3 Şubat 2015 Salı

JOHANNES SCHILTBERGER “NİĞBOLU MUHAREBESİ” Nİ ANLATIYOR




Müslümanların kendisine Macaristan’da büyük zararlar vermesi üzerine Kral Sigismund, 1394 yılında diğer Hıristiyanları yardıma çağırdı. Bu ülkeler kendisini destekledi ve büyük bir ordu yardımına koştu. Bu ordu ile Sigismund, Macaristan, Bulgaristan ve Eflak’ı birbirinden ayıran Demirkapı’ya yürüdü. Tuna’yı geçti ve Bulgaristan’da, ülkenin büyük ve önemli bir kenti olan Pudem (Vidin) önlerine vardı. Bunun üzerine kentin ve çevrenin hakimi de oraya gelerek Kralın merhametine sığındı. Kral, kenti güvenilir üçyüz şövalye ve askeriyle işgal edip, birçok Türkün yaşadığı başka bir şehrin önlerine geldi. Orada beş gün kaldı, fakat Türkler şehri teslim etmek istemiyorlardı. Bu nedenle işgal kuvvetleri onları zorla çıkararak kenti Krala sundular. Bu esnada pek çok Türk öldürüldü, diğerleri de tutsak edildi. Kral ikiyüz adamını kente yerleştirip Schiltaw’a doğru yola devam etti. Bu kentin adı Müslümanların dilinde Nicopoly (Niğbolu)’dur. Şehri, karadan ve nehir yönünden 16 gün kuşattı. Kral Niğbolu önlerinde iken Wyasit (Bayezid) denilen “Türk Kralı” ikiyüzbin kişilik bir kuvvetle yardıma geldi. Kral Sigismund bunu öğrenince, yaklaşık onaltıbin kişilik kuvvetiyle bir mil yakınına gelinceye kadar ona doğru yürüdü. Bu sırada Eflak Dükü gelerek, kraldan düşmana karşı keşif kolu çıkarmak için izin istedi. Kral da bu izni verdi. Dük yanına bin kişi daha alarak düşmanı gözetledi. Döndüğünde, krala, düşman ordusunun, her biri, altında onbin kişilik bir kuvvetin toplandığı yirmi sancağı bulunduğunu bildirdi. Her sancağın savaşçıları ayrı bir ordugahta toplanmıştı. Kral bunu öğrenir öğrenmez, iyi düzenlenmiş bir savaş planı hazırlamaya karar verdi. Eflak Dükü, ilk saldırıyı kendisinin yapmasına izin verilmesini diledi. Kral buna da izin verecekti, fakat durumu öğrenen Burgonya Dükü, bu şerefi ne Eflak Dükü’ne ne de başkasına bırakmak istiyordu. Çünkü, o, yaklaşık olarak altıbin kişilik kuvvetiyle o kadar yol tepmiş ve o kadar çok yiyecek harcamıştı ki, ilk atlı hücumu kendisinin yapmasına izin vermesini kraldan diledi. Aslında kral, bunun Macarlara bırakılmasını istiyordu. Çünkü onlar Türklerle daha önce de çarpışmışlardı ve onların tehlikeli yönlerini diğerlerinden iyi biliyorlardı. Fakat Burgonya Dükü bunu Macarlara bırakmadı ve atlı kuvvetini alarak düşmana karşı yürüdü ve bu arada iki askeri birliği yarıp geçti. Yalnız üçüncüsüyle karşılaşınca geri döndü ve çekilmek istedi. Fakat düşman artık onu çember içine almış bulunuyordu. Türkler yalnız atlara nişan aldıkları için adamlarının yarısından çoğu atlarını kaybetmişti. Sonunda kaçamadı ve tutsak edildi. Kral, Burgonya Dükü’nün kendiliğinden saldırmış olduğunu duyunca ordunun kalan kısmını alıp, Türklerin önden yolladıkları onikibin yaya askerinin üzerine atlarıyla yürüdü. Bu yayaların hepsi öldürüldü veya atların ayakları altında çiğnendi. Bu çarpışmada benim derebeyim (Herr) Leinhardt Richtartinger, vurularak atından düştü. Ben, Hans Schiltberger, onun içoğlanı olarak bunu görünce, atımı ordunun içine sürüp onu kendi atıma bindirdim, ben de bir Türk’ün atını alıp, arkadaşıma geri döndüm. Yaya askerinin hepsi yok edildikten sonra, kral, diğer atlı Türk birliklerinin üstüne yürüdü. Türk Kralı, Sigismund’un üzerine doğru geldiğini görünce kaçmak istedi. “Despot” denilen Sırbistan Dükü onu tanıyarak, Türk Kralı’na ve onbeşbin kişilik iyi askerlere sahip diğer sancak beylerine yardıma koştu.

