20 Temmuz 2017 Perşembe

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-6

24 Şubat 1995 Cuma- Cumhuriyet Gazetesi / HALUK GERAY


-6-
Senaryolar Gerçek Oluyor

  Dizinin önceki bölümlerinde belirtildiği gibi, Irak'ta üniter devletin parçalanması ve federatif bir yapı oluşturulması ABD'nin işine gelmektedir. Eski CIA Ortadoğu uzmanı Fuller, Türki ye'nin Irakla yakınlaşmasını ve "Kürt konusundaki serbestlik yanlısı" politikaları devam ettirmemesini "en olumsuz senaryo" olarak nitelendiriyor ve bu durumda Türkiye'nin "yok olacağını", bu nedenle de "parçalanmanın" ABD tarafından bir iç savaşa tercih edilmesini öneriyordu. 1992'den sonraki gelişmeler, "olumsuz senaryoların" ilk bölümlerine uygundur.

  Saddam Hüseyin'in Kuveyti işgalinden sonra, Bağdat’ın saldırıları sonrasında Türkiye’ye kaçan Kuzey Iraklı Kürtlerin geri gitmeye ikna etmek gerekçesiyle Çekiç Güç olarak bilinen "Huzur Harekâtı" başlatıldı.

  İngiliz, Fransız, ABD ve Türk uçaklarından oluşan filo İncirlik Üssü'ne yerleşti. Çekiç Güç'ün yerleşmesinden sonra Kuzey Irak'ta 1992 yılında "yerel yönetim" seçimleri adı altında Kürt devleti oluşmaya başladı. Talabani bu seçimlerden önce 1991 Mart ayında ilk kez Türkiye'ye gelmiş ve Özal'la görüşmüştü. Kuzey Iraklı Kürtlere, "barışçıl bir seçim yaparsanız ‘de facto" (oldu bitti) yönetim yaratırsınız" mesajları ABD tarafından uçuruluyordu.(*)

  Talabani ve Kuzey Iraklı yetkililer, seçimlerin 1970'lerdeki özerklik anlaşması uyarınca ve Irak'ın toprak bütünlüğü çerçevesinde yapılacağını Türkiye’ye anlatarak, örtülü bir onay alıyorlardı. 1992 Mayısı'nda yapılan seçimlerden hemen sonra, Kuzey Iraklı Kürtlerin niyeti ortaya çıkıyordu. Kürtler, seçimlerden sonra oluşturdukları konseye "meclis", başkana "başbakan", güvenlik sorumlusuna da "savunma bakanı" ismini yakıştırıyorlardı.

  ABD'nin PKK konusuna yaklaşımlarındaki tavır değişikliği 1992 yılının ilk aylarında Bush yönetimi sırasında iyice ortaya çıkmaya başlamıştı. Resmi açıklamalarda, Türkiye'nin desteklendiği belirtilirken, yönetim içinde Türkiye'nin politikası konusundaki ikilik ortaya çıktı. ABD yönetiminde bir grup, PKK hareketinin terörist değil ayaklanmacı olduğunu savunmaya başlamıştı.

  Gelişmeler, Cumhuriyet gazetesinin 16 Ekim 1992 tarihli sayısında, Prof Dr. Erol Manisalı tarafından şöyle değerlendiriliyordu: "Kuzey Irak'ta adı federe de olsa Kürt devletinin kurulması, Körfez Krizinde planlanmış ve ABD, İngiltere ve Fransa tarafından desteklenerek onaylanmış bir gelişmedir. Almanya kendi oyun alanı olarak Doğu Avrupa ve Asya’ya ağırlık vermektedir. Bu arada Ortadoğu ve Kürt meselesinde tamamen devre dışı kalmamak için işi bir taraftan yakalamaya çalışmaktadır. Ama esas aktörler ABD, Fransa, İngiltere'dir. Bunlar, devlet kurulmasına sessiz kalarak Türkiye'yi gücendirmeden ayrı devlet kurulmasına izin vermişlerdir.”

  Türkiye, ABD ve diğer Batılı ülkelerin onayıyla, gelişmelerin bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına doğru ilerlediğini fark ederek harekete geçti. 16 Kasım 1992'de, Suriye, Türkiye ve İran, Irak toplantısı için bir araya geldiler. Yayımlanan bildiride, Irak'ta bir Kürt devleti kurulmasına karşı çıkıldı. Irak'ın parçalanmasını Türkiye, İran ve Suriye'nin kabul etmeyeceği açıklandı.

