretim merkezlerinin, özel
mülkiyette olmasından dolayı, üretimle ilgili oluşan ticari sürecin sonucunda
ortaya çıkan artı değerden, üreten işçi sınıfı yeterli bir pay almamakta, işçi
sınıfı, özel mülkiyet sahibi olan sermaye sınıfı tarafından sömürülmektedir. Bu
düzende, sendikal haklardan mahrum, düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine ve kötü çalışma koşullarına mahkum
edilmiş işçi sınıfı, kendisini gerçekleştirememekte, emeğine, ürettiği ürüne,
kendisine ve topluma yönelik bir yabancılaşma içine girmektedir.
Marx’a göre, üretim araçlarında özel mülkiyet, serbest ticaret,
rekabet özgürlüğü elde etmek, özgür bir topluma değil, işçi sınıfının
köleliğine dönüşmektedir. Bu nedenle, toplumsal özgürlüğü, özel mülkiyet,
serbest ticaret ve rekabet özgürlüğü değil, özel mülkiyetten, serbest
ticaretten ve rekabetten özgürleşmek sağlayacaktır. Başka bir deyişle, esas
olan, serbest piyasa ekonomisi özgürlüğünü ve hakkını elde etmek değil, serbest
piyasa ekonomisinden özgürleşmektir.
Marx’a göre bu da, sosyalizmin açılımı olan komünizm ile
mümkündür. Komünizm, üretim araçlarının özel mülkiyette olmadığı, ekonomik
sınıfların olmadığı, üretenlerin sömürülmediği ve yabancılaşmadığı bir
düzendir.
Avrupa’daki sosyal demokrat hareketin kökeninde de Marx vardır.
Tarihsel olarak baktığımızda, sosyal demokrasinin çıkış noktası Marx’tır. Ancak
daha sonra, özellikle 20. Yüzyılda, sosyal demokrasi ile komünizm bir yol
ayrımı yaşamıştır. Sosyal demokrasi, özel mülkiyeti tamamen ortadan kaldırmak
yerine, özel sektörü kamu sektörü ile dengelemek, özel sektörün karşısına,
güçlü bir kamu sektörü çıkartmak; sınıfları tamamen ortadan kaldırmak yerine,
sınıflar arası uçurumu gidermek; sendikal hakları geliştirerek, işçinin ve
çalışanın, işveren ve sermaye tarafından sömürülmesini önlemek; daha çok
kazanandan daha çok vergi almak ve daha düşük ücretle çalışanların vergi yükünü
hafifletmek; halka nitelikli ve ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri vermek
gibi politikalar ve yöntemler geliştirmiştir. Buna bir anlamda, kapitalizm ile
komünizm akımlarının sentezi de denebilir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, belli dönemlerde, İsveç, Danimarka,
Norveç, Finlandiya, Almanya, Hollanda, Fransa gibi ülkelerde bu model
uygulandı. İsveç’te Olof Palme, Almanya’da Willy Brandt ve Helmut Schmidt,
Fransa’da François Mitterrand gibi siyasiler, bu modelin siyasetteki önemli
temsilcileri olarak yer aldılar.
Bu model, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleriyle çelişen değil,
aksine bağdaşan bir modeldir. Atatürk’ün ortaya koyduğu Halkçılık, Devletçilik
ve Devrimcilik ilkeleri, sosyal demokrasiyle uyum içeren ilkelerdir. Nitekim,
Cumhuriyet Halk Partisi de, 1959 Kurultayı’nda kabul ettiği “İlk Hedefler
Beyannamesi”nde, 1965’te gelişmeye başlayan ortanın solu hareketinde ve 1976,
1994 ve 2008 Program Kurultayı’nda kabul ettiği Parti Programı’nda, Atatürk
devrimleriyle sosyal demokrat ve demokratik sol ilkelerin nasıl bağdaştığını
ortaya koymuştur.
