Müslümanların kendisine Macaristan’da büyük zararlar vermesi
üzerine Kral Sigismund, 1394 yılında
diğer Hıristiyanları yardıma çağırdı. Bu ülkeler kendisini destekledi ve büyük
bir ordu yardımına koştu. Bu ordu ile Sigismund,
Macaristan, Bulgaristan ve Eflak’ı birbirinden ayıran Demirkapı’ya yürüdü. Tuna’yı
geçti ve Bulgaristan’da, ülkenin büyük ve önemli bir kenti olan Pudem (Vidin)
önlerine vardı. Bunun üzerine kentin ve çevrenin hakimi de oraya gelerek Kralın
merhametine sığındı. Kral, kenti güvenilir üçyüz şövalye ve askeriyle işgal
edip, birçok Türkün yaşadığı başka bir şehrin önlerine geldi. Orada beş gün
kaldı, fakat Türkler şehri teslim etmek istemiyorlardı. Bu nedenle işgal
kuvvetleri onları zorla çıkararak kenti Krala sundular. Bu esnada pek çok Türk
öldürüldü, diğerleri de tutsak edildi. Kral ikiyüz adamını kente yerleştirip
Schiltaw’a doğru yola devam etti. Bu kentin adı Müslümanların dilinde Nicopoly
(Niğbolu)’dur. Şehri, karadan ve nehir yönünden 16 gün kuşattı. Kral Niğbolu
önlerinde iken Wyasit (Bayezid)
denilen “Türk Kralı” ikiyüzbin kişilik bir kuvvetle yardıma geldi. Kral Sigismund bunu öğrenince, yaklaşık
onaltıbin kişilik kuvvetiyle bir mil yakınına gelinceye kadar ona doğru yürüdü.
Bu sırada Eflak Dükü gelerek,
kraldan düşmana karşı keşif kolu çıkarmak için izin istedi. Kral da bu izni
verdi. Dük yanına bin kişi daha alarak düşmanı gözetledi. Döndüğünde, krala,
düşman ordusunun, her biri, altında onbin kişilik bir kuvvetin toplandığı yirmi
sancağı bulunduğunu bildirdi. Her sancağın savaşçıları ayrı bir ordugahta
toplanmıştı. Kral bunu öğrenir öğrenmez, iyi düzenlenmiş bir savaş planı
hazırlamaya karar verdi. Eflak Dükü,
ilk saldırıyı kendisinin yapmasına izin verilmesini diledi. Kral buna da izin
verecekti, fakat durumu öğrenen Burgonya
Dükü, bu şerefi ne Eflak Dükü’ne ne de başkasına bırakmak istiyordu. Çünkü,
o, yaklaşık olarak altıbin kişilik kuvvetiyle o kadar yol tepmiş ve o kadar çok
yiyecek harcamıştı ki, ilk atlı hücumu kendisinin yapmasına izin vermesini
kraldan diledi. Aslında kral, bunun Macarlara bırakılmasını istiyordu. Çünkü onlar
Türklerle daha önce de çarpışmışlardı ve onların tehlikeli yönlerini
diğerlerinden iyi biliyorlardı. Fakat Burgonya
Dükü bunu Macarlara bırakmadı ve atlı kuvvetini alarak düşmana karşı yürüdü
ve bu arada iki askeri birliği yarıp geçti. Yalnız üçüncüsüyle karşılaşınca
geri döndü ve çekilmek istedi. Fakat düşman artık onu çember içine almış
bulunuyordu. Türkler yalnız atlara nişan aldıkları için adamlarının yarısından
çoğu atlarını kaybetmişti. Sonunda kaçamadı ve tutsak edildi. Kral, Burgonya
Dükü’nün kendiliğinden saldırmış olduğunu duyunca ordunun kalan kısmını alıp,
Türklerin önden yolladıkları onikibin yaya askerinin üzerine atlarıyla yürüdü. Bu
yayaların hepsi öldürüldü veya atların ayakları altında çiğnendi. Bu çarpışmada
benim derebeyim (Herr) Leinhardt
Richtartinger, vurularak atından düştü. Ben, Hans Schiltberger, onun
içoğlanı olarak bunu görünce, atımı ordunun içine sürüp onu kendi atıma
bindirdim, ben de bir Türk’ün atını alıp, arkadaşıma geri döndüm. Yaya askerinin
hepsi yok edildikten sonra, kral, diğer atlı Türk birliklerinin üstüne yürüdü. Türk
Kralı, Sigismund’un üzerine doğru geldiğini görünce kaçmak istedi. “Despot” denilen
Sırbistan Dükü onu tanıyarak, Türk
Kralı’na ve onbeşbin kişilik iyi askerlere sahip diğer sancak beylerine yardıma
koştu.