Batıdan PKK'ye destek

  ABD'nin resmi tutumu, PKK'nın terörist bir örgüt olduğunun kabulüne ve bu örgüte karşı Türkiye'nin "meşru mücadelesini" desteklemeye dayanmaktadır. Washington bununla birlikte, terörizme karşı mücadele edilirken, insan haklarının ihlal edilmemesini de istiyordu. Bu resmi politika gerçekte ne kadar uygulanıyordu? Çekiç Güç'ün oluşmasından sonra, Amerikan helikopterlerinin PKK'ye yardım ettiği iddiaları ortaya atılmaya başladı. Bu iddialar nedeniyle, 1992 yılından itibaren her kalkan uçağa Türk subaylar da alınmaya başlandı.

  Talabani'nin, bir yandan Türkiye'yle işbirliği yapar gibi gözükürken bir yandan da PKK'ye uzattığı destek anlamlıdır. 1992 Kasım’ında Türk ordusunun Güneydoğu-Kuzey Irak'ta hava
desteğiyle yaptığı harekât da Talabani’nin "oyun bozanlığı” ile karşılaşmıştı. Talabani operasyon sırasında PKK ile anlaşma yaparak, "silah bırakmaları karşılığı" kamplarda konaklaya bilmelerine fırsat vermişti.

  Bu nedenle operasyon tam başarılı olamamıştı. Talabani'nin ABD ile kurduğu trafiğin PKK'ye ilişkin tutumunda etkili olduğuna inanılmaktadır. Eğer ABD, resmi tutumunda olduğu gibi PKK'yı terörist bir örgüt olarak kabul etseydi, Talabani-PKK ilişkisini kesebilecek kozlara hiç şüphesiz sahipti. Ancak ABD, böyle davranmamakta, Talabani'nin PKK ile dans etmesine yeşil ışık yakmaktaydı. ABD, eski CIA uzmanlarının yazdıkları senaryoları uyguluyordu.

  Türkiye'nin Kuzey Irak ve Kürt sorununa ilişkin olarak politikalarında 1993 sonbaharından sonra ortaya çıkmaya başlayan değişim önem taşımaktadır.

  Eskı CIA yöneticilerinden Graham Fuller'ın 1993 yılındaki raporunda belirttiği "en olumsuz senaryo" Türkiye'nin Irak'la yakınlaşmasını ve Türkiye'de Kürtlere yönelik liberal politikaların sona erdirilmesini içeriyordu.

  Aslında Türkiye'nin bu yola yönelmesinde birden fazla etken rol oynamıştır Ancak Batı dünyasının Kuzey Irak'a yönelik planlarının ortaya çıkması ve Türkiye'ye yönelik planlarda PKK'nın koz olarak kullanılması en önemlileridir.

 1993 yılı Mart ayına doğru Nevruz gerginliği tırmanmaya başlamıştı. Bir önceki yılın Nevruz kutlamaları sırasında yaşananlar unutulmamıştı.

 Batılı elçiliklerden Washington’dakilere kadar herkesin kanısı, 1993 Nevruzu'nun da kanlı geçeceğiydi. Eski ABD Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz, 11 Mart 1993’ te Ankara’ya geldi. Görüşmelerde bulundu. Washington gayri resmi bir kanalla, “Nevruz'da kan görmek istemediğini" biIdiriyordu(**).

Ankara'da 'şahinler' Kazandı

  1993 başında Nevruz gerginliği tırmanırken Talabani'yse, Ankara'daki temsilcisi Serçil Kazaz aracılığıyla Cumhurbaşkanı Özal, Başbakan Demirel ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnö'ye PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ateşkes istediğini bildiriyordu.

  Abromowitz'in Ankara'da olduğu günlerde PKK'nin ateşkes istediği ortaya çıkıyordu! Aracı olarak da Talabani kanalı kullanılıyordu. Kazaz, Türkiye’deki liderlere verilen mesajı şöyle özetliyor:

  "PKK lideri. terorizmden vaz geçtiğini söylemiştir. Silahları bırakacaklar. Öcalan sorunun TBMM'de çözülmesini kabul ediyor. Şubat ayı ortasında Talabani Şam'a gidip Öcalan'la görüştü. ‘Silahları bırakacağız' dedi. 'Ayrı bir Kürt devleti talebinden vazgeçeceğiz' dedi. Kardeşliğe inandığını, sorunun ayrılma olmadan gerçekleşmesini istediğini söylüyor.” (***)

  Öcalan, bu haberlerin 14 Mart 1993'te gazetelere yansımasından hemen sonra Şam'da "kravatlı” bir basın toplantısı yapıyor, silahları bırakacaklarını ve Türkiye ile masaya oturmak istediklerini açıklıyordu. Batılı ülkeler, Dışişleri Bakanlığı'na "Türk hükümetinin terörist bir örgütle masaya oturmak konusundaki isteksizliğini anlayışla karşılıyoruz. Ancak, yapıcı bir yaklaşımla bu fırsatın değerlendirilmesini istiyoruz" mesajlarını gönderiyordu.


