24 Temmuz 2017 Pazartesi

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-7

25 Şubat 1995 Cumartesi- Cumhuriyet Gazetesi / HALUK GERAY




  "IŞIK"ın ÖNSÖZÜ

 Yazının yayınlandığı tarih 25 Şubat 1995. 1990 yılında doğanlar daha 5 yaşındalar. Doğal olarak bugün 27 yaşında olan bu gençlerin o günleri anımsaması zor. Onlar kendilerini bildik bileli AKP tarafından yönetiliyorlar.

 Türkiye, bu yazının yayınlandığı yıllarda, 25 Haziran 1993 yılında iktidara gelen DYP-SHP koalisyonu tarafından yönetiliyor. Başbakan DYP Genel Başkanı Tansu Çiller.  5 Ekim 1995 tarihine kadar iktidarda kalacak olan bu 50.Hükümet’in kadrosunda kimler var bakalım: Erdal İnönü, Murat Karayalçın, Hikmet Çetin, Yıldırım Aktuna, Fikri Sağlar, Onur Kumbaracıbaşı, Türkan Akyol, Algan Hacaloğlu, Seyfi Oktay, Mehmet Moğultay, Nevzat Ayaz, Nahit Menteşe, Rıfat Serdaroğlu,…

   Bu hükümetin iktidarının daha 7. gününde Sivas Madımak Katliamı meydana geliyor, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” diyerek Aziz Nesin’i suçluyordu. Bu hükümet iktidara gelmeden hemen bir ay önce de, 24 Mayıs 1993 tarihinde, Bingöl-Elazığ Karayolu’nda araçların yolunu kesen PKK militanları, usta birliklerine giden ve askerliklerini tamamlayıp memleketlerine dönmekte olan üniformasız askerlerin olduğu otobüsleri durdurarak 33’ü asker, 40 kişiyi kurşuna diziyordu. Yine bu hükümetin iktidar döneminde, 30 Haziran 1993’de Mardin Yalım Köyü Hamzabey mezrasında ikisi bebek, ikisi çocuk, ikisi kadın toplam yedi kişiyi katlediyor, 5 Temmuz 1993 tarihinde de Erzincan’ın Kemaliye İlçesi Başbağlar Köyü’nde 33 kişiyi katlediyor ve köyü ateşe veriyordu. Aynı PKK, 25 Ekim 1993 tarihinde de, Bitlis’in Yolalan Beldesi’nde 4 öğretmeni ve iki yaşındaki bir öğretmen çocuğunu vahşice katlediyordu.

   1994 yılında ekonomik kriz patlak veriyor, Faiz hadleri Hazine bonolarında yüzde 400’ü aşarken TEFE yüzde 121, TÜFE yüzde 106’lı rakamlara sıçrıyordu. Yarım milyon kişi işsiz kalıyordu. 5 Nisan 1994 kararları kapsamında yapılan devalüasyonla dolar 40 bin lirayı, ekim ayında 50 bin lirayı aşıyordu. 1993 yılında kişi başına 3.056 dolar olan kişi başı milli gelir, 1994’de 2.161 dolara iniyordu.

  Kısacası, Türkiye, o yıllarda içeride “yangın yeri”ni andırıyordu. Uluslararası ilişkiler açısından emperyalizmin ülkemizde oynadığı oyunlar, hedefleri ve buna yönelik izlediği strateji yine bugünkü gibiydi. Türkiye’yi, o yıllarda da, “irtica” ve“kürtçülük” üzerinden sıkıştırıyor, hedeflerine uygun olarak biçimlendirmeye çalışıyordu. Aşağıdaki yazı, 25 Şubat 1995 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan, “Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye” dizisinin son bölümünü oluşturuyor ve “Avrupa’da Farklı Hesaplar” başlığını taşıyor. Görüleceği gibi, Türkiye’nin, dışarıda da karşılaştığı sorunlar ve baskılar bugünden çok farklı değil!

  Bugün, mümkün olsa, bazı çevrelerce “havada kapılacak” yukarıdaki hükümet kadrosuna rağmen, Türkiye içeride ve dışarıda sıkıntılar yaşıyordu. “Hafıza-i beşer nisyan ile malul”, o nedenle, bugünü değerlendirirken sık sık geçmişe bir bakmak gerekiyor. Asıl “büyük oyun” dışarıda oynanıyor ve bizim gibi ülkeler de, bu oyuna göre biçimlendiriliyor. Oyuna uyum sağlayamayanlar anında değiştirilerek, yeni aktörler oyuna dahil ediliyor.


