4 Şubat 2015 Çarşamba

JOHANNES SCHILTBERGER “NİĞBOLU MUHAREBESİ” SONRASINI ANLATIYOR



Bayezid, zaferi kazandıktan sonra, ordugahını, Kral Sigismund’un ordusuyla birlikte kaldığı yere kurdu. Sonra savaş alanına giderek şehit düşenleri gözden geçirdi. Ne kadar çok adamının öldüğünü anlayınca büyük bir hüzne düştü ve dökülen bu kanları intikamsız bırakmamaya andiçti. Adamlarına, ertesi gün bütün tutsakları önüne getirmelerini emretti, aksi halde ağır şekilde cezalandırılacaklardı.
 
Ertesi gün adamları geldiler, herkes kendi aldığı tutsakları bir ipe bağlı olarak sürüyordu. Ben de diğer iki kişiyle birlikte iple bağlı idim. Tutsaklar, önüne getirilince, kral öldürülen adamlarının intikamını nasıl aldığını görmesi için Burgonya Dükü’nü yanına çağırdı. Dük, kralın hiddetini farkedince, ondan kendisinin oniki adamını seçip almasına müsaade etmesini diledi. Bu dileği yerine getirildi. O zaman Dük, kendi vatanından oniki soylu kişiyi aldı. Bunlar arasında Derebeyi Stephan Synher ve Hansen von Boden de vardı.
 
Sonra Kral, herkesin kendi tutsağını öldürmesini, bunu yapmak istemeyenlerin kendileri adına başkasına yaptırmalarını emretti. Benim beraber olduğum iki tutsak da alındı ve kafaları kesildi. Sıra bana gelmişti ki Kralın oğlu (şehzade) bana bakıyordu; benim hayatta bırakılmamı, öldürülmememi sağladı. Beni diğer çocukların yanına götürdüler, çünkü yirmi yaşından küçük olanlar öldürülmüyordu. Ben o sırada henüz onaltı yaşında bile yoktum.
 
Bavyeralı bir derebeyi olan Hans Greiff’ın diğer üç tutsakla birlikte iple bağlı olarak getirildiğini gördüm. O, kendilerinden nasıl kanlı bir intikam alınacağını anlayınca, öldürülmek üzere orada bulunan şövalyeler ve askerleri, yüksek sesle şöyle teselli etti: “Mutluluk duyun ki şimdi kanımız Hıristiyan inancı için dökülünce, Tanrının iradesi ile İsa’nın önüne cennete gideceğiz.” Sonra dizinin üstüne oturdu, kendisi ve kader arkadaşları kafalarını uzattılar.
 
Bu kan dökülme işi, sabahtan akşamın ilk saatlerine kadar sürdü. Kralın danışmanları bu kırımın sonu gelmeyeceğini anlayınca, ayağa kalktılar ve Kralın önünde diz çöküp ondan, Allah rızası için hiddetini unutmasını dilediler. Kan dökülüşünün artık yeterli olduğunu, aksi halde, Allah’ın gazabına uğrayabileceğini söylediler. Kral, bu dileği kabul etti ve öldürmeye son verilip kalan tutsakların toplanmasını emretti. Bunlar arasından kendi payını seçip ayırdı ve kalanları da onları tutsak almış olanlara bıraktı.
 
Ben, Kralın payına düşen tutsaklar arasındaydım. O gün öldürenlerin sayısı onbin kadar tahmin ediliyordu. Kral kendi tutsaklarını Yunanistan’daki Adronopoli (Edirne)’ye gönderdi. Orada onbeş gün kaldıktan sonra deniz yoluyla Kalipoli’ye (Gelibolu) getirildik. Gelibolu Türklerin denize açıldığı bir liman şehridir. Orada tümümüz üçyüz kişi, bir kulede iki ay hapsedildik. Burgonya Dükü de kendisinin ölümden kurtardığı kimselerle birlikte bu kulenin üstünde hapsedilmişti.
 
Bu sırada Kral Sigismund gemiyle şehrin önünden geçti, onu Hırvatistan’a götürmek istiyorlardı. Bu, Türklerin kulağına gelince, hapiste bulunanların hepsini kuleden çıkarıp deniz kenarına getirdiler ve kralı tahrik için yan yana dizdiler. Bu esnada da,  gemiden çıkıp gelerek adamlarını kurtarmasını bağırarak söylüyorlardı. Böylece onunla alay ediyorlardı. Bu esnada uzun süre, denizdekilerle ufak çapta karşılıklı ateş açıldı. Fakat Türkler, Krala bir şey yapamadılar, Kral rahatça geçip gitti.
 
O kadar çok insanın idamından ve biz tutsakların yukarıda belirtilen şehre getirilmesinden üç gün sonra, Kral Macaristan’a doğru yola çıktı. Mitrotz (Mitroviz) yakınında Sava’yı geçti, bütün o memleketi imha etti. Oradan Pettau (Steiermark, Avusturya) Dükü’nün bölgesine gitti, buradan erkek, kadın, çocuk olarak ve bütün mal ve mülkleriyle beraber onaltıbin kişiyi tutsak aldı. Pettau şehrini fethetti, yaktı ve ahalisini esir aldı. Tutsaklardan bir kısmını Yunanistan’a gönderdi. Sava nehrini geçtikten sonra, Gelibolu’ya bir haberci göndererek, bizlerin deniz yoluyla başkenti Brussa’ya (Bursa) götürülmemizi emretti. Orada Kral gelinceye kadar kaldık. Bayezid şehre geldiğinde, Burgonya Dükü’nü, onun kurtarmış olduğu adamlarıyla birlikte alıp sarayının yakınındaki bir eve götürdü. Bayezid Mısır Sultanı’na, Macaristan Derebeylerinden Hodor ile altmış askeri şeref hediyesi (ihsan) olarak gönderdi. Bunlar arasında ben de bulunacaktım. Fakat üç yaram yüzünden kötü durumda idim, yolda ölebileceğimden korkulduğundan, ben Türk Kralının nezdinde kaldım. Kral Bağdat ve İran Krallarına da armağan olarak tutsaklar gönderdi. Hatta Beyaz Tataristan’a ve Büyük Ermenistan’a ve daha birçok ülkeye böyle hediyeler gönderdi. Ben, Türk Kralı’nın sarayına geldim ve orada başkalarıyla birlikte altı yıl süreyle, Kral nereye giderse ben de yaya olarak oralara önden yürüyerek gitmek zorunda kaldım. Çünkü Hükümdarın önünde yaya olarak gidilmesi adettir. Bu altı yıl sonunda bir binek hayvanına sahip olma hakkını elde ettim ve altı yıl daha süvari olarak onun yanında kaldım ki cem’an oniki sene Bayezid’in emrindeydim.*

*Burada Schiltberger yanılmaktadır. Tutsak olduğu 1396 yılı ile Bayezid’in yenildiği Ankara Muharebesi (1402) arasında sadece 6 yıl vardır.