  PKK'nin ateşkes ilan etmesi ve Batılıların ‘fırsatın kullanılması’ yolundaki yaklaşımlarına karşılık Ankara'da iki farklı eğilim vardı. ‘Şahinler’, ateşkes ilan edilmesinin Batı'nın ve PKK'nın bir oyunu olduğunu iddia ediyorlar ve PKK'nin hem siyasi hem de askeri açıdan sıkıştığını vurgulayarak harekâtları kesmenin yanlış olacağını savunuyorlardı. Sonunda 'güvercinler'in dediği oldu. Büyük çaplı operasyonlar durduruldu. Nevruz gerginliği kan dökülmeden atlatıldı. Bu yumuşamanın ardından, hükümet "eylemlere karışanlara af” anlamına gelecek bir kararı tartışmaya başladı. Kararın kabul edildiği gün, Bingöl’de 33 askerin PKK tarafından öldürülmesi, ateşkesle başlayan süreci sona erdirdi. Kamuoyundaki iyimserlik bir anda yerini öfkeye bıraktı. 1993 yaz aylarından sonra Ankara'da üstünlük şahinlere geçiyordu. Çünkü 'güvercinler'in söyleyecek sözleri kalmamıştı. Batınında öyle... Ama gelecek yıla kadar...


Batı'nın PKK'ye karşı tavrındaki değişimin en belirgin gelişmesi 1993 Nevruz gerginliğinde yaşandı. Şam'da 'kravatlı' bir basın toplantısı düzenleyen Öcalan, silahları bırakacaklarını ye Türkiye ile masaya oturmak istediklerini açıklıyordu. Batılılar, Türkiye'ye "Türk hükümetinin terörist bir örgütle masaya oturmak istememesini anlayışla karşılıyoruz. Ancak, yapıcı bir yaklaşımla bu fırsatın değerlendirilmesini istiyoruz" mesajları gönderdiler.


  Türkiye'nin Irak'a karşı tutumundaki yumuşamanın da 1993 Ocak ayında ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ocak ayında yaşanan bir gerginlik, Türkiye'nin 'aktif politika’ yerine 'sağduyulu politika’ seçtiğinin belirtisiydi. 18 Ocak İ993 sabahı, 10.30 ve 11.30’da İncirlik'ten kalkan Çekiç Güç uçakları, Bağdat'ın, 36. Paralelin kuzeyinde aktif hale gelen radarlarına ve füze rampalarına saldırdı.

  18 ocak günü uzun bir gün oldu. İncirlik'ten sürekli uçaklar kalkıyordu. Koalisyon ülkeleri, Irak'ın füze bataryalarını ve radar sistemlerini “yok etmek" için İncirlik Üssü'nün kullanıma açılmasını Ankara"dan sözlü olarak talep ettiler.

  Sabahki saldırı ise ‘meşru müdafaa' olarak değerlendiriliyordu. ABD Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı, İngiltere ve Fransa büyükelçileri akşamüstü Demirel’le görüştüler. Ankara, İncirlik'in daha geniş boyutlu bir saldın için "kapsamı dışında' kullanılmasını istemiyordu.

 İnönü, ortaya çıkan durumu değerlendirmek için Irak'ın Ankara Büyükelçisi Mijvel El-Tıkriti’yi çağırdı. Aynı gün saat 18.30'da yapılan görüşmede İnönü, Tıkrıti'den ‘füzelerin çekilmesini ve gerginliğin arttırılmamasını' istedi. Irak Büyükelçisi, merkeze yolladığı telgrafta "Koalisyonun büyük bir saldırı başlatmayı hedeflediğini, Ankara'nın füzelerin geri çekilmesini istediğini Bağdat'a iletti. Füzeler çekildi. Türkiye ‘resmen’ İncirlik'in kullanımına izin vermeyi reddetmiş olmadı. Ama ABD ve Batılılar, resmen bir tepki vermemelerine karşın, Türkiye'nin bu isteksizliğini dikkatle not ettiler. (****)

(*) Turan Yavuz, ABD'nin Kürt Kartı. (İstanbul, Milliyet Yayınları). 1993, s. 221
(••) Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye. (İstanbul: Çınar Yayınları. 3. Basım). 1993. s. 223.
(***) Cumhuriyet, 14 Mart 1993.
ı****) Cumhuriyet, 19 Ocak 1993

Prof. Cem Eroğul, ABD'nin Kürt sorununa yaklaşımını değerlendirdi:

Kanayan yara ABD'nin çıkarına

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Cem Eroğul, Irak'ta bir Kürt devleti, Türkiye’de ise Kürt sorununun "kanayan bir yara" olmasının ABD'nin çıkarına geldiğini belirtti. Eroğul, sorularımıza şu yanıtları verdi.

- ABD'nin senaryolarında bağımsız ya da federe bir Kürt devleti görülüyor. Sizce ABD ne yapmak istiyor?

