11 Temmuz 2017 Salı

Sıradaki Hamle

Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü ekseninde yapılan tartışmalarda bir saflaşma oluştu. Bu saflaşmada taraf olmak, siyasal konularda iddia sahibi olmak anlamına geliyor. İnsanların siyasal konularda belirli iddialara sahip olmaları ve onları ifade etmeleri iyidir. Ancak her iddia, o iddiaya uygun ve onunla tutarlı bir fikir çerçevesi ile tamamlanmalıdır. Aksi halde ‘ben yaptım oldu’ kalitesinde bir siyasallaşma sergilenmiş olur ki, gördüğüm kadarıyla çoğu kez ortaya çıkan budur.

Bugün Türkiye’nin siyasal süreçlerine damga vuran temel dinamik şudur: Erdoğan, hükümet macerasına BOP eşbaşkanı olarak başlamış olmasına karşın, özellikle açılım sürecinin ulaştığı kritik eşikten sonra attığı adımlarla batının talepleri ve beklentileri ile çelişmeler yaşamaya başladı. Türkiye İkinci Dünya Savaşı sonundan bu yana Batı sisteminin bir parçası. Batı, Türkiye’den Suriye’nin parçalanmasında daha etkin bir rol oynamasını, Barzani’nin Kürdistan’ını himaye etmesini, FETÖ’yü korumayı sürdürmesini, Rusya ve İran’la düşmanca ilişkiler içinde olmasını ve PKK ile açılım sürecine devam etmesini istiyor. Erdoğan yönetimi batı ile düşman olmak istemiyor. Zaten antiemperyalist bir gelenekten gelmiyor ve batının baskılarına direnebilmek için gereken ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal ayakları oluşturulmuş tutarlı bir programa sahip değil. Bu nedenle gecikmeler, beklentiler, tutarsızlıklar vb. sergiliyor.

Adalet yürüyüşü bağlamında oluşan saflaşmada bir kesimin yukarıdaki durumu hiç görmediği anlaşılıyor. Bu kesim, siyaseti tümüyle Aristocu bir mantık temeline oturtarak, dogmatik ezberler üzerinden yapıyor. Bu zihinsel iklime göre bakıldığında doğada hiçbir şey değişmez. Her şey kendisiyle özdeştir. Örneğin TSK darbecidir, Erdoğan batıcıdır, MHP faşisttir vb. Oysa olguları maddi (materyal) temelde ele almamak, hayatta en hakiki mürşit olan bilimle ve ilişki kurmamak anlamına geliyor. Olguları diyalektik bir akıl yürütme ile incelemeyi reddetmek ise özellikle solun zihinsel temelinin zayıflığını gösteriyor.

Oysa Türkiye-Batı ilişkilerindeki kırılmaya dair yukarıdaki olguyu görebilen herkesin cevap vermesi gereken basit bir soru var: Bu koşullarda batı sistemi, Erdoğan yönetimini yola getirmek, getiremiyorsa devirmek ve yerine başka bir seçenek hazırlamak isteyecek midir?

Toplumsal ve siyasal süreçlerde berraklıklar yoktur. Çelişki hayatın bir parçasıdır ve her şey çelişkilidir. Ya o ya bu diye ayıramazsınız. Siyaset yapmak istiyorsanız ve bunun için gereken siyasal zekâya sahipseniz, her durum için yeniden analiz yapmak, çelişkileri ayırt etmek, önemli ile önemsizi birbirinden ayırmak, en önemliyi tespit etmek ve vurgular yapmak zorundasınızdır. Siyaset bir vurgu sanatıdır. Her zaman her konuyu eşit ağırlıkla gündeme getiremezsiniz. Bu nedenle siyaset bir birleşme, ittifaklar kurma arayışıdır. Siyasal ittifaklar, hoşa gitme ilkesine göre değil, belirlediğiniz öncelikler ve çelişki çözme amaçlarına göre oluşturulur.

17-25 Aralık olayı belirttiğimiz çelişkileri yansıtır. Hem hükümetin yolsuzluklarını ortaya koymuş hem de FETÖ aracılığıyla hükümeti istifaya ve yargı yoluyla tasfiyeye ya da batının beklentilerine uygun davranışlara girmek için bir pazarlığa zorlamayı amaçlamıştı. Başarısız oldu. Erdoğan yönetimi mesajı alıp bazı uzlaşmalar aradı ama batının bütün beklentilerini karşılayamadı. Cevap olarak iktidarını tahkim etti ve FETÖ’ye operasyonlara başladı. Sürece Aristo mantığıyla bakanlar iyinin içindeki kötüyü ve kötünün içindeki iyiyi göremediler. Maddenin ne yöne doğru hareket edebileceğine ilişkin bir analiz yapamadıkları, dahası neden böyle bir analiz yapmaları gerektiğini bilmedikleri için, siyasal ezberlerini sürdürdüler.

Bu aşamada siyasi zekâsı olan herkes, çelişen iki tarafın da çelişkiyi kendi lehine çözebilmek amacıyla birbirine karşı hamle yapması gerektiğini öngörebilirdi. 17-25’ten sonra sorulması gereken soru şuydu: Şimdi hangi hamle gelecek? Erdoğan’ın batıya ve batının Erdoğan yönetimine cevabı ne olacak?

15 Temmuz kalkışması siyaset yapan veya siyasetle ilgili çok sayıda insanı kelimenin tam anlamıyla şoka soktu. Oysa maddenin hareket süreçlerini izleyenler bu hamleyi bekliyorlardı. Nitekim bu nedenle kalkışmanın ilk saatlerinde milyonlarca insan ‘ne oluyor?’ diye sorarken, Vatan Partisi genel başkanı televizyona çıkıp “bu FETÖ’cü bir kalkışmadır, Türk ordusunun emir-komuta zinciri içinde yapılmamaktadır, ezilecektir” gibi tartışmaya yer bırakmayan, net bir çıkış yapabilmişti. Diğer partiler bu açıklamadan saatler sonra çok daha ürkek tonda açıklamalar yapmaya başladılar.

Geldiğimiz noktada şimdi cevap verilmesi gereken soru şu: 15 Temmuz başarısız olduğuna ve Erdoğan yönetimi Fırat Kalkanı ile Batının Kürdistan planına müdahale ettiğine göre, şimdi ne olacak? Batı sistemi, yenilgiyi kabul edip hiçbir şey olmamış gibi mi davranacak yoksa Türkiye’yi yeniden kendi rotasına sokabilmek için bir hamle daha mı yapacak? Eğer yapacaksa bu ne olabilir? Siyasal konularla ilgili olduğunu iddia eden ve bir siyasal pozisyon işgal eden herkes bu soruya cevap vermek zorundadır. Çünkü yakın geleceğin temel siyasal saflaşması buna verilen cevaplar üzerinden oluşacak.

Atakan HATİPOĞLU
aydinlik.com.tr/11.07.2017