7 Temmuz 2017 Cuma

Deli Gaffar'ın Notları: Aybüke ve Nefret Komisyoncusu Bir “Feminist” Yazar

Terörün yüzleri –
Salvador Canalla, Şili – Yağlıboya, kumaş, ahşap



Aşağı yukarı on beş yıl kadar önce, yöneticisi olduğum bir derneğe aydınlardan destek bulmak için kapı kapı geziyordum. Sol çevreden bir iki arkadaşın referansı ile ünlü bir feminist yazarla görüşme ayarlandı. Sıcak bir yaz akşamıydı. Beyoğlu’nda, Avrupa Birliği parası ile çıktığını sonradan öğrendiğim, ünlü bir “feminist” derginin sokağa yayılmış kafesinde buluştuk. Yanımda benimle aynı dernekten (ve aynı siyasi örgütten), üniversiteyi o yıl bitirmiş bir kadın arkadaşım var. Feminist yazarı önemsiyoruz, Milliyet’te Radikal’de yazıyor, röportajları yayınlanıyor, solun her tür yayın organı ona bir köşe vermeye hazır, kalemi ve sosyal ilişkileri güçlü bir insan.

Uzatmayayım, biz saygı içinde oturduk birer bardak çay içiyoruz, bütün işi Küba ile dayanışma olan derneği anlatmaya çalışıyoruz. Laf nereden, nasıl geldi bilmiyorum, feminist yazarımız bize “siz kendinize devrimci mi diyorsunuz” diye sordu. “Evet” diye yanıt verdik, “tabi ki devrimciyiz”. Hanımefendi gayet müstehzi bir tavırla devam etti: “silahlı bir örgütünüz bile yok, silahsız nasıl devrim yapacaksınız”?

Önce şaka yaptığını sandım, ancak konuşma devam ettikçe gayet ciddi olduğunu, elinde silah olmayanları devrimci saymadığını anladım. Görüştüğüm kişi, PKK’nin dağ kadrosundan biri veya MLKP’nin bir militanı değildi, bizim “burjuva basını” dediğimiz halim-selim medyanın yazarlarından biri, sabah akşam “erkek egemen toplumdaki” şiddete karşı yazılar yazan, ağzından “barış” sözcüğünü düşürmeyen bir “aydındı”.

İsveç’te yaşadığım yıllarda bir çok feminist arkadaşım, dostum oldu. Bu insanların geneli, şiddete kategorik anlamda karşı olan kişilerdi. Görüştüğümüz yazarın fikirleri hiç de benim kafamdaki feminist profiline uymuyordu. Üstelik kendi yazılarında da böyle silahtan külahtan söz etmiyor, sürekli barıştan kardeşlikten dem vuruyordu. Gördüğüm çelişki karşısında gerçekten şok olmuştum. O günkü görüşmede bu ikiyüzlülüğün o kişiye mahsus özel bir sorun olduğunu düşünmüştüm. Ama yıllar geçtikçe anladım ki bu tuhaflık Türkiye’deki sol/muhalif kültürün ve aydın çevresinin genel bir sorunudur. Patolojisinin temelinde ise PKK ile olan “seçilmiş akrabalıkları” yatmaktadır. PKK’cilik yapmak, hem Türkiye’nin aydın çevrelerinde hem de onlara para ve itibar pompalayan Avrupa mahfillerinde geçer akçedir.

***
Bu anıyı aklıma getiren, Batman Kozluk’ta öldürülen Aybüke öğretmenin ardından Ayşe Düzkan’ın kaleme aldığı yazı oldu.(*) Düzkan’ın yazısı akıllara durgunluk verecek denli ikiyüzlü bir cümle ile bitiyor: “kınayanlar, lanet okuyanlar, hele de küfürler savuranlar bir kenara çekilsin çünkü savaşı kışkırtmaktan başka bir işe yaramıyorlar”.

Cümlenin sonuna bakılırsa Düzkan, barış yanlısıdır. Bu yazıyı da savaşı kışkırtanlara karşı durmak için yazmıştır. Kimdir o savaş kışkırtıcıları? Aybüke’nin öldürülmesini “kınayanlar”! Canilerle mücadele etmeyi, onlara karşı durmayı geçtim, Aybüke’nin katillerini “kınamamız” bile “barışsever” Ayşe Hanım’ın kanına dokunmaktadır!

Peki ne yapmalıyız savaşı kışkırtmamak için? Bunu yazının genelinden anlıyoruz: Ayşe Düzkan’ın yaptığı gibi bu cinayetlerden sonra “oh olsun, bir Türk daha öldürüldü” demeli, hatta mümkünse katili ellerimiz patlayana kadar alkışlamalıyız. Çünkü ancak bu sayede “katil ve barbar Türkler” olayları düşünmeye başlayabilirler….

Burada “Türk” sözcüğü önemlidir. Çünkü Düzkan’ın tüm yazısı bizim sol çevreleri büyük oranda esir almış olan uyduruk bir Türk – Kürt çatışması üstüne yükseliyor. Kürtlerin bile ezici çoğunluğunun PKK’yi, onun silahlı eylemlerini onaylamadığını bilmiyormuş gibi yapıyorlar. Çocukları zorla silah altına alınan ailelerin, hendek savaşlarıyla yuvaları yıkılan insanların, örgütün istismar ettiği gençlerin PKK’ye duyduğu tepkiyi, hatta nefreti görmezden geliyorlar. Çünkü Ayşe Düzkangiller, kandan besleniyorlar. En çok da Kürtlerin kanından.

