25 Şubat 1995 Cumartesi- Cumhuriyet
Gazetesi / HALUK GERAY
"IŞIK"ın ÖNSÖZÜ
Yazının yayınlandığı tarih 25 Şubat 1995. 1990 yılında doğanlar daha 5
yaşındalar. Doğal olarak bugün 27 yaşında olan bu gençlerin o günleri
anımsaması zor. Onlar kendilerini bildik bileli AKP tarafından yönetiliyorlar.
Türkiye,
bu yazının yayınlandığı yıllarda, 25 Haziran 1993 yılında iktidara gelen
DYP-SHP koalisyonu tarafından yönetiliyor. Başbakan DYP Genel Başkanı Tansu
Çiller. 5 Ekim 1995 tarihine kadar
iktidarda kalacak olan bu 50.Hükümet’in
kadrosunda kimler var bakalım: Erdal
İnönü, Murat Karayalçın, Hikmet Çetin, Yıldırım Aktuna, Fikri Sağlar, Onur
Kumbaracıbaşı, Türkan Akyol, Algan Hacaloğlu, Seyfi Oktay, Mehmet Moğultay,
Nevzat Ayaz, Nahit Menteşe, Rıfat Serdaroğlu,…
Bu hükümetin iktidarının daha 7. gününde Sivas Madımak Katliamı meydana geliyor, İçişleri Bakanı Mehmet
Gazioğlu “Aziz Nesin’in halkın
inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki
göstermiştir” diyerek Aziz Nesin’i
suçluyordu. Bu hükümet iktidara gelmeden hemen bir ay önce de, 24 Mayıs 1993 tarihinde, Bingöl-Elazığ Karayolu’nda araçların yolunu kesen PKK militanları,
usta birliklerine giden ve askerliklerini tamamlayıp memleketlerine dönmekte
olan üniformasız askerlerin olduğu otobüsleri durdurarak 33’ü asker, 40 kişiyi
kurşuna diziyordu. Yine bu hükümetin iktidar döneminde, 30 Haziran 1993’de Mardin Yalım Köyü Hamzabey mezrasında ikisi bebek, ikisi çocuk, ikisi
kadın toplam yedi kişiyi katlediyor, 5
Temmuz 1993 tarihinde de Erzincan’ın Kemaliye İlçesi Başbağlar Köyü’nde 33 kişiyi katlediyor ve köyü ateşe
veriyordu. Aynı PKK, 25 Ekim 1993
tarihinde de, Bitlis’in Yolalan
Beldesi’nde 4 öğretmeni ve iki yaşındaki bir öğretmen çocuğunu vahşice
katlediyordu.
1994 yılında ekonomik kriz patlak veriyor, Faiz hadleri
Hazine bonolarında yüzde 400’ü aşarken TEFE yüzde 121, TÜFE yüzde 106’lı
rakamlara sıçrıyordu. Yarım milyon kişi işsiz kalıyordu. 5 Nisan 1994 kararları
kapsamında yapılan devalüasyonla dolar 40 bin lirayı, ekim ayında 50 bin lirayı
aşıyordu. 1993 yılında kişi başına 3.056 dolar olan kişi başı milli gelir, 1994’de
2.161 dolara iniyordu.
Kısacası, Türkiye, o yıllarda içeride “yangın
yeri”ni andırıyordu. Uluslararası ilişkiler açısından emperyalizmin ülkemizde
oynadığı oyunlar, hedefleri ve buna yönelik izlediği strateji yine bugünkü
gibiydi. Türkiye’yi, o yıllarda da, “irtica” ve“kürtçülük” üzerinden
sıkıştırıyor, hedeflerine uygun olarak biçimlendirmeye çalışıyordu. Aşağıdaki
yazı, 25 Şubat 1995 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan, “Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye”
dizisinin son bölümünü oluşturuyor ve “Avrupa’da
Farklı Hesaplar” başlığını taşıyor. Görüleceği gibi, Türkiye’nin, dışarıda da karşılaştığı sorunlar
ve baskılar bugünden çok farklı değil!
Bugün, mümkün olsa, bazı çevrelerce “havada kapılacak” yukarıdaki hükümet
kadrosuna rağmen, Türkiye içeride ve dışarıda sıkıntılar yaşıyordu. “Hafıza-i
beşer nisyan ile malul”, o nedenle, bugünü değerlendirirken sık sık geçmişe bir
bakmak gerekiyor. Asıl “büyük oyun” dışarıda oynanıyor ve bizim gibi ülkeler
de, bu oyuna göre biçimlendiriliyor. Oyuna uyum sağlayamayanlar anında
değiştirilerek, yeni aktörler oyuna dahil ediliyor.
