Hayatımın hiçbir döneminde hiç kimseyi mahkemeye vermedim, hiç kimseyi
polise şikayet etmedim. Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç ve
nicesi gözaltına alınmaya başlanmasıyla, iki şey oldu, birincisi bu
muhteremlerin sözümona liberal ‘kanka’ları köşelerinden ‘bunlar aydın
insanlardır, benim de arkadaşım yakınımdır, doğru olmuyor beyler’ şeklinde
arkadaşlarını savunan yazıları.
İkincisi, t 24 sitesinde gergedan .ötü suratlı Hadi
Uluengin’in Oda TV, Nihat Genç ve Soner Yalçın’ın bu ‘aydınları’
linç ettiği ve bizim meczup olduğumuz ifadeleri.
Hazırlanın beyler, şenlik başlıyor.
Hayatımın hiçbir döneminde kimseye ‘şunları da tutuklayın’ diye
gestapo direktifleri veren sözümona liberal aydınlardan olmadım, aksine, polis
ve savcıların odalarında sahte Ergenekon şemaları sahte suçlama ve iftira
bilgilendirmeleriyle ekrana çıkıp orduyu ve halkı sabote edenlerin karşısında
durdum.
Soner Yalçın’ın okuduğu kitabın yanına düştüğü küçük bir not parçasından
dahi linç edenler bakın nasıl yine yağ gibi su üstüne çıkıyorlar.
ODA TV’den on arkadaşımızı Türk basınını Ergenekon
adına yöneten gizli derin yapı diye içeri atanlar ve ekranlarından
fişfişleyenler ve bu haksızlığa yedi sene susanlar, kankaları içeri
alınınca bakın nasıl sessizlikleri bozup cırlamaya başladılar.
Türk Ordusunun yüzlerce onurlu subayını hayvanlara porno kasetleriyle içeri
tıkanlar ve fişfişleyenler ve Türk Ordusu’nu Amerikan ajanlarıyla tasfiye
edilmesine ekranlarında nezaret edip Türk Ordusu’nun bir şeyhin eline
verilmesine alkış tutanlar, kankaları gözaltına alınanca bakın nasıl insan
hakları ve hukuk savaşçısı oldular!
T 24 sitesine önce şunu söylemeliyim, orada bulunan bilumum zevat, siz hiç hayatınızda kimseden para maaş
almamış, hiçbir şeyhden para almamış, hiçbir patronun adamı olmamış bir yazarla
‘tanışma’ şansına sahip oldunuz mu?
Kırk yıllık yazarlık ve kankalık hayatınızın rezillik ve ihanetle karanlığa
gömüldüğünüz bu son devresinde nihayet size bu onuru bağışlayacak bir yazar
karşınızda!
Şahin Alpay, aydınmış, önce bu ‘aydın’dan başlayalım.
Konumuz: beyin ve fiziksel dış dünya.
Mesela oturduğunuz koltuğu nasıl algılarsınız, önce koltuğu görürsünüz,
sonra koltuğa temas edersiniz, hem görüp hem temas edince, beyin onun bir
koltuk olduğunu algılar.
Temas etmeseydiniz ve koltuğu görmeseydiniz beyniniz o koltuğu göremezdi.
Yani beynin bir şeyi fark etmesi için ona duyularla bir bilgi notu gitmesi
lazım.
Şimdi siz, yirmi yıldır, oturduğunuz koltuğu görmemişsiniz.
Yirmi yıl beyniniz çıktığı ekranı görmemiş.
Yirmi yıl size maaş vereni görmemiş.
Şimdi beyniniz oturduğu mekanı ve ekranı yani ‘FİZİKSEL MEKANI’
yirmi yıl görmemiş ise bu nasıl beyindir, bu beyini taşıyan nasıl bir aydındır?
Her insan gibi aydınların da ‘beyinleri’ vardır. Mesela şu karşıki
dağları gözlerinizle görürsünüz ve bu bilgi beyninize iletilir.