EROĞUL: Kürtçülük de tıpkı şeriatçılık gibi iki tarafı keskin bir kılıçtır. Geleneksel olarak Türkiye'de 1980 öncesinde feodal nitelikte aşiretçi bir hareketti. Daha sonra PKK'yle beraber daha ulusalcı antiemperyalist bir hareket olarak ortaya çıktı. Bu hareket Kürt unsurunu barındıran devletleri dizginlemek için büyük bir olanak veriyor. Türk burjuvazisi ulusalcı davranmak eğilimine girdiği zaman emperyalizmin elinde bir kozdur Kürt hareketi. Ama tehlikeli bir kozdur. Türkiye'deki, Irak'taki Kürtler antiemperyalist bir devlet oluşturarak sahneye çıkarsa, ABD'nin başını ağrıtır. Şu anda ortaya çıkacak böyle bir devlet, başlangıçta Batı'ya bağımlı da olsa bağımsızlıkçılığı gizli güç olarak taşıyan unsurlara da sahiptir. Kürt kozu, ABD'nin bu haliyle işine yarar. Çözülmemiş, sürekli kanayan bir yara. Türkiye için de İran için de Irak için de söylüyorum. Sürekli kullanılabilecek bir piyon olarak işine yarar.

- Ama ABD, Irak'ta federasyonu savunuyor.

EROĞUL: Irak'ın bölünmesi tartışılabilir. Irak sınırları içinde Kürt devleti ABD'nin işine gelebilir Niye? Böyle bir devlet Sünni bir devlet olacaktır. Dolayısıyla Irak'ın geleneksel İran karşıtlığı dengesini sağlayacaktır. Irak'ın toprak bütünlüğünün son bulması, bu bakımdan önemli bir kayıp yaratmayacaktır. Petrol sahasında gelişebilecek bir Arap milliyetçiliğine karşı dengeleyici etmen olacaktır. Üçüncüsü, İran ve Türkiye'ye karşı bir sopa görevi görebilecek bir devletçik olacaktır. Dördüncüsü, böyle bir devletçik, önemli bir petrol yatağına sahip olacaktır. İşletmek ve çıkarmak için ABD sermayesine muhtaç olacaktır. ABD'nin uydu devleti olacaktır. Böyle, milliyetçi olmayan bir Kürt devleti işine gelir. Türkiye’de durumun böyle devam etmesi işine gelir. Irak'taysa Kürt devleti işine gelir. Çünkü bölgeyi denetlemek açısından çok elverişlidir.

-ABD, Türkiye'nin Irak'ın bir bölümünü alabileceğini tartışıyor. Aynı yaklaşım Kemalizme düşman iç siyasi hareketler tarafından da paylaşılıyor.

EROĞUL: Uluslararası sermaye, Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile birlikte sınırlamalarından kurtulup adına küreselleşme denen süreci, hem iktisadi hem siyasi hem askeri boyutlarda gerçekleştirmeye başlamıştır. Türkiye'nin Misak-ı Milli sınırlarının dışına taşıp bölgesel bir işlev yüklenmesini istiyorlar, Kemalizm’e saldıranlar. Üstelik bunlar 'Turancılık’ görüntüsü altında, dünya emperyalizminin maşası olmaya oynuyorlar. Eski Garpçılıkla eski Türkçülüğün, Atatürkçülük düşmanlığı içinde birleşmesinden başka bir şey olarak görmüyorum bunları. Türkiye'nin sınırlan dışına taşmanın yeni dünya düzeni ile iç içe geçen bir yönü olduğunu düşünüyorum. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere uluslararası sermayenin, dünyaya hâkim olması için kendisine rakip imparatorluklara değil. ama kendine bağımlı uydu güçlere gereksinimi var. İşte bizimkiler bu uydu güçlerden biri olmaya talipler. Bu olayı daha çok İttihat ve Terakki'nin de seve seve sürdürdüğü Abdülhamit'in Alman emperyalizmine yamanma siyasetine benzetebiliriz. Yani bir büyük emperyalizmin kanadı altına girip kendisi için bir parsa toplamak. Ama bunun bir bedeli var. Dolayısıyla sermaye ikircikli bir durumda. Bir yandan ağa babalarıyla işbirliği yapıp dünya yağmasında pay kapmak istiyor. Bir taraftan da acaba çok kötü duruma düşer miyim korkusu da var.


Dizinin Diğer Bölümleri İçin Bakınız:

1-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-1
(Atatürk’e Karşı Sinsi Plan)

2-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-2
(ABD'nin Tarikat Hesapları)

3-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-3
(Şeriatçılarla Uzlaşma Arayışı)

4-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-4
(Dinsel ve Etnik Senaryolar)

5-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-5
(Musul Eksenli Kürt Tezleri)