  Bu döngüyü kırmanın tek bir çaresi mevcut, o da “emperyalizm”e karşı ortak mücadele…Bu yapılmadıkça, “Recep” gitmiş, “Kemal” gelmiş hiç fark etmez!


-7-

Avrupa’da Farklı Hesaplar

   Türkiye, 'Soğuk Savaş' döneminde Avrupa ile Sovyetler Birliği arasında bir tampon oluşturuyordu. Yeni dünya düzeni, Avrupa açısından da Türkiye'nin rolünün tanımlanmasını gerektirmiştir Bugün için de çoğunluğunu Müslüman ülkelerinin oluşturduğu, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya'daki ülkelerle Avrupa arasındaki köprü, Türkiye'dir. Türkiye, güvenlik stratejileri nedeniyle önemli görülse de Avrupa ülkelerinin önde gelenlerinin kendi ulusal stratejileri de vardır.

   Yeni dünya düzeni, Avrupa'da birleşmiş bir Almanya eksenini ortaya çıkardı. Almanya'nın ekonomik stratejisi, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinin ucuz iş gücünü düşük katma değerli kitle üretimi için kullanmasına dayanıyor. Almanya'nın Doğu politikası; eski Sovyetler Birliği'nin askeri ve politik dikkatini Güney'de Müslümanlara, Türk gruplara ve devletlere; Doğu'da Pasifik ve Çin'e döndürmeye; bir başka deyişle Batı’ya döndürmemeye dayanıyor. Almanya'nın, İran gibi ülkelerle oluşturduğu göreceli yakınlık, Cemalettin Kaplan ve köktendincilere gösterdiği hoşgörünün ardında bu Doğu politikası yatıyor.

Militan Kürt politikası

   Almanya. petrol bölgesinde bir an önce sağlanacak istikrarın ABD ve İngiltere'nin işine geleceğini düşünüyor. Körfez krizi sırasında Japonya ve Almanya'nın, ABD'ye desteğinin çekinceli olmasının bir nedeni de Ortadoğu'daki petrol sahibi ülkeler üzerindeki ABD etkisinin artmasının, gelecekte Arap devletlerinin petrol fiyatlandırma politikasını kontrol etmesinden çekinmesi olarak açıklanmaktadır.(*) Bu nedenle Ortadoğu'da Anglosakson çözümün işine gelmemesi ve Kürt sorunundaki çözümde geri kalmamak isteği nedeniyle oldukça 'militan' bir Kürt politikası uyguluyor Almanya. Ayrıca, Doğu Avrupa'dan Orta Asya'ya kadar bulunan Alman azınlıkların haklarını savunması gereği de önem taşıyor. Almanya tarihsel olarak Kafkaslar, Doğu Avrupa ve Sovyetler'i hep hinterlandı olarak gördü. Yeni dünya düzeniyle birlikte Doğu Almanya'yla birleşen Almanya, Doğu Avrupa ve Sovyet pazarlarında bir numaralı Batı ülkesi olma konumunu koruyor.

   194O'lı yılların Nazi Almanyası ile Türkiye arasındaki ilişkilerin önemli bir boyutu, Kafkaslar ve Orta Asya'ydı. Türk Turancıları, İnönü'yü Nazileri desteklemesi için kışkırtmışlardı. Plan, İnönü tarafından reddedildi. Yarım asır sonra Kafkaslar ve Orta Asya; Almanya ve Türkiye ilişkilerinde yeniden gündeme giriyordu. Alman Başbakanı Helmut Kohl, 1993 Mayıs ayında Ankara'yı ziyaret etti. Ankara, PKK'nin yasaklanmasını istiyor, ayrıca Orta Asya'da işbirliği yapılmasını öneriyordu. Doğu politikasında Türkiye'nin rakip değil, ortak olması isteniyordu. Olaylar, Almanya'nın Türkiye'yi henüz kendine partner seçmediğini göstermektedir.(**)

   Almanya'nın azınlıklar konusundaki hassas tutumuyla da beslenen saldırgan Kürt politikası iki ülke arasındaki ilişkileri oldukça gerginleştirmiştir. Türkiye, Alman hükümetinin Kürt ve köktendinci militanlara kendi topraklarında gösterdiği hoşgörülü tutumunu değiştirmesini istiyordu. Almanya ise Türkiye'yi insan hakları konusunda topa tutmaya devam ediyordu. Almanya'nın, Türkiye'ye gönderdiği askeri yardıma ilişkin çekinceli yaklaşımı sürerken Bonn hükümeti, Kuzey Irak'taki Kürt gruplara askeri yardıma devam ediyordu. Almanya'nın Kuzey Irak'ta bulunan PKK'ye askeri yardımda bulunduğu iddiaları da basında yer alıyordu.


