20 Ekim 2015 Salı

Bilinçsizlik ve Öngörüsüzlük

Neden kendimizden başkasını örgütleyemediğimizi sorgulamalıyız. Bu sorgulama kendimizi ne ölçüde örgütleyebildiğimizi de göstereceği için yararlıdır. Belki bu sayede kendimizi değil de tepkiyi örgütlemek ve büyütmek gibi bir tarihi görevle karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz. Yozlaşmış iktidar odaklarına karşı muazzam bir tepki var, ancak bu tepki ne zaman büyüse, kafa karışıklığının, örgütlenme isteksizliğinin, sekterliğin (eskiden buna örgüt şovenizmi de denirdi) engellerine çarpa çarpa güdükleşiyor. Bilinçsizlik ile öngörüsüzlük kol kola girmiş.

Tepkiyi büyütmesi gerekenler ayrışmışlar. “Barış, hemen şimdi” diyenler ile “ulusal birlik, laiklik” diyenler arasındaki ayrışma toplam muhalefetin potansiyelini zayıflatıyor. Bu bölünme, daha doğrusu PKK/HDP’nin sosyalist solun önemli bir bölümünü peşine takarak, CHP’nin bir kısmının da sempatisini kazanarak etki alanını genişletmesi, AKP sonrası Türkiye’yi emperyalizmin inisiyatifine açık bırakıyor. Bizler “AKP devrildi” diye sevinirken, çok daha ağır bir bölünme ve restorasyon tehlikesiyle yüz yüze gelebiliriz. Bu arada AKP’nin bir yanda “çözüm süreci”ni buzdolabında tutarken, öte yanda mafya bozuntularını meydana salıp “oluk oluk kan akacak” diye bağırttığı, böylece militan açığını kapatmaya çalıştığı görülüyor. Bütün bunlar “ulusal birliği, laikliği” savunan kesimin mücadele alanını daraltmaktadır.

KENDİSİNİ TARİF ETMEK İSTEYEN

1 Mart tezkeresinin (2003) TBMM’ye geldiği gün DİSK, KESK, Türk-İş, Hak-İş, TMMOB, TTB, ÖDP, TKP, TDP, EMEP, DEHAP, çeşitli dernekler ve öğrencilerin yaptığı mitingi daha önce bu köşede hatırlatmıştım. Yürüyüş kortejinin önündeki pankartta “Savaşa evet vatana ihanettir” yazılıydı. En baskın üç slogan şunlardı: “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi”, “Katil ABD, işbirlikçi AKP”, “Amerikan askeri olmayacağız.”

Daha başlamadan büyük bir acıyla sona eren 10 Ekim mitingi, çağrıda imzası olsun olmasın aşağı yukarı aynı örgütler tarafından düzenlenmişti. Örgütlerin miting çağrılarında tek bir “emperyalizm” sözcüğü yok.

Mesela TMMOB Başkanı, “Mitingimiz hepimize çok iyi gelecek” diyor. TTB Merkez Konseyi Başkanı, mitinge kimlerin geleceğini anlatırken, post-modern bir ifade kullanıyor: “kendisini meydanlarda tarif etmek isteyen...” Artık Marksizm, Kemalizm, Cumhuriyet gibi büyük anlatılar, “örgüt fetişizmi” (!) gibi şeyler olmadığına, hepimiz birer mağdur “özne/birey” olduğumuza göre, gidip kendimizi meydanlarda “tarif” edeceğiz.

KESK Eş Genel Başkanı, mitingin amacını, “Barışa bir ses” sözüyle ifade ediyor ve şöyle diyor: “Çok renkli, çok sesli, çok dilli demokratik, özgür ve barış içinde yaşayacağımız bir Türkiye için haydi Ankara’ya!” Adeta çok sesli bir demokratik emperyalist radikal özerklik korosu! HDP’nin seçim bildirgelerinden alınmış gibi...

DİSK Genel Başkanı ise “Bu çığlığı beraber yükseltelim” diyor. PKK’nin çığlığı herhalde. “Bu savaşı durdurabilmek için taşın altına elimizi koyacağız” sözü de bütün çağrışımlarıyla birlikte çok tuhaf. AKP’ye karşı siyasi grev falan örgütlemeye çalışarak taşın altına elinizi koysanız daha uygun olmaz mı? Ne de olsa sendikacısınız. (Bu noktada gözümün önüne hep aynı manzara geliyor: Soma’da ölen işçiler için ihtiram duruşunda sessizce ağlayan Zonguldaklı maden işçileri).

On iki yılda ne değişti de “emperyalizm” sözcüğü unutuldu? Üstelik ülke neredeyse NATO’nun askeri işgali altında; doğudaki bütün askeri üsler birer Amerikan karakoluna dönüşmüş. Tek bir kelime, tek bir itiraz yok. Varsa yoksa, “Barış, hemen şimdi!” Olur!

İÇİ BOŞ KAFA

CIA’nın PYD’ye kaç ton silah dağıttığı gazetelerde yazılıyor. Barış Amerikan silahlarıyla mı gelecek? Sosyalistim diye ortada dolaşanlara bu kadar içeriksiz ve bilinçsiz bir tutum yakışmıyor.

Soyut sloganlar ve uçuk talepler etrafında gövde göstermek için kitle hareketi yaratmak, özellikle kritik dönemlerde tehlikelidir. Tehlikenin iki sebebi vardır: birincisi, insanlarda yersiz bir hoşnutluk ve tatmin duygusu uyandırır (buna “gazını almak” diyoruz); ikincisi, toplanan kitlenin örgütsüzlüğünü dostun düşmanın gözüne batırır (özlemler ve arzular dışında belirli bir hedef etrafında eylem birlikteliği yoktur). 10 Ekim mitingini düzenleyenlerin yaptıkları tam da budur.

Sahipsiz, örgütsüz, “şenlik havasında” toplanan masum insanlar, en ufak bir örgütlü özgüvenlik önleminin olmadığı bir ortamda, çoluk çocuk katledildiler. Hükümet hedef saptırarak, yıllarca kendi eliyle beslediği katilleri gözden kaçırmaya çalışıyor. Devrimci sosyalist için “mağdur” olmaktan, HDP’nin kuyruğuna takılmaktan başka bir yol yok mudur?

Tarih, bilinçsizliği ve öngörüsüzlüğü affetmez. Fransız devriminde sık kullanılan, Ekim Devrimi’nden sonra Bolşevikler’in de zaman zaman tekrarladıkları bir söz vardır: “Onun kafasını kesmekle kalmadılar, o kafanın da içi boş olduğunu halka gösterdiler.” Geçmişin devrimci meslek odaları ve sendikalarının, sosyalist örgütlerin AKP’nin elinde emperyalizmin provokasyonlarıyla bu duruma düşmelerini istemeyiz.

Yavuz ALOGAN / Aydınlık- 17.10.2015