Bu nasıl bir beyin fiziksel dünyayla ilişkisi kesilmiş.
Körlüğü otuz uzun yıl sürmüş beyinsizlerin kırk yıl sonra duvara çarpmaları
kadar normal ne olabilir.
Şimdi bu insanları şöyle mi savunacağız: ‘Bunlar ‘aydın’ insanlardır,
bunların duvara çarpmasını mazur görün!”
Tam tersi bir aydın ‘gizlenmiş çabaları’ ‘gizlenmiş anlamları’
görmekle ve halkı duyurmakla görevlidir..
Mesela, yüzmetre yarışlarında atletler bazen erken çıkış yapıp diskalifiye
edilirler, ki, biz ODA TV, Soner Yalçın, Nihat Genç ve nice yazar start sesini
saniyenin yüzde biri aralığında duyduğumuz için DİSKALİFİYE edildik.
Ancak şu da var, atletler saniyenin yüzde biri aralığında start sesini duyamazsa
yarışı kazanmaları mümkün değildir.
İftira belgeleri ve ajanlıklarla ilgili yüzlerce kitap yazıldı ve siz hala
start almadınız, üstüne bütün bu olup bitenleri görmediğiniz için işgal savaşı
patlamış, siz hala start almamışsınız.
Kardeşlerim, duyularınız (görme-duyma) engellenirse şakası yok hayatı
biter.
Balyoz ODA TV operasyonlarıyla yedi uzun yıl topluma hakim olan ‘mutlak
sessizlik’ neydi?
Ele geçirdikleri ekranlarda halkın duyma-görme yerlerini kim kesti?
Parazit yayın yapanlar kimdi?
Ve bugün Şahin
Alpay’ı aydın ve özgürlük kahramanı ilan edip savunan kahraman
arkadaşlar, Şahin
Alpay’ı otuz yıldır yürüdüğü bu yanlış yolda, niçin ikaz
etmediniz, niçin uyarmadınız, niçin bu çok sevgili özgürlük kahramanını
eleştiremediniz!
Kardeşlerim, hergün yürüdüğünüz yol artık ezberinize alınmıştır, artık o
yolda yürürken o yolu göremezsiniz.
Kimse size o yolun yanlış olduğunu söylememiş kimse sizi o yolda yürürken
dürtmemiş size ‘hey arkadaş’ diye seslenmemiş ise, siz o yolu ezberden
otuz yıl mutluluk ve rahatlık içinde gider gelirsiniz gider gelirsiniz.
Biz bu sütunlarda bu sözümona liberallere uçuruma düşmeden önce ‘gerçek
dostluk’ yaptık ve ikaz ettik, şimdi kendilerini savunan timsahlar gibi
uçurumdan düşmeden yaptık, aydın olmanın gereği de buydu, bizi kovma bizi
cezalandırma bizi sansürleme bizi içeri tıkma gibi belaları lanetleri
üstlenerek, bu uyarıcı ve ikaz görevlerimizi her gün yaptık. Biz uyarıcı
görevimizi yedi uzun yıl yaptık onlar yedi uzun yıl sustular ve soylu
komutanların içeri atılmasına ekranlardan alaycı kahkahalarla eşlik ettiler..
Kardeşlerim, bilimsel olarak ispatlanmıştır, bir şeye gözlerinizi dikip
bakmak onu görmek anlamı taşımaz (dalgınlık).
Mesela şöför olsanız yüzlerce trafik kazasına sebep olur yargılanırsınız.
Ama şöför değil ‘aydın’ olunca bir ülkenin bir iç savaş işgal
felaketini sebep olanları görmezden mi gelelim?
O ekranlara Şahin
Alpay gibi insan türü değil bir
yarasa bir kene çıksaydı orada olup bitenleri daha iyi görür tepki verirdi.
Çünkü her canlı nesnel bir tepki verir.