Bu
döngüyü kırmanın tek bir çaresi mevcut, o da “emperyalizm”e karşı ortak mücadele…Bu
yapılmadıkça, “Recep” gitmiş, “Kemal” gelmiş hiç fark etmez!
-7-
Avrupa’da Farklı Hesaplar
Türkiye, 'Soğuk
Savaş' döneminde Avrupa ile Sovyetler Birliği arasında bir tampon
oluşturuyordu. Yeni dünya düzeni, Avrupa açısından da Türkiye'nin rolünün
tanımlanmasını gerektirmiştir Bugün için de çoğunluğunu Müslüman ülkelerinin oluşturduğu,
Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya'daki ülkelerle Avrupa arasındaki köprü,
Türkiye'dir. Türkiye, güvenlik stratejileri nedeniyle önemli görülse de Avrupa
ülkelerinin önde gelenlerinin kendi ulusal stratejileri de vardır.
Yeni dünya düzeni,
Avrupa'da birleşmiş bir Almanya eksenini ortaya çıkardı. Almanya'nın ekonomik
stratejisi, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve diğer Doğu Avrupa
ülkelerinin ucuz iş gücünü düşük katma değerli kitle üretimi için kullanmasına
dayanıyor. Almanya'nın Doğu politikası; eski Sovyetler Birliği'nin askeri ve
politik dikkatini Güney'de Müslümanlara, Türk gruplara ve devletlere; Doğu'da
Pasifik ve Çin'e döndürmeye; bir başka deyişle Batı’ya döndürmemeye dayanıyor.
Almanya'nın, İran gibi ülkelerle oluşturduğu göreceli yakınlık, Cemalettin
Kaplan ve köktendincilere gösterdiği hoşgörünün ardında bu Doğu politikası
yatıyor.
Militan Kürt politikası
Almanya. petrol
bölgesinde bir an önce sağlanacak istikrarın ABD ve İngiltere'nin işine
geleceğini düşünüyor. Körfez krizi sırasında Japonya ve Almanya'nın, ABD'ye
desteğinin çekinceli olmasının bir nedeni de Ortadoğu'daki petrol sahibi ülkeler
üzerindeki ABD etkisinin artmasının, gelecekte Arap devletlerinin petrol fiyatlandırma
politikasını kontrol etmesinden çekinmesi olarak açıklanmaktadır.(*) Bu nedenle Ortadoğu'da Anglosakson
çözümün işine gelmemesi ve Kürt sorunundaki çözümde geri kalmamak isteği
nedeniyle oldukça
'militan' bir Kürt politikası
uyguluyor Almanya. Ayrıca,
Doğu Avrupa'dan Orta
Asya'ya kadar bulunan
Alman azınlıkların haklarını
savunması gereği de önem
taşıyor. Almanya tarihsel olarak
Kafkaslar, Doğu Avrupa ve
Sovyetler'i hep hinterlandı olarak
gördü. Yeni dünya düzeniyle birlikte
Doğu Almanya'yla birleşen
Almanya, Doğu Avrupa ve
Sovyet pazarlarında bir
numaralı Batı ülkesi olma konumunu
koruyor.
194O'lı yılların Nazi Almanyası ile Türkiye
arasındaki ilişkilerin önemli bir boyutu, Kafkaslar ve Orta Asya'ydı.
Türk Turancıları, İnönü'yü Nazileri desteklemesi
için kışkırtmışlardı. Plan, İnönü tarafından reddedildi. Yarım asır sonra
Kafkaslar ve Orta Asya; Almanya ve Türkiye ilişkilerinde yeniden gündeme
giriyordu. Alman Başbakanı Helmut Kohl,
1993 Mayıs ayında Ankara'yı ziyaret etti. Ankara, PKK'nin yasaklanmasını
istiyor, ayrıca Orta Asya'da işbirliği yapılmasını öneriyordu. Doğu
politikasında Türkiye'nin rakip değil, ortak olması isteniyordu. Olaylar,
Almanya'nın Türkiye'yi henüz kendine partner seçmediğini göstermektedir.(**)
Almanya'nın azınlıklar konusundaki hassas
tutumuyla da beslenen saldırgan Kürt politikası iki ülke arasındaki ilişkileri
oldukça gerginleştirmiştir. Türkiye, Alman hükümetinin Kürt ve köktendinci
militanlara kendi topraklarında gösterdiği hoşgörülü tutumunu değiştirmesini
istiyordu. Almanya ise Türkiye'yi insan hakları konusunda topa tutmaya devam
ediyordu. Almanya'nın, Türkiye'ye gönderdiği askeri yardıma ilişkin çekinceli
yaklaşımı sürerken Bonn hükümeti, Kuzey Irak'taki Kürt gruplara askeri yardıma
devam ediyordu. Almanya'nın Kuzey Irak'ta bulunan PKK'ye askeri yardımda
bulunduğu iddiaları da basında yer alıyordu.
