25 Temmuz 2016 Pazartesi

"AYDINLIK" ARŞİVİNDE "FETÖ": 12 Temmuz 2016

AYDINLIK; 12 TEMMUZ 2016



Kritik tanık konuşamadan öldü



Irmak METE

Gazeteci Haydar Meriç cinayeti soruşturmasının en önemli tanıklarından olduğu iddia edilen cami tuvalet görevlisinin ifade vermeye gitmeden bir gün önce öldüğü ortaya çıktı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 2011’de kaybolan ve daha sonra denizde cesedi bulunan eğitimci ve gazeteci Haydar Meriç’in soruşturmasını geçen yıl yeniden başlattı.

Soruşturmada cinayetin Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile bağlantılı istihbaratçı polisler tarafından işlendiği iddiası üzerine yoğunlaşıldı. Fethullah Gülen örgütlenmesiyle ilgili araştırma yaptığı bilinen Haydar Meriç’in aydınlatmaya çalıştığı bir konu da Fethullah Gülen’in 1965’te vaiz olarak görev yaptığı Kırıklareli Hızırbey Camisi’nde tuvaletçi olarak çalışan kişiyle ilişkisi olduğu iddiasıydı.

CEMAATE ‘İNANMAYIN’ UYARISI

Cinayetle ilgili geçen yıl başlatılan soruşturma kapsamında yeniden Kırklareli’deki tüm tanıkların ifadesine başvuruldu. Aydınlık’ın ulaştığı bilgilere göre Emniyet, Kırklareli’de yaşayan sözkonusu tuvalet görevlisini de geçen yıl buldu ve tanık olarak ifadeye çağırdı. Ancak, adı geçen tuvalet görevlisinin ifadeye gitmeden bir gün önce akşam saatlerinde hayatını kaybettiği öğrenildi. Tuvalet görevlisinin koah hastası olduğu, evinde rahatsızlanarak öldüğü öne sürüldü.

Öte yandan Fethullah Gülen’in 70’li yıllardaki bir konuşmasında bu iddiaya değindiği ve Kırklareli günleri hakkında söylenenlere inanmamaları konusunda cemaatini uyardığı tespit edildi. Emniyet, Gülen’in olayın ortaya çıkmasına karşı bu vaazla bir ön hazırlık yaptığı değerlendirmesinde bulundu. Gazeteci
Haydar Meriç cinayeti soruşturmasının en önemli tanıklarından olduğu iddia edilen cami tuvalet görevlisinin ifade vermeye gitmeden bir gün önce öldüğü ortaya çıktı.


İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 2011’de kaybolan ve daha sonra denizde ceseti bulunan eğitimci ve gazeteci
Haydar Meriç’in soruşturmasını geçen yıl yeniden başlattı. Soruşturmada cinayetin Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile bağlantılı istihbaratçı polisler tarafından işlendiği iddiası üzerine yoğunlaşıldı. Fethullah Gülen örgütlenmesiyle ilgili araştırma yaptığı bilinen Haydar Meriç’in aydınlatmaya çalıştığı bir konu da Fethullah Gülen’in 1965’te vaiz olarak görev yaptığı Kırıklareli Hızırbey Camisi’nde tuvaletçi olarak çalışan kişiyle ilişkisi olduğu iddiasıydı.

Askeri yargıya neşter zamanı


Tevfik KADAN

Görevdeki ve emekli subayların gözaltına alındığı “İzmir Askeri Casusluk Kumpası” soruşturmasıyla, Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) TSK içindeki gizli örgütlenmesine yönelik atılan ilk adım, gözleri askeri yargıya da çevirdi. Kendileri de kumpas mağduru olan emekli askerler F tipi örgütün özellikle askeri yargıda faaliyet gösterdiklerini öne sürerken, bu konuda ilgili makamlara verilmiş çok sayıda dilekçe bulunduğunu bildirdiler. “Askeri Yargıtay ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde etkili bir temizlik yapılmazsa FETÖ’cü olduğu için TSK’dan atılan ya da hakkında soruşturma, kovuşturma yürütüldüğü için yükselemeyen subay ve astsubayların Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından yeniden göreve dönebilme tehlikesi bulunduğunu” kaydeden askeri kaynaklar, özellikle askeri yargıya neşter vurulmasının zamanının geldiğini bildirdiler.

TEMİZLİK YAPILMAZSA FETÖCÜLER GÖREVE DÖNEBİLİR

TSK içindeki F tipi örgütle mücadele konusunda Aydınlık’a bilgi veren bir kaynak TSK’da F tipi örgütle mücadelenin zorunlu olduğunu ifade etti. Aynı kaynak bu mücadelede TSK’nın zarar görmemesi için çok dikkatli hareket edilmesini isteyerek şu uyarılarda bulundu:

- F tipi örgütün kumpaslarında görev aldığına ilişkin delil olan TSK mensupları hakkında yargı görevini yapmalı.

- MİT, TSK içindeki FETÖ elemanlarıyla ilgili daha etkin ve doğru araştırma yapmalı.