   Despot, kuvvetleriyle, kralın sancağına yürüdü ve teslim aldı. Kral Sigismund, sancağının indiğini ve durumun artık kurtarılacak gibi olmadığını görünce kaçmaya başladı. Von Cily ve Nürnberg Kalesi Kontu Hans, kralı ortalarına alıp, ordu içinden çıkardılar ve bir gemiye getirdiler. Bu gemiyle kral İstanbul’a hareket etti. Şövalyeler ve askerler, kralın kaçtığını görünce kendileri de sıvıştı. Bunların çoğu Tuna’ya kaçtılar, bazıları gemilere ulaştılar. Gemilere pek çok kimse binmek istiyordu, ama gemiler o kadar dolmuştu ki hiç yer yoktu. Buna rağmen bazıları, gemilere çıkmak istiyorlar, o zaman geminin içindekiler, gemiye yapışanların ellerini keserek onların boğulmalarına neden oluyorlardı. Tuna’ya doğru kaçarken, yamaçlardan yuvarlanarak da birçok kişi öldü. Benim derebeyim Leinhardt Richtainger, Wernher Pentznauer, Ulrich Kuchler ve küçük bir Steiner ki bunların hepsi Bavyeralı Şövalyelerdi, çarpışmada öldüler. Keza birçok şövalye ve asker, nehirde kendilerini kurtarabilecek gemilere ulaşamadıkları için öldürüldüler. Kısaca ordunun bir bölümü yokedildi. Bununla beraber daha büyük bölümü tutsak edildi. Böylece Burgonya Dükü ve Derebeyi Hans Boucicault ve Chateau Morand ki her ikisi de Fransa’dan gelmiş soylulardı, tutsak edildiler. Macaristan Büyük Kontu ve diğer kudretli derebeyler, şövalyeler ile aralarında benim de bulunduğum birçok asker de tutsaklığa düştük.

BİLGİ NOTU:
Niğbolu Muharebesi 25 Eylül 1396'da Osmanlı ordusunun Macaristan, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, Fransa, Eflak, Lehistan, İngiltere Krallığı, İskoçya Krallığı, Eski İsviçre Konfederasyonu, Venedik Cumhuriyeti, Genova Cumhuriyeti, St. Jean Şövelyeleri askerlerinden oluşmuş bir Haçlı Ordusu'yla Tuna Nehri üzerinde bulunan Niğbolu kalesi yakınlarında yaptığı ve Osmanlı zaferiyle sonuçlanmış bir savaştır. Bu savaş aynı zamanda Niğbolu Haçlı Seferi (Crusade of Nicopolis) diye de anılmakta olup Ortaçağın sonuncu büyük Haçlı Seferi olarak da nitelendirilmektedir. Bazı kaynaklarda savaşın tarihi 28 Eylül olarak verilmiştir.

Haçlı Seferine Hazırlık


1394'te Bulgar Çarı İvan Sişman'in geçici başkenti olan Niğbolu Türk ordusunca fethedilerek Osmanlı Devleti'ne katılmıştı. Şişman'ın kardeşi İvan Srtasimis hala Vidin kalesini elinde tutmakta idi ama Osmanlı devletine yıllık haraç ödeyen bir vasal devlet statüsüne girmişti. Macaristan Krallığı ile Osmanlı Devleti arasinda bulunan tampon devletler Osmanlılara katılmış ve bu iki devlet sınır komşusu olmuşlardı. Venedik Cumhuriyeti Dalmaçya kıyılarında ve Mora'da bulunan kolonilerin ve ticari üs olarak kullandığı limanların Türklerin eline geçip Venedik'in Adriyatik Denizi, İyon Denizi ve Ege Denizi'ndeki egemenliğini ortadan kaldıracağından endişe etmekteydi. Ceneviz Cumhuriyeti ise Osmanlı Devleti'nin Boğazlar ve Tuna Nehri üzerindeki hakimiyetinin Karadeniz'deki ticaret üsleri olan Kefe, Amasra ve Sinop'u tehdit edeceğini, hatta I. Bayezid'in kuşatıp ablukaya aldığı İstanbul'un karşısında bulunan Galata'yı fethedeceğinden kuşkulanmaktaydı.

