22 Ekim 2015 Perşembe

ÇETİN ALTAN: SIRADAN BİR DÖNEK- 1

   

   “Ben politikacılık yapmadım” diyor Çetin Altan, “sadece rahat yazı yazabilmek için Meclis’e girdim, ama o zaman da dokunulmazlığımı kaldırdılar. Benim siyasete ihtiyacım yok.” (Mustafa Karaalioğlu’yla röportaj, Yeni Şafak,21.04.2002)

  Sanılır ki, yazı yazıyor diye devletin bütün polisleri, savcıları, mahkemeleri ve tabii “etrak-ı biidrak”, yani anlayıştan yoksun Türklerin tamamı, bu “büyük yazarı” kovalamaktadır ve yazmasa öleceği için dokunulmazlık zırhından yararlanmak amacıyla TBMM’ne sığınmıştır. Yoksa, ne işi vardır politika çamurunun içinde ?

   Ama sıra politikacılık konusunda böbürlenmeye gelince tuğla büyüklüğünde bir kitap indirilir raflardan, üstünde “Ben milletvekili iken” yazılıdır. Büyük “yazı adamı”, yazı adamlığını bu kez, “büyük politikacılığını” ve Parlamento maceralarını anlatmak için kullanmıştır. Bu kadar da değil, Çetin Altan’ın politika yıllarını övünerek anlattığı sayısız yazısı ve konuşması vardır. “Yazı adamlığı” onun, böbürlenmeye en uygun konumdur diye, deneye sınaya kendini oturttuğu son posttur.

   Özden yoksunluk, kendini yalan ve gürültü şeklinde ifade eder.

  Çetin Altan, 1967’de emekçiler tarafından kendisine gönderilen mektupları toplayıp Onlar Uyanırken adıyla bir kitap yaptı. Kitabın kendisine ait giriş bölümünde şöyle yazıyor:

   “Türkiye’nin ezilen, horlanan, çağının dışında bırakılan emekçileri…bütün gücün kendi sınıflarında olduğunu görecek ve sınıflarının özgürlüğünü kimseden bir şey ummadan kendilerinden yana olan namuslu aydınlarla sağlamaya çalışacaktır…Ve ancak bu büyük çaba sonunda gerçek olarak kurtulacaklardır…Bu mücadelede elbette başı belaya girenler, felaketlere uğrayanlar, eziyet çekenler olacaktır…Ama şunu unutmamak gerekir ki, insanlığın kurtuluşu için uğraşanlar ölümsüzdürler. Onların her yaptıkları yarın doğacak bebeklerin mutlu dünyasında bir taze gülüş olarak açılacak ve onların varlığı evrenin içindeki atom cümbüşünde gelip geçtikleri bir sinema perdesinin gerçek sahibi olarak sonsuzluğa perçinlenecektir…Sosyalizm alabildiğine geniş, alabildiğine derin, alabildiğine insanca bir çabanın hiç bitmeyecek bir meyvasıdır. Yaşantının mutluluğunu böyle bir meyvanın lezzetinde duyanlar, çağlarını anlamış ve gerçekten yaşamış olanlardır.”

   Dikkat edilirse, Meclis’e rahat yazı yazmak için girdiğinin henüz farkında değildir ve “sosyalist politikacı” kisvesiyle konuşmaktadır. Bu yüzden cicili bicili, “bebeklerin gülüşü”, “meyvaların lezzeti”, “sinemaların perdesinin sahibi olarak sonsuzluğa perçinlenme” gibi ifadelerle, olabildiğince güçlü bir inanç gösterisi yapıyor.

   Laf salatası, halk avcılarının tezgahında satılır.

 Çetin Altan, hayatının herhangi bir döneminde ne Bilimsel Sosyalizm’i öğrendi, ne de sosyalist oldu. Sosyalistlik pozu yaptı ve kendi pozuna belki kendisi de inandı; o kadar. Kendini ve halkı aldattı. Türkiye’de henüz sosyalizm bilinmiyordu. Devrime gözlerini yeni açan insanların etkilenmesi kolaydı.

 27 Mayıs 1960 hareketiyle ivme kazanan devrimcilik, iki yazarı kitlelerin sevgilisi yapmıştı. Akşam’da yazan Çetin Altan, Cumhuriyet’te yazan İlhan Selçuk. İkisi de kitleler ve TİP tarafından siyasete çağrıldı. İlhan Selçuk, emin yollardan, adımlarını yoklaya yoklaya atarak yükselme yolunu seçti ve gazetecilikte kaldı.

 Çetin Altan’ın kişiliği farklıydı; ün, takdir ve alkışa direnmesi mümkün değildi. Böyle oluşunun sebebini, Çetin Altan her sorulduğunda kendisi izah eder: “Sekiz yaşında yatılı okula bıraktılar, bir daha da kimse aramadı…Sevilmemiş insanlar, inasanları mahkum etmeye çalışırlar kendilerini beğenmeye.” (Ahmet Tulgar’la söyleşi, 7 Nisan 2002, Milliyet Pazar) Aynı ifade, eşi Solmaz Kamuran tarafından İpek Böceği Cinayeti adıyla yazılan biyografisinde aynen vardır. Çetin Altan o yıllarda ve hayatı boyunca hep tribüne oynadı. Olayların merkezinde olmak ve kendini alkışlatmak için elinden geleni yaptı. Bu amaçla içeriksiz ama süslü konuşur ve yazar; sesinin kalınlığı, üslubu, duruşu, hepsi alkışa davetiyedir.

 TİP listelerinden bağımsız milletvekili olarak girdiği Meclis onun için bir kişisel şov sahnesiydi. Daha sonra üyesi olduğu TİP’de başına buyrukluğuyla öne çıktı. 60’ların sonuna gelindiğinde artık kitle hareketi geri çekiliyordu, Çetin Altan’a yol görünmüştü. Parti’den ayrıldı, devrimciliğe, sol’a, sosyalizme sırtını döndü.

  Halk avcısı her zaman halkın sırtında yaşar ve sürekli orada durmak ister. Halk üstteyken onun ellerinde yükselir; yenilip alta düşünce, bu kez yenenlerle birlikte biner halkın sırtına.


  Stalin, Troçki için “Alkış uğruna Kızıl Meydan’da intihar etmeye razıdır” demişti. Çetin Altan da kesinlikle özel bir dönüşle, kendi şanına yakışır bir şekilde ve alkışlar arasında dönmüş olmayı tercih ederdi. Ama, dönüşünün diğer döneklerden en küçük bir farkı, kendine özgü hiçbir yanı yok. Oral Çalışlar, Hadi Uluengin, Cengiz Çandar ve Taner Akçam neden ve nasıl dönmüşlerse o da aynı şekilde dönmüştür. Yol da aynıdır, güzergah da aynı. Devrim dalgasının saraylardan sürükleyip getirdikleri arasında yer almış, halkın sırtına basarak yükselebildiği yere kadar çıkmış, dalga geri çekilirken diğerleri gibi o da halkı suçlayarak saraya dönmüştür.

HASAN YALÇIN- "Dönekler"- S.27- 30