Despot,
kuvvetleriyle, kralın sancağına yürüdü ve teslim aldı. Kral Sigismund,
sancağının indiğini ve durumun artık kurtarılacak gibi olmadığını görünce
kaçmaya başladı. Von Cily ve Nürnberg Kalesi Kontu Hans, kralı
ortalarına alıp, ordu içinden çıkardılar ve bir gemiye getirdiler. Bu gemiyle
kral İstanbul’a hareket etti. Şövalyeler
ve askerler, kralın kaçtığını görünce kendileri de sıvıştı. Bunların çoğu Tuna’ya
kaçtılar, bazıları gemilere ulaştılar. Gemilere pek çok kimse binmek istiyordu,
ama gemiler o kadar dolmuştu ki hiç yer yoktu. Buna rağmen bazıları, gemilere
çıkmak istiyorlar, o zaman geminin içindekiler, gemiye yapışanların ellerini
keserek onların boğulmalarına neden oluyorlardı. Tuna’ya doğru kaçarken,
yamaçlardan yuvarlanarak da birçok kişi öldü. Benim derebeyim Leinhardt Richtainger, Wernher Pentznauer, Ulrich Kuchler ve küçük bir Steiner ki bunların hepsi Bavyeralı
Şövalyelerdi, çarpışmada öldüler. Keza birçok şövalye ve asker, nehirde
kendilerini kurtarabilecek gemilere ulaşamadıkları için öldürüldüler. Kısaca ordunun
bir bölümü yokedildi. Bununla beraber daha büyük bölümü tutsak edildi. Böylece
Burgonya Dükü ve Derebeyi Hans
Boucicault ve Chateau Morand ki
her ikisi de Fransa’dan gelmiş soylulardı, tutsak edildiler. Macaristan Büyük
Kontu ve diğer kudretli derebeyler, şövalyeler ile aralarında benim de
bulunduğum birçok asker de tutsaklığa düştük.
BİLGİ NOTU:
Niğbolu Muharebesi 25 Eylül
1396'da Osmanlı
ordusunun Macaristan, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, Fransa, Eflak,
Lehistan, İngiltere Krallığı, İskoçya Krallığı, Eski İsviçre Konfederasyonu,
Venedik Cumhuriyeti, Genova Cumhuriyeti, St. Jean Şövelyeleri askerlerinden
oluşmuş bir Haçlı Ordusu'yla Tuna Nehri üzerinde bulunan Niğbolu
kalesi yakınlarında yaptığı ve Osmanlı zaferiyle sonuçlanmış bir savaştır. Bu
savaş aynı zamanda Niğbolu Haçlı Seferi (Crusade of Nicopolis)
diye de anılmakta olup Ortaçağın sonuncu büyük Haçlı
Seferi olarak da nitelendirilmektedir. Bazı kaynaklarda savaşın tarihi 28 Eylül
olarak verilmiştir.
Haçlı Seferine Hazırlık
1394'te Bulgar
Çarı İvan Sişman'in
geçici başkenti olan Niğbolu Türk ordusunca fethedilerek Osmanlı Devleti'ne
katılmıştı. Şişman'ın kardeşi İvan Srtasimis
hala Vidin
kalesini elinde tutmakta idi ama Osmanlı devletine yıllık haraç ödeyen bir
vasal devlet statüsüne girmişti. Macaristan Krallığı ile
Osmanlı Devleti arasinda bulunan tampon devletler Osmanlılara katılmış ve bu
iki devlet sınır komşusu olmuşlardı. Venedik Cumhuriyeti Dalmaçya
kıyılarında ve Mora'da
bulunan kolonilerin ve ticari üs olarak kullandığı limanların Türklerin eline
geçip Venedik'in Adriyatik Denizi, İyon
Denizi ve Ege Denizi'ndeki egemenliğini
ortadan kaldıracağından endişe etmekteydi. Ceneviz Cumhuriyeti ise
Osmanlı Devleti'nin Boğazlar ve Tuna
Nehri üzerindeki hakimiyetinin Karadeniz'deki
ticaret üsleri olan Kefe,
Amasra
ve Sinop'u
tehdit edeceğini, hatta I. Bayezid'in kuşatıp ablukaya
aldığı İstanbul'un karşısında bulunan Galata'yı
fethedeceğinden kuşkulanmaktaydı.