Bu nasıl bir hipnoz bu nasıl bir beyin yıkanması, ki ‘tepki’ veren
yerlerinize yirmi yıl ‘felç’ geliyor!
Yoksa sizin gözlerinizi bağlayan duyularınızı körleştiren Mesih’in kerameti
mi?
Kardeşlerim, fiziksel dünyadan uzaklaşması ancak beyne kimyasal şırınga
etmekle olur..
Suni kimyasal almış beyin fiziksel dünyayı görmez.
Ve kendi içinde hayali senaryolar üretmeye başlar.
Bu beyler yirmi yıl ekranlarında ‘hayali senaryolar’ üretti, peki,
beyinlerine verilen şırınga kimyasal neydi?
Hiç kimse tutuklanmasın kardeşim, sorun Şahin Alpay’ı hapisten kurtarma
meselesi değil, sorun, Şahin Alpay gibi
beyni olduğunu iddia ettiğiniz adamlara hangi şırıngalar hangi kimyasal
verildi, bu topraklarda her aydının sorması gereken, altından kalkması gereken
bu sorudur!
Bu şırınga ve kimyasalı sormayan herkes bu ülkenin ve insanlığın ve uygar
dünyamızın hainidir!
Şahin Alpay ve nicesi tutuklanmasın yargılanmasın, ancak, bu
şırıngayı ve kimyasalı kankalarından hiç kimse hala merak etmiyor mu?
Şahin Alpay ve Eser Karataş ve Mehmet
Altan ve Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan ve Mümtazer
Türköne ve Nazlı Ilıcak, bu insanlar ekranlarda kendi kendilerine
konuşan deliler miydi?
Yani bu insanlar ekranda kendi kendilerine konuşan deliler değilseler, bize
bir şey söylediler, bu halka yirmi yıl bir şey anlattılar, ne söylediler ne
anlattılar, bunları yazıp çizmek söylemek hatırlamak insanlığa ve hayatımıza ve
ülkemize ders çıkartmak hepimizin görevi değil mi?
Söylediklerinden hukuk kurumları da etkilendi halk da etkilendi algı da
oluştu yalan iftira meşrulaştı ve toplumda mutlak bir korku hükümdarlığı
kuruldu.
Mesela söyledikleriyle Türk Ordusu tasfiye edilip bir şeyhin eline
verildi ve bu şeyhin gizli ajanları gün geldi Türk halkının silahlarıyla Türk
halkını bombalarla öldürdü.
Kardeşlerim, aydın, aksine, görmeyi öğrenen-öğreten insandır.
Bu beyinsizlerin mahkeme edilmeleri tıbben caiz değildir ve önce
beyinlerine bir sağlık raporu şarttır..
Mesela, bir masaya su bardağı konulmalı ve o su bardağını ellerine almaları
söylenmeli, su bardağını görüyor hareket ettirebiliyor mu diye yani beyinleri
fiziki dünyayla irtibat kurabiliyor mu diye tıbbi incelemeden geçirilmeli.
Ve ülkece şüphesiz her türlü haksızlığın hukuksuzluğun bu OHAL
günlerinde karşısında durabilmeliyiz, ancak, bu insanların
görme-dokunma-anlama frekanslarını kim bozdu diye sorabilmeliyiz?
Bu insanların beyne giden sinyallerini hangi fikir hangi telkin hangi gizli
kasıt hangi gaflet hali bozdu diye insanlığın ve ülkenin selameti açısından
merak etmeli sorular sorabilmeliyiz.
Ya da bu beyinsizlere kimler prizmatik-cemaatmatik gözlük takıp herşeyi
ajan cemaatin gözüyle görmelerini sağladı..
Şimdi özgürlük diye insan hakları diye Şahin Alpay ve
arkadaşlarını kurtarmaya çalışan kankalarına sesleniyorum, gerçekten
tutuklanmasın, hep birlikte kurtaralım, gerçek adil bir yargılama olsun,
ancak, bu beyinsizleri savunurken ‘aydın’ demeyin…
Bu beyinsizlere ‘aydın’ diyorsanız sizler de aynı kimyasal
karışımları otuz yıldır kullanıyorsunuz demektir.
