Bayezid, zaferi kazandıktan sonra, ordugahını, Kral Sigismund’un
ordusuyla birlikte kaldığı yere kurdu. Sonra savaş alanına giderek şehit
düşenleri gözden geçirdi. Ne kadar çok adamının öldüğünü anlayınca büyük bir
hüzne düştü ve dökülen bu kanları intikamsız bırakmamaya andiçti. Adamlarına,
ertesi gün bütün tutsakları önüne getirmelerini emretti, aksi halde ağır
şekilde cezalandırılacaklardı.
Ertesi gün adamları geldiler, herkes kendi aldığı tutsakları
bir ipe bağlı olarak sürüyordu. Ben de diğer iki kişiyle birlikte iple bağlı
idim. Tutsaklar, önüne getirilince, kral öldürülen adamlarının intikamını nasıl
aldığını görmesi için Burgonya Dükü’nü
yanına çağırdı. Dük, kralın hiddetini farkedince, ondan kendisinin oniki
adamını seçip almasına müsaade etmesini diledi. Bu dileği yerine getirildi. O
zaman Dük, kendi vatanından oniki soylu kişiyi aldı. Bunlar arasında Derebeyi Stephan Synher ve Hansen von Boden de vardı.
Sonra Kral, herkesin kendi tutsağını öldürmesini, bunu yapmak
istemeyenlerin kendileri adına başkasına yaptırmalarını emretti. Benim beraber
olduğum iki tutsak da alındı ve kafaları kesildi. Sıra bana gelmişti ki Kralın
oğlu (şehzade) bana bakıyordu; benim hayatta bırakılmamı, öldürülmememi
sağladı. Beni diğer çocukların yanına götürdüler, çünkü yirmi yaşından küçük
olanlar öldürülmüyordu. Ben o sırada henüz onaltı yaşında bile yoktum.
Bavyeralı bir derebeyi olan Hans Greiff’ın diğer üç tutsakla birlikte iple bağlı olarak
getirildiğini gördüm. O, kendilerinden nasıl kanlı bir intikam alınacağını
anlayınca, öldürülmek üzere orada bulunan şövalyeler ve askerleri, yüksek sesle
şöyle teselli etti: “Mutluluk duyun ki şimdi kanımız Hıristiyan inancı için dökülünce,
Tanrının iradesi ile İsa’nın önüne cennete gideceğiz.” Sonra dizinin
üstüne oturdu, kendisi ve kader arkadaşları kafalarını uzattılar.
Bu kan dökülme işi, sabahtan akşamın ilk saatlerine kadar sürdü.
Kralın danışmanları bu kırımın sonu gelmeyeceğini anlayınca, ayağa kalktılar ve
Kralın önünde diz çöküp ondan, Allah rızası için hiddetini unutmasını
dilediler. Kan dökülüşünün artık yeterli olduğunu, aksi halde, Allah’ın
gazabına uğrayabileceğini söylediler. Kral, bu dileği kabul etti ve öldürmeye
son verilip kalan tutsakların toplanmasını emretti. Bunlar arasından kendi
payını seçip ayırdı ve kalanları da onları tutsak almış olanlara bıraktı.
Ben, Kralın payına düşen tutsaklar arasındaydım. O gün
öldürenlerin sayısı onbin kadar tahmin ediliyordu. Kral kendi tutsaklarını
Yunanistan’daki Adronopoli (Edirne)’ye gönderdi. Orada onbeş gün kaldıktan
sonra deniz yoluyla Kalipoli’ye (Gelibolu) getirildik. Gelibolu Türklerin
denize açıldığı bir liman şehridir. Orada tümümüz üçyüz kişi, bir kulede iki ay
hapsedildik. Burgonya Dükü de
kendisinin ölümden kurtardığı kimselerle birlikte bu kulenin üstünde
hapsedilmişti.
Bu sırada Kral
Sigismund gemiyle şehrin önünden geçti, onu Hırvatistan’a götürmek istiyorlardı.
Bu, Türklerin kulağına gelince, hapiste bulunanların hepsini kuleden çıkarıp
deniz kenarına getirdiler ve kralı tahrik için yan yana dizdiler. Bu esnada da,
gemiden çıkıp gelerek adamlarını
kurtarmasını bağırarak söylüyorlardı. Böylece onunla alay ediyorlardı. Bu
esnada uzun süre, denizdekilerle ufak çapta karşılıklı ateş açıldı. Fakat
Türkler, Krala bir şey yapamadılar, Kral rahatça geçip gitti.
O kadar çok insanın idamından ve biz tutsakların yukarıda
belirtilen şehre getirilmesinden üç gün sonra, Kral Macaristan’a doğru yola
çıktı. Mitrotz (Mitroviz) yakınında Sava’yı geçti, bütün o memleketi imha etti.
Oradan Pettau (Steiermark, Avusturya) Dükü’nün bölgesine gitti, buradan erkek,
kadın, çocuk olarak ve bütün mal ve mülkleriyle beraber onaltıbin kişiyi tutsak
aldı. Pettau şehrini fethetti, yaktı ve ahalisini esir aldı. Tutsaklardan bir
kısmını Yunanistan’a gönderdi. Sava nehrini geçtikten sonra, Gelibolu’ya bir
haberci göndererek, bizlerin deniz yoluyla başkenti Brussa’ya (Bursa)
götürülmemizi emretti. Orada Kral gelinceye kadar kaldık. Bayezid şehre
geldiğinde, Burgonya Dükü’nü, onun
kurtarmış olduğu adamlarıyla birlikte alıp sarayının yakınındaki bir eve
götürdü. Bayezid Mısır Sultanı’na, Macaristan Derebeylerinden Hodor ile altmış askeri şeref hediyesi
(ihsan) olarak gönderdi. Bunlar arasında ben de bulunacaktım. Fakat üç yaram
yüzünden kötü durumda idim, yolda ölebileceğimden korkulduğundan, ben Türk
Kralının nezdinde kaldım. Kral Bağdat ve İran Krallarına da armağan olarak
tutsaklar gönderdi. Hatta Beyaz Tataristan’a ve Büyük Ermenistan’a ve daha
birçok ülkeye böyle hediyeler gönderdi. Ben, Türk Kralı’nın sarayına geldim ve
orada başkalarıyla birlikte altı yıl süreyle, Kral nereye giderse ben de yaya
olarak oralara önden yürüyerek gitmek zorunda kaldım. Çünkü Hükümdarın önünde
yaya olarak gidilmesi adettir. Bu altı yıl sonunda bir binek hayvanına sahip
olma hakkını elde ettim ve altı yıl daha süvari olarak onun yanında kaldım ki
cem’an oniki sene Bayezid’in emrindeydim.*
*Burada
Schiltberger yanılmaktadır. Tutsak olduğu 1396 yılı ile Bayezid’in yenildiği
Ankara Muharebesi (1402) arasında sadece 6 yıl vardır.