1394'te
Papalık hala birbirine rakip ikiye bölünmüş durumdaydı ve bir Papa Fransa'da Avignon'da
diğeri ise Roma'da
bulunmaktaydı. Avignon Papası IX. Boniface
bir beyanname yayınlayarak Türklere karşı yeni bir Haçlı
Seferi açtığını ilan etti. İngiltere
ve Fransa
krallıkları birbirleriyle yaptıkları ufak aralıklarla çok uzun süren Yüz Yıl Savaşları'nın bir
barış aralığıda idiler ve İngiliz Kralı II.
Richard ve Fransız Kralı VI.
Charles bir Haçlı seferinin finansmanını sağlama hususunda
anlaşabilmişlerdi. Fransız Kralı delegeleri Kutsal Roma-Cermen
İmparatorluğu imparatoru olan ve aynı zamanda Macaristan Kralı
olan Sigismund
ile 1393'ten beri böyle Haçlı Seferi için müzakereler yapmaktaydılar.
Yapılan ilk
plana göre Norman-İngiliz John of Gaunt,
Fransız Orleans Dükü Louis
ve Burgunya Dükü
Cesur Filip
1395'te sefere başlayacaklar, ondan sonra Fransız ve İngiliz kralları VI.
Charles ve II. Richard onları 1396'ta takip edecekti. Ancak bu plan 1396 başında
bir kenara bırakılıp Nevers'li Korkusuz
Jean çoğunluğu Burgundili
süvarilerden oluşan 6.000 Fransız askeri ile sefere başladı. Almanya'da Rheinland-Pfalz,
Bavyera
ve Nürnberg
Korkusuz Jean'ın emrine 3.000 asker sağladı. Sigismund ise İmparatorluk
ülkesinden 4.000 ve Macaristan'dan 1.000 olmak üzere 5.000 kişi ile sefere
katıldı. Korkusuz Jean komutanlığındaki kuvvetler Temmuz 1396'da Buda'ya
ulaşarak Sigismund'un komutanlığı altındaki güçlerle birleştiler. Bu kuvvetler
Hristiyan Katolik olmakla beraber Ortodoks Hristiyan olan Eflak Kralı Mircea ve ordusu da bu Haçlı
Seferine katılmak için çok mücadele verdi.
Yıldırım
Bayezid'in 1395'te
İstanbul'u
ikinci defa kuşatmakta iken yeni bir Haçlı
ordusu hakkında haberi oldu. Osmanlı istihbaratı iyi çalışmıştı. Esasen İstanbul Boğazı'ndan geçen ve
Haçlı donanmasına iştirak edecek olan gemiler görülmekteydi. Ayrıca Bizans Imparatoru
II. Manuel Palaiologos'un
Macar Kralına gönderdiği Yıldırım'ın Haçlı ordusundan haberdar olduğuna dair
mesaj da Osmanlıların eline geçmişti. Haçlı ordusu Buda'ya eriştiği zaman
Yıldırım, İstanbul kuşatmasını çoktan bırakmış bulunuyordu. Gazi Evranos Bey
komutasındaki akıncılar hemen ilerlemişler ve Osmanlı ordusunun güzergahı için
keşif yapmaya başlamışlardı. Bayezid İstanbul'un ablukası için az sayıda birlikleri
geri bıraktı ve bu yüzden Bizanslılar donanmalarını Tuna'ya gönderemediler.