Ancak, 2000’li yıllarda, sosyal demokrasi adı altında, sosyal
demokrasiyi, serbest piyasa ekonomisine daha fazla çekmeye çalışan, bir yandan
özelleştirmelere hız kazandıran, bir yandan sendikal hareketleri zayıflatan bir
akım ortaya çıkmıştır. Bazıları tarafından “3. Yol” olarak adlandırılan bu
akımı, İngiltere’de Tony Blair, Almanya’da Gerhard Schröder, Türkiye’de Kemal
Derviş gibi kişiler temsil etmiştir. Bu aslında, sosyal demokrasiyi sulandırmak
ve edilginleştirmek, kapitalizme tamamıyla teslim olmak, Marx’ı tamamıyla yok
etmek amacı taşıyan bir projeydi. Türkiye’de de, aynı dönemlerde, Bülent
Ecevit, Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu gibi liderler, ne yazık ki, zaman zaman bu akımın etkisi
altına girdiler.
Neyse ki, kapitalizm, artık tüm dünyada sorgulanır bir sistem
haline dönüştü. Kapitalizmin göbeği olan ABD’de bile, “Wall Street’i İşgal Et”
eylemleriyle, kapitalizme karşı meydan okuyan kitleler oluştu. Avrupa zaten bu
konuda, siyasi partiler temelinde de, çok daha örgütlü. Sosyal demokrasi adı
altında, bir yandan sosyalizme, bir yandan Atatürk’e saldıranlar, komik duruma
düştüler, havada asılı kaldılar. Tarih, onları yanlışladı ve yanlışlamaya da
devam edecek.
Sosyal
demokrasi mi halkçılık mı?
Yıldırım
KOÇ / Aydınlık / 14.03.2015
Emperyalist
güçler ve yerli işbirlikçileri Türkiye’yi parçalamak istiyor.
Parçalayamayacaklar.
Peki,
bu saldırıya karşı bizim programımız ne?
Sosyal
demokrasi mi, halkçılık ve devletçilik mi?
Sosyal
demokrasi Türkiye’de yeterince bilinmiyor. Bu konuda yazanların önemli bir
bölümü de Batı Avrupa’nın emperyalist ülkelerinin “ilerici” gözüken yazılarını
özetliyor.
Sosyal
demokrasi ne?
100
yılı aşkın süredir sosyal demokrasi, emperyalist ülkelerin hakim sınıflarının
kendi işçilerini ehlileştirmek için kullandıkları anlayış ve
uygulamalardır.
Gelişmiş
kapitalist ülkelerde işçi sınıfları 19. yüzyılın ilk yarısında kapitalizmin
mezar kazıcılarıydı.
Emperyalist
ülkelerin işçi sınıflarına emperyalist sömürüden pay verildi. İşçi sınıfları,
emperyalizmin ve kapitalizmin destekçilerine, payandalarına dönüştürüldü.
Sosyal
demokrasi bu anlayış ve uygulamanın adıdır.
Hakim
sınıfların dış sömürüyle iç barışı sağlamasının geçmişte de örnekleri vardı.
ROMA’DA
DIŞ SÖMÜRÜ
2000
yıl önce Roma İmparatorluğu’nda patrisyen (asil)
aileler ülke ekonomisinde ve yönetiminde belirleyici güce sahipti. Ayrıca küçük
üretici köylülerden oluşan “pleb”ler vardı.
Bunların dışında mülk sahibi olmayan özgür Romalılara da “proletarii” deniyordu.
M.Ö. 1. yüzyılda Roma’nın özgür yurttaşlarının
nüfusu 3.3 milyonken, kölelerin sayısı 2 milyona ulaşmıştı.
Roma
hakim sınıfları, fethedilen yeni topraklara yoksul plebleri ve
proleterleri yerleştirerek onların Roma’da karışıklık çıkarmasını
engelliyordu.
Ancak
genişleme durunca iç sorunlar artmaya başladı. Özellikle M.Ö.73 yılında
başlayan ünlü Spartaküs ayaklanması Roma’yı sarstı.
Julius
Sezar M.Ö. 44 yılında öldürüldü. Ardından Gaius Octavius tek başına
iktidara geçti, Roma İmparatorluğu’nu kurdu, Augustus adını aldı,
“Roma Barışı”nı sağladı ve
ülkeyi M.Ö.27-M.S.14 yılları arasında yönetti.
Roma
Barışı’nın önemli unsurlarından biri, Roma’daki patrisyenlerle plebler ve
proletarya arasında barış sağlanmasıydı. Augustus bunu
sağlayabilmek için Roma’nın yoksul özgür yurttaşlarına (pleblere ve
proletaryaya) ucuz ve daha sonra da bedava buğday
dağıttı. Nil vadisinden getirilen bedava buğday, Roma’nın hakimiyeti altındaki
bölgelerden gelen haracın bir bölümüyle finanse ediliyordu.
