31 Temmuz 2016 Pazar

İki Program




Yabancı ülkelerin yayın organlarında Türkiye’de darbe olasılığına dair makale ve yorumlar neredeyse süreklilik kazandı. Bizler belirtilerini göremiyor olsak da askeriyenin ülke siyasetindeki ağırlığının arttığını yazıyorlar. Ülkenin “demokrasiden uzaklaşması”, yolsuzluklar (Sarraf vaziyetleri), hükümetin “çözüm süreci”nden geri dönüşü olmayan biçimde uzaklaşmış gibi görünmesi, IŞİD bağlantıları (özellikle Rusya’nın bu konuda bilgi ve belge sağladığı anlaşılıyor), yeni anayasanın sürüncemede bırakılması ve zaman zaman AKP’nin düveli muazzama’nın istediğinden farklı bir anayasa yapabileceğine dair yorumlar, olası bir darbenin gerekçeleri arasında yer alıyor.

İktidar kaynaklarına yakın casusların AKP’yi yöneten kliğin çizgi dışına çıktığına dair istihbarat sağladığını tahmin etmek zor değil. Bu durumda ülkeyi yeniden hizaya getirecek tarihsel manivela üstü kapalı biçimde göreve çağrılıyor.

Son bir yıl içinde 246 sivil yurttaşımızın ölümüne 1364’ünün yaralanmasına yol açan 13 bombalı saldırının bu süreçten bağımsız olduğunu düşünemeyiz. Dışarıdan çok yönlü bir baskı ve zorlama var.

Peki böyle bir müdahale mümkün mü? Daha doğrusu düveli muazzama bu yolla istediği sonuca ulaşılabilir mi?

Uzaktan ve yukarıdan bakıldığında farklı stratejileri ve bunların programatik hedeflerini görmek mümkün.

PKK’ye karşı süren eksiltme ve geriletme çabasının bütün sorumluluğu Cumhurbaşkanı’nın üzerinde kalmış durumda. Bu durum PKK’yle mücadele eden güçlerin elini sağlamlaştırırken iktidarı elinde tutan kliğin uluslararası alanda yıpranmasına yol açıyor.

İktidarı elinde tutan klik iki ayrı program arasında gerilmiş durumda. Her iki programa da her türlü manevrayla eşit mesafede durmaya çalışıyor ve aradan sıyrılarak kendi gerici programını (toplumu diktatörlükle yönetilen bir ümmete dönüştürme) tamamlamak için fırsat kolluyor. İki ayrı programın ağır baskısı nedeniyle kendi programını özellikle kamu yönetimi ve eğitim alanlarında alttan alta uygulamayı sürdürürken, son zamanlarda nihai hedefini fazla öne çıkarmamaya özen gösteriyor ve bu bağlamda gericiliğin on beş yıldır güçlendirilen altyapısına güveniyor. Bu özeni erken seçimlere kadar sürdüreceği, paralel yapıyı önemli ölçüde tasfiye edip TSK içinde uygun bir ortam yarattıktan sonra laik cumhuriyetin tabutuna son çiviyi çakacağı anlaşılıyor.

İki programdan biri Türkiye’nin, hükümranlığını yabancı güçlere devretmiş, silahlı kuvvetlerini NATO’ya teslim etmiş, etnik ve dini olarak bölünmüş, başkanlık sistemiyle yönetilen, dizginsiz neoliberal piyasa ilişkileri içinde ucuz emek cenneti olmuş, teknolojisi ithal, eğitim düzeyi geri, bütünüyle özelleştirilmiş bir ülke olmasını öngörüyor. Bunun nasıl bir şey olacağını anlamak için en iyi durumda eski Yugoslavya’nın bulunduğu bölgeye, BM gözetiminde Kosova Cumhuriyeti’nin nasıl kurulduğuna bakmak yeterlidir. Bu program ancak, patlayan bombalar, giderek suikastlar, derinleşen bir iç savaş, ekonomik kriz, askeri yenilgi ortamında rıza üretebilir.

Bunun karşıtı olan ve Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine uygun biçimde yeniden kurulmasını öngören program bu saatten sonra ancak büyük bir halk hareketi ve devrimle gerçeklik kazanabilir. Uygulama süreci de ancak önderlik sorununu çözmüş, toplanma noktasını belirlemiş geniş bir ulusalcı cephenin kurulmasıyla başlayabilir.

Siyasi iktidarı kucağında bulacak her darbeci güç bu iki programın baskısı altında gerilecektir. Bu türden gerilmelerin darbeci güçler içinde daima çatlaklar yarattığını, bölünmelere ve tasfiyelere yol açtığını 1960’tan bu yana yaşanan olaylardan biliyoruz. Ulusalcı güçler yok edilemez. Soğuk Savaş sonrası dünyada Amerikancı askeri cunta ihtimali bütün ülkeler için ortadan kalkmıştır. Sıcak savaş ortamında emperyalizmin programını uygulayacak bir askeri darbe düşünemiyorum. Fakat ülke içinde güçlü, daha doğrusu kendi özgücüne güvenen, karışık mesajlar vermeyen, açık ve net bir ulusal demokratik devrim programını savunan bir kitlesel hareketin yol gösterici olması gerekir.


Yavuz ALOGAN
Aydınlık/11.06.2016