Yıldırım
Bayezid, Rumeli eyaleti ordularının düşmana hücum etmemesini ve Osmanlı
ordusunun Edirne ve Filibe arasında toplanması emrini vermişti. Tecrübeli
Sadrazam Kara Timurtaş Paşa tarafından
organize edilen Rumeli ve Anadolu eyalet orduları büyük bir hızla burada
toplanmaya başladılar ve Meriç kıyısına hemen hasıl oldular. Vasal devletlerden
de önemli katkı sağlayanlar oldu. Özellikle Sırplar Stefan Lazarević
komutasında Filibe'ye geldi ve ana Osmanlı ordusu ile Sıpka Geçidi
güneyinde birleşti. Ana Osmanlı ordusu ise toplanma mevkiinden Ağustos sonunda
hızla yola çıkıp 20 Eylülde Sıpka Geçidi'nden geçip 21-22 Eylül'de Tırnova'ya
vardı. Burada ilk defa bir Haçlı keşif birliği ile karşılaştılar. Osmanlı keşif
birlikleri ise Niğbolu'ya yetişip Haçlı ordularının kale önünde ordugahta
olduklarını gördüler. 24 Eylül'de Yıldırım Bayezid ve ana Osmanlı ordusu
Niğbolu'nun birkaç kilometre güneyine geldi ve Yıldırım'ın otağı burada bir
tepe üzerine kuruldu.
Osmanlı
tarihçileri ana ordunun Niğbolu önüne varışının akşam üstü olduğunu
yazmaktadırlar. Ordu kampı kurulana kadar Yıldırım'ın karanlıktan faydalanarak
kale duvarları önüne geldiğini, Doğan Bey'e bağırarak sabaha kadar direnmesini
emrettiğini, Doğan Bey'in kalede yeterince yiyeceği olduğunu için morallerin
iyi olduğunu bildirdiği ve Sultan'ın kale önüne geldiği için hiç yenilgi imkânı
olmadığını söylediğini yazarlar.
Yıldırım
Beyazid Edirne'den
Tuna Nehri kıyısında bulunan Niğbolu Kalesine 24 saat gibi
kısa bir sürede ordusuyla beraber ulaştı. Adına yaraşır bir süratle gelen Sultan
Yıldırım Bayezid, Divanı toplayarak durum değerlendirmesi yaptı.
Deneyimli
komutanlardan bazıları kalabalık Haçlı ordusunu korkutmak suretiyle bozguna
uğratmaktan yana tavır takınmış ve hatta elde bulunan develeri Balkanlardaki
halkların pek görmediklerini belirterek bu hayvanları kullanarak haçlıları
bozguna uğratabileceklerini ifade etmişlerdir. Yıldırım Bayezid ise böyle bir
saldırıyı mertçe bulmadığı için reddetmiştir. 25
Eylül 1396
günü kendinden aşırı emin Haçlı birlikleri Osmanlı süvarilerinin amansız akını
karşısında bozguna uğramış adeta bir baskın yemişlerdir.
Savaşın
başlarında tepeden tırnağa zırhlı seçkin Hospitalier Şövalyeleri
Osmanlıların öncü birliklerine kayıplar verdirmiş, onları kovalamak için
ilerledikçe Türk askerlerinin daha önceden yerlere sapladıkları kazıkların
olduğu bölgeye gelmişler ve atlarla ilerlemenin mümkün olmadığını görünce
atlarından inmişlerdir. Ancak ağır zırhlı olduklarından dolayı çabucak
yorulmuşlardır. Böylece Türk ordusunun savaş planı tam anlamıyla devreye
girmiş, tepelerin ve ağaçlıkların olduğu yerde konuşlanan Türk ordusunun asıl
gücü savaşa dahil olunca şövalyelerin Jean de Vienne gibi ünlü komutanları da
dahil tamamına yakını imha edilmiştir.
Haçlı
ordusunun geçtiği yerde Müslümanları
ve hatta Ortodoksları katlettiğini
öğrenen Yıldırım Bayezid çok öfkelendi. Soylular bir kenara ayrıldıktan sonra
yere bir kazık çakıldı ve boyu bu kazıktan uzun olan tüm diğer esirler idam
edildi. Niğbolu Savaşı, Osmanlı'nın ilk zamanlarında esirlerin öldürüldüğü tek
savaştır. Ancak çocuk yaştaki Haçlı askerlerinin canı bağışlandı ve onlar da
Müslüman olarak yetiştirilmek üzere Türk ailelerine gönderildi.
Soylular ise
fidye karşılığı serbest bırakıldı.