- “Ya FETÖ’cüsün ya RTE’ci” gibi bir yaklaşımla TSK’da paralel soruşturması yürütülemez, başarılı da olmaz.

- Fail varsa fiili de olmalı. X komutan FETÖ’cüdür demek yetmez.

- TSK, disiplin ve YAŞ gibi kurumlarını FETÖ’ye karşı kullanıyor. Ancak kişi veya kişilerin FETÖ’cü ya da tarikat mensubu olduğundan kesin emin olunca.

- Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi... Bu iki kurum üzerinde ciddi şaibeler var. TSK bu şaibeleri giderecek adımları atıyor, atacaktır.

- Eğer Askeri Yargıtay ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde etkili bir temizlik yapılmazsa FETÖ’cü olduğu için TSK’dan atılan ya da hakkında soruşturma/kovuşturma yürütüldüğü için yükselemeyen subay/astsubaylar Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tarafından yeniden göreve dönebilir, rütbeleri yükseltilebilir. Bu hassasiyete dikkat etmeli.

- Genelkurmay Başkanlığı ağır şüpheli olan isimlerle ilgili adımlar da atıyor.

Gülen Cemaati’nin Ordu içinde yoğun olarak örgütlendiği birimin adli makamlar olduğu iddiaları uzun süredir gündemde. Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı döneminde “irtica” gerekçesiyle 3 kez veto ettiği ve Abdullah Gül döneminde ataması yapılan
Tuğamiral Ahmet Zeki Liman, Askeri Yargıtay Başkanlığı görevine devam ediyor. Askeri yargının FETÖ ile ilgili soruşturmaları yürütmemesi sonucunda ise iktidarın sivil mahkemeler aracılığıyla operasyonlara başladığı belirtiliyor.

İzmir Cumhuriyet Başsavcı Vekili Okan Bato’nun “askeri casusluk soruşturmasında çeşitli usulsüzlükler yapılarak sahte delil üretildiği” gerekçesiyle yürüttüğü FETÖ’ye yönelik soruşturmada 2’si amiral 6 muvazzaf subaya gözaltı kararının devamının geleceği ifade ediliyor.

Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin de askeri yargıyla ilgili iddiaların bir an önce sonuçlandırılıp gerekenin yapılmasını ve askeri yargının yeniden güven veren bir kuruma dönüşmesi gerektiği görüşünde. Pekin, “Silahlı Kuvvetlerin kendi içinde temizlik yapması gerekiyor ama birilerini ordudan attığın zaman, bunların Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne başvurarak geri dönme ihtimalleri var” uyarısına destek veriyor.

BİN 200 KİŞİLİK LİSTE VAR

Genelkurmay’ın elinde Cemaat ile bağlantısı olduğu düşünülen Bin 200 kişilik bir listenin olduğunu belirten Pekin bu konuda gerekli çalışmaların yapılmış olabileceğini söyledi.

Pekin şunları söyledi: “Hem Askeri Yargıtay hem de Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, buraların mutlaka temizlenmesi lazım. En azından isimleri bu işe bulaşmış isimlerin mutlaka temizlenmesi lazım. Aksi takdirde bu işten sıyrılamayız. Sivil savcılık bu işi yaptığı için bir sorun olacağını sanmıyorum. Mutlaka askeri hakim sınıfının temizlenmesi lazım.”

ASKERİ HAKİMLERİ TASFİYE ETTİLER

“İzmir Askeri Casusluk Davası” kapsamında 2012 yılında gerçekleştirilen operasyonlarda toplam 386 şüpheli soruşturmaya tabi tutulmuş ve 92’si tutuklanmıştı. O dönem Genelkurmay Adli Müşavirliği görevinde bulunan Hakim Albay Muharrem Köse tarafından yapılan suç duyurusuyla birlikte Askerî Yargıtay Başkanı Hâkim Tuğgeneral H. D. İle Üye Hâkim Albaylar K. B., C. K., T. S., E. Ç., S. K., K. Ö. ve L. B.’nin isimleri diğerlerinden ayrılarak Askerî Yargıtay’a gönderildi. Askeri Yargıtay’da ismi geçen subaylar hakkında soruşturma açılması için oy kullananlardan birisi de Ahmet Zeki Liman’dı. Hakkında soruşturma açılan isimler, rütbe ve kıdem sırası Ahmet Zeki Liman’dan çok daha önce olmasına rağmen terfi ettirilmediler. Soruşturma sayesinde Liman tuğamiralliğe yükseltilerek Askeri Yargıtay Başkanı oldu. Liman’ın Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse ile de sürekli temas halinde olduğu kaydediliyor.  

Cihadçı sevkinde Cemaat başrolde

Rafet BALLI

Prof. Asgar Ferdi ile devam edelim.

İran’ın Kafkasya ve Ortadoğu uzmanı ile.

Bir giriş notu: Prof. Ferdi, eskilerin deyimi ile “mürekkeb” bir uzman.

Hem teorisyen, hem planlamacı, hem de uygulayıcı.