Halk düşmanı ve Amerikan uşağı bir terör örgütünün cinayetlerini Türklerle Kürtler savaşıyormuş gibi göstermek işlerine geliyor, buradan ekmek yiyorlar, buradan iltifat görüyorlar. Aybüke’nin öldürüldüğü Kozluk ilçesine gidin, Ayşe Düzkan gibi “oh olsun” diyebilen bir Allah kulu bulamazsınız. Bu nefret, bu ölümseverlik ancak onların “entel” mahallelerinde görülür.

AB fonlarıyla, günlük avro ücretleriyle o forum senin bu gazete benim fink atanlar, üç kuruş öğretmen maaşı karşılığında Kürt çocuklarına hizmet etmek için canını feda etmiş bir emekçiyle alay ediyorlar. Onu, ailesini, hatırasını aşağılamaktan geri durmuyorlar. Kısaca “faşist tece’nin öğretmeni geberdi gitti” diyemedikleri için, hakaretlerini iyi kurulmuş cümlelerle, güya politik analizlerle süslüyorlar.

***
Ayşe Düzkan’ın yazısını neresinden tutacağımızı şaşırıyoruz. Belli ki müzik ve folklor bilgisi hayli kıttır. Pek çok türkünün iki dilde birden okunduğunu, ortak yaşamın olduğu her yerde en önce türkülerin ortaklaştığını bilmiyor. İsmi Moğolca “halah” ve Mançurca “hele” fiillerinden türemiş, tarihi Altaylarda yedi bin yıl önce yaşamış mezolit devri insanlarına kadar uzanan halayın tüm dünyaya Kürtlerden yayıldığını sanıyor. Neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir oyunu bir “milli savaş unsuru” haline getirmeye çalışıyor. Sonra da bu yalan yanlış bilgiler üzerinden kendi cahilliğini Aybüke’ye izafe ediyor. Hayatının baharında katledilmiş bir kadını milliyeti üzerinden aşağılaması yetmiyor, mesleği üzerinden de aşağılamaya kalkıyor.

***
Her terör eyleminden sonra Kandil derebeyleri “Türkler daha fazla can kaybetmek istemiyorlarsa oturup bu konuyu düşünsünler” diyorlar. Ayşe Düzkan da işte aynen öyle bir dille konuşuyor, katile tek söz etmiyor, çocuklarımızın öldürülmesinin sorumluluğunu getirip yine bizim omzumuza yüklüyor. Aynı dil mi dedim? Hayır, Ayşe Hanım daha ileri gidiyor, Aybüke’nin ailesine “kızının adını Aybüke koyarsan sonunun böyle olmasına da üzülmeyeceksin arkadaş” diyor. Akıl almaz bir şekilde, adeta PKK’ye yol gösteriyor, “Bakın böylesi isimler faşistlerin isimleridir, onları öldürürseniz hem kurşunlarınız boşa gitmez, hem de Türkler daha ciddi şekilde düşünürler” demeye getiriyor. Açık diyelim, onun kullandığı bu iğrenç dili PKK’nin elebaşları bile kullanmıyor.

Bir dincinin “ismi Deniz olanların, ismi Eylem olanların, ismi Mahir olanların hepsi dinsiz komünisttir, oh olsun onlara” diye yazıp, mesela, IŞİD’i mazur göstermeye çalıştığını düşünün. Ona nasıl bir tepki verirdiniz? İşte Ayşe Hanım aynen bunu yapıyor.

***
Böyle yazıp çizmenin kime ne faydası olur? Silahla, bombayla Türk Kürt demeden öldürenle, eline silah almamış, bütün ülküsü çocuklara şarkı türkü öğretmek olan emekçi bir kadını aynı kefeye koymanın barışa ne gibi bir katkısı olabilir? Cinayet işleyene, sivilleri acımasızca katledenlere tek söz etmeden ölenleri suçlamak, onların ailelerini suçlamak, insanları isimleri üzerinden yargılayıp ceza kesmek hangi vicdana sığar?

Tarih boyunca insanları dinine, kavmine, ırkına, diline göre ayırıp öldüren sayısız caniler olmuştu da, ismine göre tasnif etmek kimselerin aklına gelmemişti. Doğrusu, dünyanın en çirkin ideolojileri, en çürümüş rejimleri bile bu derecede bir arsızlık, insanlığa karşı böylesi bir hainlik üretememiştir.

Anlıyoruz ki Ayşe Düzkan gibilerin yaptıkları tüm işler birer paravan, solculukları da feministlikleri de yalan; tüm tarihleri, toplumu Kürt – Türk, Alevi – Sünni vs. şekilde kamplaştırabilmek için uğraşmakla geçmiş. Feminizm, kadın hakları, barışseverlik, insan hakları gibi sayısız kavramın içini boşaltıp etnikçiliğe, düşmanlığa, ayrımcılığa hizmet eder hale getirmişler. Çünkü kendilerine ancak böyle ekmek çıkıyor. Ceplerine kim para koydu, sırtlarını kim sıvazladı bilmiyoruz, ama Türkiye’nin Suriyeleşmesi için her tür hainliği yapabileceklerini biliyoruz.

Bize “aydın” diye pazarlanan bu parazitler, aslında toplumun aklına ve vicdanına musallat olmuş birer nefret komisyoncusudur. Ancak kazanamazlar. Geçmişte de kazanamadılar bundan sonra da kazanamayacaklar. Çünkü bu ülkede Kürt – Türk ayrım gözetmeksizin insanlara hizmet eden Aybükeler, nefret tohumları eken Ayşelerden daha çoktur, daha güçlüdür.

Deli Gaffar
12,06,2017

(*) Ayşe Düzkan’ın ilgili yazısı: https://www.artigercek.com/turkler-icin-dusunme-vakti