Almanya, petrol bölgesinde bir an önce sağlanacak istikrarın ABD ve Ingiltere'nin işine geleceğini düşünüyor. Bu nedenle Ortadoğu'da Anglosakson çözümün işine gelmemesi ve Kürt sorununda geri kalmamak isteği nedeniyle oldukça 'militan' bir Kürt politikası uyguluyor.


Fransa: Laik Türkiye

   Tarihte din ve mezhep kavgalarının kanlı biçimler aldığı Fransa için laiklik bugün de önem taşıyor. Ancak bugün, İslamiyet laiklik ilişkisi Fransa için daha da önemli. Geleneksel olarak Kuzey Afrika ülkeleriyle yakın olan Fransa'da, milyonlarca Kuzey Afrika kökenli insan yaşıyor. Şimdiden yaklaşık 5 milyon kişiyle Müslüman kökenli insanın yaşadığı Fransa'da İslam, ikinci en büyük din durumunda. Kuzey Afrika'da köktendinci yükseliş sonucu gelen istikrarsızlık, Cezayir örneğinde görüldüğü gibi Fransa'yı hem içsel olarak gerginleştiriyor hem de milyonlarca insanın sınırlarına yığılması tehlikesini getiriyor. Bu nedenle geçen yıl Fransa, Kuzey Afrika ülkelerinin ekonomik durumlarının düzelmesi için yeni girişimler başlattı. Bu girişimlerde 'laik' Türkiye'nin yer alması Fransa için önemli. Hem ekonomisiyle hem de model olarak. Fransız basınında RP'ye yönelik eleştiri ve iddialarının yükselişinin arkasında bu neden var.

   Avrupa'nın Türkiye'yi Kürt sorunu konusunda sıkıştırmasına ilişkin olarak Ankara'da bazı kaygılar var. Avrupa başkentlerinin birindeki bir büyükelçimizin düşündükleri, bu kaygıları yansıtıyor:

   "Kürt meselesinin, insan haklarının ön plana çıkarıldığı bir dönemde, Avrupa yeni bir hüviyete kavuşuyor. Türkiye; şu anda köy basan, öğretmen öldüren teröristle çatışıyor. O zaman sen, beni niye sıkıştırıyorsun? Bunun tek bir izahı olabilir: Ben terörizmle, Kürt meselesiyle uğraşırken onlar Avrupa'yı büyütecekler, yeni bir yapıya kavuşturacaklar. Seni de Avrupa'nın dışında tutacaklar. Kürt meselesini halledersen, İslami fundamentalizmi öne çıkaracaklar: ‘Sende fundamentalizm var giremezsin.’ Yani her gün yeni bir tema karşımıza çıkarılıyor. Özetle ‘Senin çok meselen var, AB'ye onun için giremezsin' demeye getiriliyor.”

(*) Murat Yetkin, Ateş Hattında Aktif Politika, (İstanbul, Alan Yayınları). 1992s. 160
(**) Cumhuriyet. 18 Mayıs 1993.

BİTTİ



Prof. Dr. Cem Eroğul:
İnsan hakları, ulus devleti zayıflatmak için kullanılıyor

Prof. Cem Eroğul'un insan haklarıyla ilgili sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

- İnsan hakları konusunun yeni dünya düzeninde bazı ülkelerin amaçlarına ulaşmalarını sağlamalarının aracı olduğu gibi bir izlenim veriliyor. Sizce doğru mu?

   İnsan haklan masum bir konu değil. Aynı zamanda bir siyasal müdahale amacı da var. Gelişmiş ülkelerin içinde de çok önemli insan hakları ihlalleri var. Bunun ideolojik düzeyi de var. Toplumsal uygulamalara da yansıyor. Başta ABD siyahları olmak üzere ABD’nin de sorunları var. Bazı yerlere zenciler yerleşemiyor. Yasal hakkı var, ama uygulamaya bakarsanız ABD toplumunda büyük bir ayrımcılık vardır. Bütün gelişmiş Batıda olan bir olgu. Yabancılara karşı da var. Kendi ülkelerinde yurttaşlarına karşı da var. Onun için masum bir konu değil, ama işin masum yanı da var. Gelişmiş toplumlarda kamu vicdanı bir takım uygulamalara tepki duyuyor, oy almak isteyen siyasetçiler de ona uygun davranıyor. Bu boyutu da var.