1394'te Papalık hala birbirine rakip ikiye bölünmüş durumdaydı ve bir Papa Fransa'da Avignon'da diğeri ise Roma'da bulunmaktaydı. Avignon Papası IX. Boniface bir beyanname yayınlayarak Türklere karşı yeni bir Haçlı Seferi açtığını ilan etti. İngiltere ve Fransa krallıkları birbirleriyle yaptıkları ufak aralıklarla çok uzun süren Yüz Yıl Savaşları'nın bir barış aralığıda idiler ve İngiliz Kralı II. Richard ve Fransız Kralı VI. Charles bir Haçlı seferinin finansmanını sağlama hususunda anlaşabilmişlerdi. Fransız Kralı delegeleri Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu imparatoru olan ve aynı zamanda Macaristan Kralı olan Sigismund ile 1393'ten beri böyle Haçlı Seferi için müzakereler yapmaktaydılar.

Yapılan ilk plana göre Norman-İngiliz John of Gaunt, Fransız Orleans Dükü Louis ve Burgunya Dükü Cesur Filip 1395'te sefere başlayacaklar, ondan sonra Fransız ve İngiliz kralları VI. Charles ve II. Richard onları 1396'ta takip edecekti. Ancak bu plan 1396 başında bir kenara bırakılıp Nevers'li Korkusuz Jean çoğunluğu Burgundili süvarilerden oluşan 6.000 Fransız askeri ile sefere başladı. Almanya'da Rheinland-Pfalz, Bavyera ve Nürnberg Korkusuz Jean'ın emrine 3.000 asker sağladı. Sigismund ise İmparatorluk ülkesinden 4.000 ve Macaristan'dan 1.000 olmak üzere 5.000 kişi ile sefere katıldı. Korkusuz Jean komutanlığındaki kuvvetler Temmuz 1396'da Buda'ya ulaşarak Sigismund'un komutanlığı altındaki güçlerle birleştiler. Bu kuvvetler Hristiyan Katolik olmakla beraber Ortodoks Hristiyan olan Eflak Kralı Mircea ve ordusu da bu Haçlı Seferine katılmak için çok mücadele verdi.

Yıldırım Bayezid'in 1395'te İstanbul'u ikinci defa kuşatmakta iken yeni bir Haçlı ordusu hakkında haberi oldu. Osmanlı istihbaratı iyi çalışmıştı. Esasen İstanbul Boğazı'ndan geçen ve Haçlı donanmasına iştirak edecek olan gemiler görülmekteydi. Ayrıca Bizans Imparatoru II. Manuel Palaiologos'un Macar Kralına gönderdiği Yıldırım'ın Haçlı ordusundan haberdar olduğuna dair mesaj da Osmanlıların eline geçmişti. Haçlı ordusu Buda'ya eriştiği zaman Yıldırım, İstanbul kuşatmasını çoktan bırakmış bulunuyordu. Gazi Evranos Bey komutasındaki akıncılar hemen ilerlemişler ve Osmanlı ordusunun güzergahı için keşif yapmaya başlamışlardı. Bayezid İstanbul'un ablukası için az sayıda birlikleri geri bıraktı ve bu yüzden Bizanslılar donanmalarını Tuna'ya gönderemediler.

