10 Temmuz 2017 Pazartesi

Tutuklu Gazeteciler Sorunu

FETÖ davaları kapsamında bazı gazetecilerin yargılanacağı davanın iddianamesinin tamamlandığı haberi basına yansıdı. Ana muhalefet partisi bir süredir gazetecilerin hapse atılmasını Türkiye’de faşist bir rejimin olduğu iddiasının dayanaklarından biri olarak değerlendiriyor. Bu konu CHP ve HDP’yi ‘demokrasi’ talebi etrafında buluşturan konulardan biri. 

Bazıları Ahmet Altan, Ekrem Dumanlı gibi isimlerin ya da Özgür Gündem vb. basın-yayın organlarında çalışanların gazetecilik faaliyetlerinin suç kabul edilemeyeceğini savunuyor. Başta hükümet olmak üzere bazı çevreler de adı geçen kimselerin gazeteci olmadıklarını söylüyor. 

Tartışmanın dayandığı temel sorun gazetecilerin FETÖ ya da PKK bağlantısıyla suçlanıp suçlanamayacağı. Bu sorunun cevabı belirleyicidir. Çünkü bir kimsenin terör örgütü ile bağlantılı olması yani onun hesabına faaliyet göstermesi söz konusu ise onun gazeteci, öğretim üyesi, şair, müzisyen ya da sıhhi tesisatçı olması sonucu değiştirmeyecektir.

İlk olarak şunu saptayalım: Gazetecilik dünyanın her yerinde ve her zaman esas olarak geniş anlamda siyasal bir faaliyettir. Medyanın kamuoyunu yansıtma işlevi ile onu imal etme işlevi iç içe geçmiş haldedir. Medya olanı aktarırken dahi onun duyulmasına ve haberdarlığın yaygınlaşmasına aracılık eder. Kaldı ki, neyi duyuracağına ve hangi üslupla duyuracağına karar verme güdüsü esas olarak siyasaldır. Bazı haberlerin verilmesi kadar verilmemesi de siyasal bir tercihi yansıtır. Açıkça siyasal bir tavır almayan ve gazeteciliği para kazanma güdüsüyle yapan ‘merkez’ veya ‘ana akım’ olarak nitelendirilen ticari medya kuruluşları bu tanımın dışında yer almazlar. Ticari medyanın haber tercihlerine baktığımızda memleketin hırsızlık, dolandırıcılık, trafik kazaları veya hangi yemeği nasıl pişireceğimiz dışında bir meselesi yokmuş gibi görünür. Mahalle yanarken saç taramak da son tahlilde siyasal bir tercihi yansıtır.

Gazetecilik ve siyaset ilişkisi, bu mesleğin 19. yüzyıldaki doğuşuna mündemiçtir ve onun ayrılmaz bir parçasıdır. Modern toplumun kurumsallaşması sürecinde okuryazarlığın artışı, periyodik yayınların belli satış rakamlarına ulaşabilmesini mümkün kıldı. Böylece gazete satışlarıyla sürdürülebilen bir mali kaynağın yaratılması mümkün hale geldi. Örneğin ABD’de 1850’lerde toplam yüz gazete basılıyor ve toplamda ortalama 800 bin satış yapıyordu.

1890’lara gelindiğinde basılan gazete sayısı 900’e ve okur sayısı 8 milyona çıkmıştı.1 Bu patlamanın sadece okuryazar sayısı ile değil Amerikan iç savaşının toplumu politikleştirmesi ile yakından ilişkisi olduğu söylenebilir. Siyasal aktörlerin kendi programlarını kitlelere aktaracak medyalara ihtiyaçları varken, politikleşen ve siyasal öznelere dönüşen kitlelerin de olup biteni öğrenmek ve kanaat geliştirmek için medyalara ihtiyaçları vardır. Yakın tarihimizde Yeni Osmanlı hareketini Namık Kemal’in Tasvir-i Efkâr’ından, İttihat ve Terakki’yi Meşveret’ten ayrı düşünmek mümkün değildir. Mustafa Kemal’in Sivas’a gelir gelmez ilk işi İrade-i Milliye (daha sonra Hâkimiyet-i Milliye) gazetesini örgütlemek olmuştu.

Nazlı Ilıcak ve Mehmet Altan gibi isimlerin eline hiç silah almamış gazeteciler oldukları bir gerçektir. Ya da bu bağlamda tutuklanan HDP’li milletvekillerinin başkalarına çok aykırı gelse bile sadece fikirlerini savundukları söylenebilir. Buradan hareketle fikre fikirle karşılık vermek gerektiği, gazeteci ve siyasilere yönelik hapis tedbirinin antidemokratik olduğu belirtiliyor. 