Almanya, petrol
bölgesinde bir an önce sağlanacak istikrarın ABD ve Ingiltere'nin işine geleceğini düşünüyor.
Bu nedenle Ortadoğu'da Anglosakson çözümün işine gelmemesi ve Kürt sorununda
geri kalmamak isteği nedeniyle oldukça 'militan' bir Kürt politikası uyguluyor.
Fransa: Laik
Türkiye
Tarihte din ve mezhep kavgalarının kanlı
biçimler aldığı Fransa için laiklik bugün de önem taşıyor. Ancak bugün, İslamiyet
laiklik ilişkisi Fransa için daha da önemli. Geleneksel olarak Kuzey Afrika
ülkeleriyle yakın olan Fransa'da, milyonlarca Kuzey Afrika kökenli insan
yaşıyor. Şimdiden yaklaşık 5 milyon kişiyle Müslüman kökenli insanın yaşadığı
Fransa'da İslam, ikinci en büyük din durumunda. Kuzey Afrika'da köktendinci
yükseliş sonucu gelen istikrarsızlık, Cezayir örneğinde görüldüğü gibi
Fransa'yı hem içsel olarak gerginleştiriyor hem de milyonlarca insanın
sınırlarına yığılması tehlikesini getiriyor. Bu nedenle geçen yıl Fransa, Kuzey
Afrika ülkelerinin ekonomik durumlarının düzelmesi için yeni girişimler başlattı.
Bu girişimlerde 'laik' Türkiye'nin yer alması Fransa için önemli. Hem ekonomisiyle
hem de model olarak. Fransız basınında RP'ye yönelik eleştiri ve iddialarının
yükselişinin arkasında bu neden var.
Avrupa'nın Türkiye'yi Kürt sorunu konusunda
sıkıştırmasına ilişkin olarak Ankara'da bazı kaygılar var. Avrupa
başkentlerinin birindeki bir büyükelçimizin düşündükleri, bu kaygıları
yansıtıyor:
"Kürt
meselesinin, insan haklarının ön plana çıkarıldığı bir dönemde, Avrupa yeni bir
hüviyete kavuşuyor. Türkiye; şu anda köy basan, öğretmen öldüren teröristle
çatışıyor. O zaman sen, beni niye sıkıştırıyorsun? Bunun tek bir izahı
olabilir: Ben terörizmle, Kürt meselesiyle uğraşırken onlar Avrupa'yı büyütecekler,
yeni bir yapıya kavuşturacaklar. Seni de Avrupa'nın dışında tutacaklar. Kürt
meselesini halledersen, İslami fundamentalizmi öne çıkaracaklar: ‘Sende fundamentalizm
var giremezsin.’ Yani her gün yeni bir
tema karşımıza çıkarılıyor. Özetle ‘Senin çok meselen var, AB'ye onun için
giremezsin' demeye getiriliyor.”
(*) Murat Yetkin,
Ateş Hattında Aktif Politika, (İstanbul, Alan Yayınları). 1992s. 160
(**) Cumhuriyet. 18
Mayıs 1993.
BİTTİ
Prof. Dr. Cem
Eroğul:
İnsan
hakları, ulus devleti zayıflatmak için kullanılıyor
Prof. Cem Eroğul'un
insan haklarıyla ilgili sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
- İnsan hakları konusunun yeni dünya düzeninde bazı
ülkelerin amaçlarına ulaşmalarını sağlamalarının aracı olduğu gibi bir izlenim
veriliyor. Sizce doğru mu?
İnsan haklan masum bir konu değil. Aynı
zamanda bir siyasal müdahale amacı da var. Gelişmiş ülkelerin içinde de çok
önemli insan hakları ihlalleri var. Bunun ideolojik düzeyi de var. Toplumsal
uygulamalara da yansıyor. Başta ABD siyahları olmak üzere ABD’nin de sorunları
var. Bazı yerlere zenciler yerleşemiyor. Yasal hakkı var, ama uygulamaya bakarsanız
ABD toplumunda büyük bir ayrımcılık vardır. Bütün gelişmiş Batıda olan bir olgu.
Yabancılara karşı da var. Kendi ülkelerinde yurttaşlarına karşı da var. Onun
için masum bir konu değil, ama işin masum yanı da var. Gelişmiş toplumlarda
kamu vicdanı bir takım uygulamalara tepki duyuyor, oy almak isteyen siyasetçiler
de ona uygun davranıyor. Bu boyutu da var.