Fiziki mekanlarda ve fiziki bir dünyada bu kadar olup biteni ‘görmeyen’ bu
insanlar aydın mı yoksa sanal pokemanlar mı?
15 Temmuz gecesi Türkiye’yi işgal savaşında sekiz saat bombalayanlar sanal
pokemanlar mı?
15 Temmuz gecesi ordu dağıldı, meclis bombalandı, 250’ye yakın silahsız
insan öldürüldü?
Tamam bu arkadaşlar ya da diğerleri ‘yargılanmasın’, evet, yargılanmasın,
peki ‘pokemanları mı?’ mahkeme edelim.
Hayali kumpas senaryolarla Türk ordusu ve medyasının binlerce adamını içeri
attınız, Ege Ordusu’nda binlerce casus dediniz, en üst düzey komutanlara hayvan
pornosu dediniz ve sonunda Türkiye’yi bir savaş yerine çevirdiniz?
Bütün bunlara sebep olanların beyin yapıları ideolojileri telkinleri
hipnozları türk halkı medyası tarafından masaya yatırılmasın mı?
Gözaltına alınan arkadaş olunca ve arkadaşın titri ‘aydın’ olunca,
işgal savaşı gibi muhteşem bir fiziksel gerçekliği, görmezlikten mi geleceğiz?
Gözaltına alınan sevgili kankalarınızın beyinlerine bakın, hepsi ‘robot’,
hepsi aynı cümleleri kullanmış, hepsi halkı kandırmış, hepsi yalan söylemiş ve
hepsi aynı merkezde aynı ‘algı’ içinde kullanılmış..
Şüphesiz ‘robotlar’ yargılanamaz.
Şimdi biz, Anadolu’nun Muş’un Siirt’in yoksul köylerinden 10-12 yaşında
cemaatin beynini yıkadığı çocukları yargılayacağız, suçlayacağız, o yoksul
sahipsiz kimsesiz cemaat tuzağına düşmüş çocukları vahşilikle suçlayacağız ve
hatta o yoksul çocuklara müebbet hapisler vereceğiz, ama, bu çocukları yalan
yanlış kumpas ve ajanvari telkinlerle yirmi yıl ekranlarda uyutan kandıran
aydınları hiç hesaba çekmeyeceğiz.
Yine suçun büyüğü 12 Eylül’de olduğu gibi Anadolu’nun yoksul köylü çocuklarının
üstüne mi yıkıldı?
Fişfişciler kumpascılar ajanlarla polis savcı odalarında gizli görüşmeler
gizli direktiflerle çalışanlar yine ‘masum’ yine bu ağbiler ‘aydın
mı?’ oldu!
Kankanıza sahip çıkmanız çok normal, çünkü çok yakınınızda her gün
gördüğünüz tanıştığınız anılarınız olan bir insan.
O muhteşem ‘aydın’ sorusunu bir daha soralım: peki, bir aydın önce
Muş köylerinin yoksul çocuklarına mı sahip çıkmalı, yoksa, birlikte mutlu
kahkahalı eğlenceli geceler geçirdiği arkadaşına mı sahip çıkmalı!
Bir kez daha bu ülkenin acılarına yoksulluğuna sosyolojisine tarihine
felaketlerine sahip çıkmayıp yangından ilk kurtarılacak şey kankalarını gören
bu insanları, bu sütunlarda ömrümüz oldukça teşhir etmek, halkımızın ve
boynumuzun her zaman dik ve onurlu durması için, hepimiz için insanlık ve
memleket borcudur!
Memleket savaşa girmiş, siz hala hatır gönül yakinim peşindesiniz.
Nihat Genç
Odatv.com / 29.07.2016