   Nesnel olarak uluslararası sermayenin saldırısına karşı koyabilecek gücün ulusal devletler olabileceğinden söz etmiştim. Bakın geçmişte bağlantısızlar hareketinden çok korkulmuştu. Şimdi böyle bir durum asla tekrarlanmamalıdır. Dolayısıyla yıkılmış olan antiemperyalist hareketin tekrar canlanmaması gerekmektedir Bunun canlandırılabileceği toplumsal biçim, Ulusal devlettir. Ne yapılır? Ticari sermaye, mali sermaye serbestleşir. Öte yandan, insan hakları kullanılarak devletin en geleneksel yanını oluşturan kamu düzenini korumak işlevine bile karışılır. Dolayısıyla ulusal devlet, dört bir yandan kuşatılır ve etkisiz bırakılır.

- Son zamanlarda. Kemalizme sosyalist kesim de saldırıyor. Bazıları, Cem Boyner hareketine katılıyor. Kemalizm gerçekten öldü mü?

   Bence Kemalizmin antiemperyalist, ulus-devletçi ve ussallığı öne çıkarıcı özelliklerinin hâlâ toplumsal geçerliliği vardır. Canlıdır. Ama artık yeni toplumsal güçler tarafından omuzlanması lazımdır. Bu güçleri; işçi sınıfı, emekçiler ve bunda çıkarı olan diğer katmanlar olarak görüyorum. Fransa'da 1789 olmadan 1848 olmazdı.

  Kemalizm, Türkiye’nin 1789’udur Burjuva demokratik hareketine karşı çıkan, Sosyalist olamaz. Bu nedenle yeni dünya düzeni karşısında en büyük hedeftir Kemalizmin değerleri. İkinci cumhuriyetçiler gibilerinin en büyük aldatmacası, ordunun ve bürokrasinin Kemalizmi savunduğu iddiasıdır. Oysa bu bir yalandır. Devlet, Kemalizmi savunmuyor artık. Hele 12 Eylülcüler, Kemalizmi belli amaçlar için kullanarak onu iyice aşındırdılar. Kemalizmin ilerici değerlerini yaşatabilecek ve geliştirebilecek olan tek güç emekçiler cephesidir.


Yeni pazar: Yeni senaryo

   ABD Kongresi Türkiye'ye ikili anlaşmalar çerçevesinde vereceği askeri yardımın yüzde 10'unu insan hakları nedeniyle askıya almıştı. Avrupa Parlamentosu da birbiri ardına aldığı kararlarla Türkiye-Avrupa Karma Parlamento Komisyonu ile olan ilişkilerini dondurdu. Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nden çıkarılması -askeri darbe olmadığı bir dönemde ilk kez- gündeme geldi.

   Gümrük birliği görüşmeleri, insan haklan ve Kürt sorunu nedeniyle aralık ayında ertelendi. Avrupa Parlamentosu, aldığı bir kararla insan haklarında gelişmelerle gümrük birliği arasında ilşki kurdu. Gelişmeler, sadece DEP'lilerle ilgilı gelişmelere bağlamak yetersiz bir yaklaşımdır. DEP sorunu ortaya çıkmadan yaklaşık 15 ay önce, Aralık 1992'de eski ABD Dışişleri Bakan yardımcılarından Rozanne Rigdeway, Washington'da yaptığı bir konuşmada, Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerin odak noktasının 'Kürt sorunu ve askeri yardımlar' olacağını açıklıyordu. Böylece, Clinton döneminde ilişkilerin 'gergin' geçeceği haber veriliyordu. Hem de Kürt sorunu ve askeri yardım konuları yan yana getirilerek.

   ABD'nin çözüm önerisi

   1993'ün son günlerinde Türkiye’yi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Stephen Oxman, siyasi çözüm, kültürel özerklik, sivil çözüm gibi kavramlardan ne anlaşılması gerektiğini şöyle özetliyor:

   “Sivil siyasi çözüm veya bu çözümlere herhangi somut bir yol önermiyoruz. Bu, Türkiye'nin yapacağı bir şeydir. Ama Türkiye'nin toprak bütünlüğü, anayasası ve çok partili çoğulcu demokrasisi ile tutarlı; askeri olmayan sivil ve toplumsal çözümler izlenmesi gerektiğine inanıyoruz."