Nesnel olarak uluslararası sermayenin
saldırısına karşı koyabilecek gücün ulusal devletler olabileceğinden söz
etmiştim. Bakın geçmişte bağlantısızlar hareketinden çok korkulmuştu. Şimdi
böyle bir durum asla tekrarlanmamalıdır. Dolayısıyla yıkılmış olan antiemperyalist
hareketin tekrar canlanmaması gerekmektedir Bunun canlandırılabileceği
toplumsal biçim, Ulusal devlettir. Ne yapılır? Ticari sermaye, mali sermaye
serbestleşir. Öte yandan, insan hakları kullanılarak devletin en geleneksel yanını
oluşturan kamu düzenini korumak işlevine bile karışılır. Dolayısıyla ulusal devlet,
dört bir yandan kuşatılır ve etkisiz bırakılır.
- Son zamanlarda. Kemalizme sosyalist kesim de
saldırıyor. Bazıları, Cem Boyner hareketine katılıyor. Kemalizm gerçekten öldü
mü?
Bence Kemalizmin antiemperyalist,
ulus-devletçi ve ussallığı öne çıkarıcı özelliklerinin hâlâ toplumsal
geçerliliği vardır. Canlıdır. Ama artık yeni toplumsal güçler tarafından omuzlanması
lazımdır. Bu güçleri; işçi sınıfı, emekçiler ve bunda çıkarı olan diğer
katmanlar olarak görüyorum. Fransa'da 1789 olmadan 1848 olmazdı.
Kemalizm, Türkiye’nin 1789’udur Burjuva
demokratik hareketine karşı çıkan, Sosyalist olamaz. Bu nedenle yeni dünya
düzeni karşısında en büyük hedeftir Kemalizmin değerleri. İkinci cumhuriyetçiler
gibilerinin en büyük aldatmacası, ordunun ve bürokrasinin Kemalizmi savunduğu
iddiasıdır. Oysa bu bir yalandır. Devlet, Kemalizmi savunmuyor artık. Hele 12
Eylülcüler, Kemalizmi belli amaçlar için kullanarak onu iyice aşındırdılar.
Kemalizmin ilerici değerlerini yaşatabilecek ve geliştirebilecek olan tek güç
emekçiler cephesidir.
Yeni pazar: Yeni senaryo
ABD Kongresi Türkiye'ye ikili anlaşmalar
çerçevesinde vereceği askeri yardımın yüzde 10'unu insan hakları nedeniyle askıya
almıştı. Avrupa Parlamentosu da birbiri ardına aldığı kararlarla Türkiye-Avrupa
Karma Parlamento Komisyonu ile olan ilişkilerini dondurdu. Türkiye'nin Avrupa
Konseyi'nden çıkarılması -askeri darbe olmadığı bir dönemde ilk kez- gündeme geldi.
Gümrük birliği görüşmeleri, insan haklan ve
Kürt sorunu nedeniyle aralık ayında ertelendi. Avrupa Parlamentosu, aldığı bir
kararla insan haklarında gelişmelerle gümrük birliği arasında ilşki kurdu.
Gelişmeler, sadece DEP'lilerle ilgilı gelişmelere bağlamak yetersiz bir yaklaşımdır.
DEP sorunu ortaya çıkmadan yaklaşık 15 ay önce, Aralık 1992'de eski ABD Dışişleri
Bakan yardımcılarından Rozanne Rigdeway,
Washington'da yaptığı bir konuşmada, Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerin
odak noktasının 'Kürt sorunu ve askeri yardımlar'
olacağını açıklıyordu. Böylece, Clinton
döneminde ilişkilerin 'gergin' geçeceği
haber veriliyordu. Hem de Kürt sorunu ve askeri yardım konuları yan yana getirilerek.
ABD'nin çözüm önerisi
1993'ün son günlerinde Türkiye’yi ziyaret
eden ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Stephen Oxman, siyasi çözüm, kültürel özerklik,
sivil çözüm gibi kavramlardan ne anlaşılması gerektiğini şöyle özetliyor:
“Sivil
siyasi çözüm veya bu çözümlere herhangi somut bir yol önermiyoruz. Bu, Türkiye'nin
yapacağı bir şeydir. Ama Türkiye'nin toprak bütünlüğü, anayasası ve çok partili
çoğulcu demokrasisi ile tutarlı; askeri olmayan sivil ve toplumsal çözümler
izlenmesi gerektiğine inanıyoruz."