Asiller,
Roma proletaryasını, sömürü sonucu elde edilen bedava buğdayla ehlileştirdiler
ve kullandılar.
BİZANS’TA
DIŞ SÖMÜRÜ
İstanbul’a,
yaklaşık 1000 yıl boyunca Bizans İmparatorluğu hakimdi. 1500 yıl önce İmparator
Jüstinyen yeni
vergiler koydu. 13 Ocak 532 günü yoksul halk büyük bir ayaklanma başlattı. “Nika
Ayaklanması” sırasında şehrin yaklaşık yarısı yakıldı, Ayasofya tahrip edildi,
binlerce kişi katledildi. İki hafta süren ayaklanma sonrasında da 30 bin
dolayında isyancı öldürüldü. Bu ayaklanmadan sonra Bizans imparatorları
İstanbul’da yaşayanlara ucuz buğday sağlamaya başladı. Bu uygulama, kitlelerin
imparatora karşı ayaklanmasını önledi. Ucuz buğday dağıtma uygulaması 12.
yüzyıla kadar devam etti. 12. yüzyılda bu uygulama kaldırılınca kent
yoksullarının sınıf çıkarları temelindeki ayaklanmaları yeniden başladı.
TÜRKİYE’DE
ÇÖZÜM
Sosyal
demokrasi, emperyalist sömürü sayesinde, emperyalist ülke işçi sınıflarının,
emperyalizmi ve kapitalizmi destekleyerek hak ve özgürlüklere, yüksek yaşam
standardına ve sosyal güvenceye kavuşmasıdır.
Halkçılık
ve devletçilik ise emperyalist sömürünün önlenmesi sayesinde kaynakların ülke
işçi sınıfı ve halkı için kullanılması anlayışıdır.
Çözüm, sosyal demokrasi değil,
halkçılık ve devletçiliktir.
Atatürk,
sosyal demokrasi ve komünizm
Örsan
K.ÖYMEN / Aydınlık / 22.03.2015
Mustafa
Kemal Atatürk bağlamında, “Sosyal
Demokrasi mi, Halkçılık ve Devletçilik mi?” sorusu, kendi içinde çelişki
içeren anlamsız bir sorudur. Atatürk komünist olsaydı bu soru bir çelişki
oluşturmazdı ve anlamlı bir soru olurdu. Ancak Atatürk komünist olmadığına
göre, Atatürk, Halkıçılık ve Devletçilik ilkeleriyle komünizme
işaret etmediğine göre, bu soru ve bu sorunun yanıtı olarak, sosyal demokrasi
ile Halkçılık ve Devletçilik ilkelerinin bağdaşmadığını söylemek açık bir
çelişkidir.
Komünizm,
üretim araçlarında özel mülkiyetin ve ekonomik sınıfların tamamıyla ortadan
kalktığı bir modeldir. Sosyal demokrasi ise, özel sektörü ortadan kaldırmayan,
ancak onun karşısına güçlü bir kamu sektörü kuran, sınıfları ortadan
kaldırmayan, ama sınıflar arası uçurumu ortadan kaldıran bir modeldir. Sosyal
demokrasi, sendikal hareketleri güçlendiren, daha çok kazanandan daha çok, daha
az kazanandan daha az vergi alan, tüm vatandaşlara nitelikli ve ücretsiz eğitim
ve sağlık hizmeti verilmesini öngören, gelir dağılımındaki dengesizliği ortadan
kaldırmayı hedefleyen bir modeldir. Sosyal demokrasi, Marx’tan ve
komünizmden etkilenmiştir, kapitalizmi sosyal adalet kavramıyla frenlemeyi ve
sınırlandırmayı hedeflemiştir, ancak komünizmi de savunmamıştır.
Atatürk
de, İzmir İktisat Kongresi sürecinden itibaren, bir yandan özel mülkiyet
hakkını savunmuş, ülkeyi yabancı ve yerli sermayeye açmış, özellikle de, yerli
sermaye sınıfının yaratılmasını desteklemiş, bir yandan da, özel sektörün
karşısına, güçlü bir kamu ve devlet sektörü kurmuş, sadece sermaye veya
yönetici sınıfının değil, tüm halkın bir bütün olarak yararının dikkate
alınması için özen göstermiştir. Halkçılık ve Devletçilik, komünizm değil,
sosyal demokrasidir.