   Bu sözlerin altında ne yatıyor? ABD'nin bu formülasyonla, neleri yeterli görmediği ortaya çıkmaktadır.

   Diplomaside 'dile getirilmeyen', bazen söylenenden daha önemlidir. ABD'nin resmi formülasyonunda, geçen yıl, 'üniter devlet' kavramı yoktur. Onun yerine toprak bütünlüğünden söz ediliyor. Toprak bütünlüğü 'federasyon' için de geçerlidir. Siyasi çözümün vurgulanmasının da iki boyutunun olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan birincisi, hükümetin PKK'yle masaya oturması, ikincisi de PKK'nın dolaylı olarak TBMM'de bulunmasıdır. DEP konusu onun için önemlidir. Öcalan da Talabani'ye 1993 başında, hükumetle görüşmeyi istediklerini ve sorunun Türkiye’den ayrılmadan TBMM çatısı altında çözülebileceğini söylememiş miydi?

   Batılıların esas paniği, 1994 Nevruzu döneminde Talabani'nin ateşkes çabaları Ankara tarafından reddedildiği ve olayların kontrolünün güvenlik güçlerine geçtiği bir dönemde ortaya çıktı. DEP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından önce, ateşkese karşılık verilmesi, saldırılarda belli bir dengenin olması ("Size jetlerle saldırılmıyorsa havadan bombardıman yapılmasın") gerektiği gibı sözler, ‘yazılmamak şartıyla' gazetecilere fısıldanmaya başlamıştı. ABD'nin, askeri yardımı askıya alabileceği sözleri de DEP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından önce, yazılmamak şartıyla Batılılarca dile getiriliyordu.

  Türkiye'yi suçlayan kararlarda ortak bir nokta göze çarpıyordu. Kararlar, sanki bir anayasal cumhuriyette değil de bir diktatörlüğün olduğu rejimlerde uygulanabilir cinstendi. Türkiye'den DEP'lilerin derhal serbest bırakılması ve dokunulmazlıklarının iadesi isteniyordu.
DEP'lilere uygulanan maddelerin, suçlamaların bir kısmı ve maruz kaldıkları uygulamalar, Türkiye'nin kendi imzaladığı pek çok uluslararası anlaşmaya aykırı da olsa, yargılanmak amacıyla mahkemeye çıkan kişilerin 'derhal serbest bırakılmasını istemek’, üzüm yemekten çok bağcıyı dövmenin ön plana çıktığını gösteriyor. Üstelik böyle yapmakla, Türkiye'deki demokratikleşme sürecini zorlaştırdıklarının da farkında Batılılar.

Senaryolar da değişir

   Ülkeler, gelişmelere uygun olarak senaryoları her zaman yazarlar, yazdırırlar. Ancak senaryoların değişebileceğini vurgulamak gerekiyor. ABD'nin Türkiye'ye ilişkin senaryolarına katması gereken yeni bir unsur 1994'te ortaya çıktı. ABD Ticaret Bakanlığı, önemli bir çalışmayı geçen yıl tamamladı. ABD hükümetinin yaptığı çalışmada ‘dünyanın gelecekteki sekiz büyük pazarı' saptandı.

   Çin, Endonezya, Güney Kore, Hindistan, Türkiye, Güney Afrika, Arjantin ve Brezilya'nın yer aldığı bu ülkeler için ABD, daha farklı senaryolar geliştirebilir. Çünkü, ABD'nin uluslararası kapitalist sistemde gerilemesiyle birlikte, 'jeopolitik' yaklaşımların yerine 'jeoekonomik' yaklaşımların önem kazanacağı vurgulanmaktadır.


Dizinin Diğer Bölümleri İçin Bakınız:

1-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-1
(Atatürk’e Karşı Sinsi Plan)

2-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-2
(ABD'nin Tarikat Hesapları)

3-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-3
(Şeriatçılarla Uzlaşma Arayışı)
http://kaziminci.blogspot.com.tr/2017/06/yeni-dunya-duzeni-senaryolari-ve.html

4-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-4
(Dinsel ve Etnik Senaryolar)
http://kaziminci.blogspot.com.tr/2017/06/dunden-bugune-nasl-gelindi-yeni-dunya_30.html

5-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-5
(Musul Eksenli Kürt Tezleri)

6-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-6
(Senaryolar Gerçek Oluyor)