Bu sözlerin altında ne yatıyor? ABD'nin bu
formülasyonla, neleri yeterli görmediği ortaya çıkmaktadır.
Diplomaside 'dile getirilmeyen', bazen söylenenden daha önemlidir. ABD'nin
resmi formülasyonunda, geçen yıl, 'üniter
devlet' kavramı yoktur. Onun yerine toprak bütünlüğünden söz ediliyor.
Toprak bütünlüğü 'federasyon' için
de geçerlidir. Siyasi çözümün vurgulanmasının da iki boyutunun olduğu anlaşılmaktadır.
Bunlardan birincisi, hükümetin PKK'yle masaya oturması, ikincisi de PKK'nın
dolaylı olarak TBMM'de bulunmasıdır. DEP konusu onun için önemlidir. Öcalan da
Talabani'ye 1993 başında, hükumetle görüşmeyi istediklerini ve sorunun Türkiye’den
ayrılmadan TBMM çatısı altında çözülebileceğini söylememiş miydi?
Batılıların esas paniği, 1994 Nevruzu döneminde
Talabani'nin ateşkes çabaları Ankara tarafından reddedildiği ve olayların
kontrolünün güvenlik güçlerine geçtiği bir dönemde ortaya çıktı. DEP'li milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının kaldırılmasından önce, ateşkese karşılık verilmesi,
saldırılarda belli bir dengenin olması ("Size
jetlerle saldırılmıyorsa havadan bombardıman yapılmasın") gerektiği
gibı sözler, ‘yazılmamak şartıyla'
gazetecilere fısıldanmaya başlamıştı. ABD'nin, askeri yardımı askıya
alabileceği sözleri de DEP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından önce,
yazılmamak şartıyla Batılılarca dile getiriliyordu.
Türkiye'yi suçlayan kararlarda ortak bir nokta
göze çarpıyordu. Kararlar, sanki bir anayasal cumhuriyette değil de bir diktatörlüğün
olduğu rejimlerde uygulanabilir cinstendi. Türkiye'den DEP'lilerin derhal
serbest bırakılması ve dokunulmazlıklarının iadesi isteniyordu.
DEP'lilere
uygulanan maddelerin, suçlamaların bir kısmı ve maruz kaldıkları uygulamalar,
Türkiye'nin kendi imzaladığı pek çok uluslararası anlaşmaya aykırı da olsa,
yargılanmak amacıyla mahkemeye çıkan kişilerin 'derhal serbest bırakılmasını istemek’, üzüm yemekten çok bağcıyı
dövmenin ön plana çıktığını gösteriyor. Üstelik böyle yapmakla, Türkiye'deki
demokratikleşme sürecini zorlaştırdıklarının da farkında Batılılar.
Senaryolar da değişir
Ülkeler, gelişmelere uygun olarak senaryoları
her zaman yazarlar, yazdırırlar. Ancak senaryoların değişebileceğini vurgulamak
gerekiyor. ABD'nin Türkiye'ye ilişkin senaryolarına katması gereken yeni bir
unsur 1994'te ortaya çıktı. ABD Ticaret Bakanlığı, önemli bir çalışmayı geçen
yıl tamamladı. ABD hükümetinin yaptığı çalışmada ‘dünyanın gelecekteki sekiz büyük pazarı' saptandı.
Çin, Endonezya, Güney Kore, Hindistan,
Türkiye, Güney Afrika, Arjantin ve Brezilya'nın yer aldığı bu ülkeler için ABD,
daha farklı senaryolar geliştirebilir. Çünkü, ABD'nin uluslararası kapitalist
sistemde gerilemesiyle birlikte, 'jeopolitik' yaklaşımların yerine 'jeoekonomik'
yaklaşımların önem kazanacağı vurgulanmaktadır.
Dizinin Diğer Bölümleri İçin Bakınız:
1-Dünden Bugüne Nasıl
Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-1
(Atatürk’e Karşı
Sinsi Plan)
2-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya
Düzeni Senaryoları ve Türkiye-2
(ABD'nin Tarikat Hesapları)
3-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-3
(Şeriatçılarla
Uzlaşma Arayışı)
http://kaziminci.blogspot.com.tr/2017/06/yeni-dunya-duzeni-senaryolari-ve.html
4-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya
Düzeni Senaryoları ve Türkiye-4
(Dinsel ve Etnik Senaryolar)
http://kaziminci.blogspot.com.tr/2017/06/dunden-bugune-nasl-gelindi-yeni-dunya_30.html
5-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-5
(Musul
Eksenli Kürt Tezleri)
6-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya
Düzeni Senaryoları ve Türkiye-6
(Senaryolar Gerçek Oluyor)