Burada tartışmanın taraflarını bekleyen iki yönlü bir tuzak var. İşimize gelmeyen fikirlere karşı devletin zor gücünü bir Demokles Kılıcı gibi kullanmayı savunan antidemokratik bir tutuma savrulmak birinci tuzak. Demokrasinin tarihsel ve toplumsal koşullardan bağımsız bir ideal olduğunu zanneden bir ‘demokrasi budalalığına’ savrulmak ise ikinci tuzak. Tutuklu gazeteciler, terör örgütü ile bağlantılı olmaktan suçlanıyorlar. Bildiğim kadarıyla terör örgütleri ile bağlantılı olmak da bir suç türü. Dolayısıyla yargı sürecinin sonunda kamuoyunun şu sorunun cevabını alması gerekiyor: tutuklu gazetecilerin terör örgütleri ile gerçek, kanıtlanabilir bağlantıları, ideolojik ortaklıkları yani işbirlikleri var mıdır?

Bu sorunun cevabı önemli. Çünkü her siyasi akım -terör örgütleri de dâhil- bombalama, suikast vb. silahlı eylemleri yapacak kadroların yanı sıra ideolojik ve siyasi görüşleri geliştirecek, savunacak, kitlelere yayacak kadrolara da ihtiyaç duyarlar. Bu insanları, ellerine silah almadılar diye terör örgütünün dışında saymaya kalkarsanız, sözgelimi Hitler rejiminin bürokrasisini de yargılayamazsınız. Çünkü onlar da ellerine silah almamışlardı. Eğer FETÖ ve PKK birer terör örgütü iseler, onların ideolojik ve siyasi etkilerinin yaygınlaşması, taraftar bulmaları ve/veya onlara muhalif olan kurumların etkilerinin azalması amacıyla ideolojik mücadele veren kadrolar, terör örgütünün görevlileri olarak muamele göreceklerdir. Burada belirleyici olan, ‘örgütsel iltisak’ın kanıtlanması, köşe yazılarının, kitapların, makalelerin, haberlerin vb. örgütün ideolojik amaçlarına varabilmesi amacıyla yazılmış olup olmadığının ortaya çıkartılmasıdır. Örneğin Nazlı Ilıcak, Her Taşın Altında “The Cemaat” mi Var? adlı kitabını gerçeği ortaya çıkarmaya dönük bir mesleki amaçla mı yoksa kamuoyunda FETÖ’ye yönelik olumsuz algıyı kırarak, örgütün ideolojik amaçlarına ulaşmasını kolaylaştırma amacıyla mı yazmıştı?

Anayasa hukuku, düşünce özgürlüğünün sınırlarını yeni keşfedecek değildir. Tarihsel ve toplumsal koşullardan münezzeh bir demokrasi olmadığı gibi fikir özgürlüğü de yoktur. Düşünce özgürlüğünün sınırını belirleyen genel ilke, insanları suç işlemek için eyleme çağırmak, kışkırtmak yani suça teşvik etmektir. Ancak yine de farklı ülkelerde hangi tür düşüncelere nereye kadar özgürlük tanınacağını belirleyen siyasal, toplumsal ve kültürel koşullar bulunuyor. Bir başka deyişle düşünce özgürlüğünün sınırları toplumsal koşullarla, siyasal güç dengeleriyle ve toplumların kültürel birikimleriyle yakından ilişkili olarak daralıp genişleyebiliyor. Örneğin Nazizm tecrübesini yaşamış olan Almanya’da neo-Nazi bir partinin kurulması yasak. ABD her türlü görüşün özgürce savunulduğu liberal bir ülke olarak bilinir. Ancak Teksas’ın bağımsızlığını savunan örgütün lideri Richard McLaren 99 yıl hapis cezasıyla 1998’den bu yana hapiste yatıyor.

Düne kadar hükümetlerin gözünde muteber bir güç olan FETÖ’nün bugün terör örgütü olarak görülüyor ve onunla işbirliği yapanların yargılanıyor olması bazılarının kafasını karıştırıyor. Yaşanan durumu bir belirsizlik ve keyfilik olarak algılamalarına yol açıyor. Oysa bu ülkede PKK’nın da FETÖ’nün de emperyalizmin taşeronluğunu yapan terör örgütleri olduğunu bilen ve söyleyenler hep vardı.

Düne kadar açılımın ortağı olan PKK, Türk milletinin bölünmekle sonuçlanacak süreci daha fazla tolere edemeyeceği sınıra çarptı. FETÖ ise paylaşmakla yetinmediği iktidarın hepsini almak için altın vuruşunu yaptı, kaybetti. Tanımlar değil dengeler değişti. Hepsi bu.

Atakan HATİPOĞLU
aydinlik.com.tr/20.06.2017