İsveç’te
Olof Palme, Almanya’da
Willy Brandt ve Helmut Schmidt, Fransa’da Francois Mitterrand
gibi sosyal demokratların savunduğu sosyal ve ekonomik model de buydu. Daha
sonraki yıllarda, özelleştirmeleri destekleyen ve sendikal hareketleri
zayıflatan Tony Blair, Gerhard Schröder ve Kemal
Derviş gibi sözde sosyal demokratlar ise sosyal demokrasiyi sulandırmışlar,
sosyal demokrasi ile serbest piyasa ekonomisi arasındaki farkı daha da fazla
kapatmaya çalışmışlardır. Onların ortaya koyduğu “sosyal demokrasi”nin, Halkçılık
ve Devletçilik ilkeleriyle bir ilgisi yoktu. Ancak onların, sosyal demokrasiyle
de bir ilgisi yoktu. Zaten bu nedenle de, Sosyalist Enternasyonel içinde,
örneğin Blair ile Fransa
Sosyalist Partisi lideri Lionel Jospin arasında,
Alman Sosyal Demokrat Parti içinde, Schröder ile Oscar Lafontaine arasında,
Türkiye’de Kemal Derviş ile (aralarında benim de bulunduğum) bazı CHP Parti
Meclisi üyeleri arasında büyük tartışmalar yaşanmıştır.
Sosyal
demokrasinin emperyalizmle işbirliği içinde olduğu tezi de bir genellemedir.
Sosyal demokratların emperyalizmle işbirliği içinde olduğu dönemler olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’daki sosyal demokratların tavrı bunun en iyi
örneklerinden birisidir. Tony Blair’in Irak’ın
işgal edilmesini desteklemesi de bunun en çarpıcı örneklerinden birisidir.
Ancak tüm bunlar, sosyal demokrat çevrelerde çok sert bir biçimde
eleştirilmiştir.
Palme, Brandt, Schmidt, Mitterrand
gibi siyasetçiler, ABD’nin Latin Amerika’daki, Asya’daki, Afrika’daki
emperyalist politikalarını en sert biçimde eleştirmişlerdir. Sosyalist Enternasyonel’de, ABD’nin
emperyalist politikalarına karşı alınmış yüzlerce karar vardır. 1970’lerde CHP
Genel Başkanı Bülent Ecevit, afyon ekimi, Kıbrıs sorunu gibi konularda ABD’ye
meydan okumuştur. Irak’ın işgalinin Türkiye üzerinden gerçekleşmesini ve
Türkiye’de 60 bini aşkın ABD askerinin konuşlanmasını öngören AKP’nin “1 Mart
tezkeresi”, Deniz Baykal’ın Genel Başkan olduğu dönemde, CHP’nin büyük
çabalarıyla reddedilmiştir.
Marx’ın gündeme
getirdiği uzun çalışma saatleri, düşük
ücretler, kötü çalışma koşulları, çocuk işçiliği, sendikasızlık gibi sorunlar,
Avrupa’da, sosyal demokrat iktidarlar döneminde çözülmüştür. Ancak buna rağmen,
Marx ve komünizm
üzerinden, sosyal demokrasi elbette eleştirilebilir. Bu bir çelişki değildir.
Üstelik de bu, ciddiye alınması gereken bir eleştiridir. Ancak sosyal demokrasi,
Atatürk üzerinden eleştirilemez.
İdeal model, Marx’ın
sözünü ettiği, ama bugüne kadar uygulanmayan komünizmdir. Sosyal demokrasi,
ideal değil, uygulanmış mevcutların içinde en iyi modeldir. “Burjuva
devrimleri”, Marx’ın
da söylediği gibi, monarşiyi, feodalizmi ve teokrasiyi yıkmış olmalarından
dolayı, kendi tarihsel koşulları içinde ilericidir. Ancak kapitalist düzende
yeterli değildir. “Burjuva devrimini” tamamlayabilirsek, elbette sıra
kapitalizme de gelecektir.