***

Önceki yazıda Ferdi’nin anlattıklarını şöyle özetlemiştim.

ABD’nin amacı: Sovyetlerden sonra Rusya Federasyonu’nu da içten çürütmek.

Araç: Selefi/Vahabi İslam.

Militan fidanlığı: Afganistan.

Yardımcı rol: Suudi Arabistan.

Hedef bölge: Önce Rusya’nın Tataristan Özerk Cumhuriyeti.

Sonuç: Tatar halkı Amerika’nın tuzağına düşmüyor.

Ardından Azerbaycan test ediliyor. Onlar da Selefiliğe uzak.

Sonuçta: Kuzey Kafkasya’da karar kılınıyor. Çeçenistan ve Dağıstan’da.

Bu bölgede zemin uygundur. Halk Sünni. Sert mizaçlı. Tarihsel olarak Nakşibendi tarikatı da etkili.

***
İşte Prof. Ferdi’nin anlattıkları.

“Cahar Dudayev’i görmeye Çeçenistan’a gittim. 1990’ların başlarında. İyi karşıladı.”

“Dudayev bize (İran’a) sitem etti: ‘Suudi Kralı 1 yıldır şu kapının arkasında bekliyor. Açalım diye.’ Kabul etmedik..”

“Dudayev Suudilerin Müslümanlığını ciddiye almıyordu aslında.”

“Öldürülmesi Çeçenistan’da Selefiliği zayıflatmak yerine güçlendirdi.”

***
(Bir küçük dipnot:

Dudayev, Sovyet ordusunda havacı generaldi. Afganistan’da savaştı.

Sovyetler dağılınca Çeçen isyanının başına geçti.

Ruslar tarafından öldürüldü/21.4.1996.)

***
Anlaşılan: İran bizim mahalledeki kriz bölgelerinde hep boy gösteriyor.

Fakat Çeçenistan’a İran ilgisi Rusya’yı rahatsız ediyor.

Ferdi’ye göre, Rus lider Boris Yeltsin Tahran’a haber gönderiyor.

Diyor ki: “Arka bahçeme girmişsiniz. Elinizi çekin. Aksi takdirde biz de sizin arka bahçenize gireriz.”            

***
İran, mesajı alıyor. “Gereğini yapıyor”. Ferdi’nin anlatımı şöyle:

“Hem Rusya ile iş yapıyorduk. Hem de Rusya’nın İran’daki etnik sorunlara el atmasını istemedik.”

“Üçüncü olarak da, Çeçen meselesinin dini değil etnik bir mesele olduğunu gördük. Çeçenistan’dan uzak durduk.”

Sanıyorum: “Gerçek” tam böyle değil.

Gördüğüm kadarıyla: İran, Kafkasya’dan elini hiç çekmedi. Profilini düşürdü sadece.

***
Kafkasya’ya cihadçı sevkine gelelim.

Kritik soru da şu: Kafkasya’daki siyasi kundakçılıkta Türkiye’den kimler rol aldı?

İranlı uzman Prof. Ferdi’nin iddiaları ciddi.

Tahran’ın kayıtları olarak anladım bunları

Özetleyerek aktarıyorum.

***
Çeçenistan iç savaşında Türkiye’ye istasyon ülke rolü verildi.

Afganîler ve Vahabiler Türkiye üzerinden sevkedildi yani.

İki güzergâh kullanıldı: Azerbaycan ve özellikle Gürcistan.

Cihadçılar uçakla İstanbul’a getirildi. Gürcistan’a vizesiz geçirildi.

Kuzey Kafkasya’ya aktarılmaları da dağ yoluyla.

Türk hükümetinin bilgisi ve onayıyla.

Kaydedelim: O dönemde başbakanlık koltuğunda Tansu Çiller oturuyordu.

***
İranlı uzmana göre, Çeçen iç savaşında Türkiye’den iki İslamcı merkez rol aldı:

 Fethullahçılar ve Milli Görüşçüler (yani Erbakan’ın Refah Partisi).

Milli Görüşçüler Türkiye’de iktidar olmaya başlayınca ABD ve Suud onlara yol vermedi.

Alan bütünüyle Fethullahçılara bırakıldı.

***
Fethullahçılar, Çeçen Selefilerin komutanı Şamil Basayev ile irtibatlıydı.

Basayev’i 1993’te Hacca götürdüler. Suudi Arabistan’da işi bağladılar.

Tebligatçı Suudi mollalar, Selefi militanlar Kafkasya’ya doldurulmaya başlandı.

***
Burada bir hususun altını çizmem gerekir:

Ferdi’nin anlatımı da, sahadaki gelişmeler bir gerçeğe işaret ediyor:

Sovyetler yıkılınca ABD “araç” değiştiriyor.            

Orta Asya’ya Sünni İslam üzerinden gitmeye karar veriyor.

Oysa 1980’lere kadar ABD’nin birinci tercihi MHP milliyetçiliğiydi. Artık değil.

Bugün MHP’nin iç krizine bir de bu gözle bakmak lazım.