Yıldırım Bayezid, Rumeli eyaleti ordularının düşmana hücum etmemesini ve Osmanlı ordusunun Edirne ve Filibe arasında toplanması emrini vermişti. Tecrübeli Sadrazam Kara Timurtaş Paşa tarafından organize edilen Rumeli ve Anadolu eyalet orduları büyük bir hızla burada toplanmaya başladılar ve Meriç kıyısına hemen hasıl oldular. Vasal devletlerden de önemli katkı sağlayanlar oldu. Özellikle Sırplar Stefan Lazarević komutasında Filibe'ye geldi ve ana Osmanlı ordusu ile Sıpka Geçidi güneyinde birleşti. Ana Osmanlı ordusu ise toplanma mevkiinden Ağustos sonunda hızla yola çıkıp 20 Eylülde Sıpka Geçidi'nden geçip 21-22 Eylül'de Tırnova'ya vardı. Burada ilk defa bir Haçlı keşif birliği ile karşılaştılar. Osmanlı keşif birlikleri ise Niğbolu'ya yetişip Haçlı ordularının kale önünde ordugahta olduklarını gördüler. 24 Eylül'de Yıldırım Bayezid ve ana Osmanlı ordusu Niğbolu'nun birkaç kilometre güneyine geldi ve Yıldırım'ın otağı burada bir tepe üzerine kuruldu.

Osmanlı tarihçileri ana ordunun Niğbolu önüne varışının akşam üstü olduğunu yazmaktadırlar. Ordu kampı kurulana kadar Yıldırım'ın karanlıktan faydalanarak kale duvarları önüne geldiğini, Doğan Bey'e bağırarak sabaha kadar direnmesini emrettiğini, Doğan Bey'in kalede yeterince yiyeceği olduğunu için morallerin iyi olduğunu bildirdiği ve Sultan'ın kale önüne geldiği için hiç yenilgi imkânı olmadığını söylediğini yazarlar.

Yıldırım Beyazid Edirne'den Tuna Nehri kıyısında bulunan Niğbolu Kalesine 24 saat gibi kısa bir sürede ordusuyla beraber ulaştı. Adına yaraşır bir süratle gelen Sultan Yıldırım Bayezid, Divanı toplayarak durum değerlendirmesi yaptı.

Deneyimli komutanlardan bazıları kalabalık Haçlı ordusunu korkutmak suretiyle bozguna uğratmaktan yana tavır takınmış ve hatta elde bulunan develeri Balkanlardaki halkların pek görmediklerini belirterek bu hayvanları kullanarak haçlıları bozguna uğratabileceklerini ifade etmişlerdir. Yıldırım Bayezid ise böyle bir saldırıyı mertçe bulmadığı için reddetmiştir. 25 Eylül 1396 günü kendinden aşırı emin Haçlı birlikleri Osmanlı süvarilerinin amansız akını karşısında bozguna uğramış adeta bir baskın yemişlerdir.

Savaşın başlarında tepeden tırnağa zırhlı seçkin Hospitalier Şövalyeleri Osmanlıların öncü birliklerine kayıplar verdirmiş, onları kovalamak için ilerledikçe Türk askerlerinin daha önceden yerlere sapladıkları kazıkların olduğu bölgeye gelmişler ve atlarla ilerlemenin mümkün olmadığını görünce atlarından inmişlerdir. Ancak ağır zırhlı olduklarından dolayı çabucak yorulmuşlardır. Böylece Türk ordusunun savaş planı tam anlamıyla devreye girmiş, tepelerin ve ağaçlıkların olduğu yerde konuşlanan Türk ordusunun asıl gücü savaşa dahil olunca şövalyelerin Jean de Vienne gibi ünlü komutanları da dahil tamamına yakını imha edilmiştir.

Haçlı ordusunun geçtiği yerde Müslümanları ve hatta Ortodoksları katlettiğini öğrenen Yıldırım Bayezid çok öfkelendi. Soylular bir kenara ayrıldıktan sonra yere bir kazık çakıldı ve boyu bu kazıktan uzun olan tüm diğer esirler idam edildi. Niğbolu Savaşı, Osmanlı'nın ilk zamanlarında esirlerin öldürüldüğü tek savaştır. Ancak çocuk yaştaki Haçlı askerlerinin canı bağışlandı ve onlar da Müslüman olarak yetiştirilmek üzere Türk ailelerine gönderildi.

Soylular ise fidye karşılığı serbest bırakıldı.