18 Şubat 2015 Çarşamba

Sosyalistler ve işçi hareketi


Sosyalist mücadelenin  zemini işçi sınıfı hareketidir. İşçi sınıfı  etnik gruplara ve dini cemaatlere göre bölündüğü zaman sınıf mücadelesinden söz edilemez. Tekil işçinin  mensubiyeti, birlikte çalıştığı, ürettiği yoldaşlarının ekonomik ve siyasi mücadelesinden etnik ve dini siyasete doğru saptığı zaman, ne sınıf dayanışmasından ne sınıf bilincinden ne de  burjuvaziye, patronlara karşı ortak mücadeleden söz edilebilir.

Siyasi akımlar ve partiler işçi sınıfıyla ara örgütler aracılığıyla bağ kurabilir. Bu örgütler en başta sendikalardır; ikinci olarak, geçmişte pek çok örneğini gördüğümüz  semt dernekleri, çok çeşitli biçimlerde oluşabilen dayanışma örgütleridir. Günümüzde bu türden ara örgütlerin sadece soluk gölgeleri kalmıştır.

Günümüzde işçi sınıfının içinde bulunduğu durumu  gözler önüne seren en önemli olay Soma’da yaşanan faciadır. Bunun kâr hırsıyla işlenen bir cinayet olduğu, sınıfın gazabından korkusu olmayan hükümet üyeleri tarafından bile gayet pervasızca dile getirilmiştir. Bu olayla ilgili pek çok yayın yapıldı. Benim asla unutamayacağım manzara, Zonguldak’taki maden işçilerinin ağlayarak yaptıkları  saygı duruşuydu.  Kâr hırsına kurban edilen 300 arkadaşlarının matemini grevlerle,  kitlesel gösterilerle değil de sessizce ağlayarak ifade edebilen bir işçi sınıfının varlığı, sınıf mücadelesinin ne kadar gerilediğini göstermiştir. 12 Eylül döneminin TİSK (zamanın işveren sendikası) başkanını hatırlamamak mümkün mü? Şöyle demişti: “Bugüne kadar biz ağladık onlar (işçiler) güldü, bundan sonra onlar ağlayacak biz güleceğiz.” Değişen bir şey yoktur.

KURDA KUŞA YEM OLMAK

Günümüzde sadece kol gücünü kullanan işçiler değil, “beyaz yakalı” dediğimiz çalışanlar; bilişim, reklamcılık, medya gibi alanlarda  fikir ve tasarım üretenler de, gayet pervasız,  her türlü tacizi içeren ağır bir sömürü altındadırlar. İş güvenceleri yoktur; özellikle bu alanda çalışan gençlerin gelecekleri ve çalışma koşulları servet hırsından gözü dönmüş, kendini dokunulmaz sanan patronların kaprislerine, ruhsal iniş çıkışlarına, insaflarına  kalmıştır. Kuralsızlık ve sömürü hayatın her alanına hâkim olmuştur.

Türkiye’de emekçi sınıfların durumu bütün partileri, dernekleri, dergileriyle birlikte sosyalistlerin gerekliliğini ve işlevini sorgulamayı gerektirecek kadar vahimdir.  Kendimize yakıştırdığımız pek çok sıfat bir yana, biz olmasak, ne fark edecek mesela? Bunu düşünelim. Son yirmi sekiz yıl içinde toplumun içinde tutunabildiğimiz  bir tane sağlam mevzi, önderlik edebildiğimiz tek bir mücadele var mı? Varacağımız sonuçları yazılı ve sözlü olarak ilan etmemiz gerekmez elbette, ancak bu türden soruları çoğaltıp, her biri üzerinde sessizce düşünmek durumundayız.  Böyle bir güçsüzlüğe ulaşmak için; seçim  ittifakı ayağına PKK’liye, kurda kuşa, patrona yem olmak, etnik ve dinsel bölünmelere kurban gitmek, üstelik bu durumu hâlâ tam olarak idrak edememiş olmak için temelde büyük bir değerlendirme hatası yapmış olmalıyız.

İNSAN OLMANIN ÖN ŞARTI

İşçinin emekçinin her şeyden önce kendisini, hakları ve yükümlülükleri olan bir “yurttaş” olarak görmesi gerekir. Kendisini  falanca etnik grubun üyesi ya da  Muhammed ümmetinin  falanca mezhebinin ya da tarikatının müridi olarak tanımlarsa, ne  haklarına sahip çıkabilir ne de  sınıf bilinci edinebilir. Bir zamanlar bazı gericiler, üstelik solcu geçinen entel dergilerinde “Medine Vesikası” tartışıyor ve  7. asırdan kalma bu belgede çağdaş bir demokrasi örneği görüyorlardı.  Çok önce oldu bu. Geriye doğru bakınca, bu türden saçmalıkların emperyalizmin özellikle Ortadoğu halklarına reva gördüğü  mezhebi ve dini parçalanmayla bire bir örtüştüğünü görüyoruz. Kavramları ve klişeleri sakız gibi çiğneyen solcu entelektüelin bu kadar aptal  olması da bir talihsizlik aslında.

Sonuç olarak, bir kurucu iradeyle modern/seküler toplum düzeninin yeniden kurulması, ümmet ideolojisinin ve her türlü dini gericiliğin kamu yönetiminin bütün alanlarından temizlenmesi,  sosyalistler dahil yurttaşlık bilincine sahip olan herkesin birinci görevidir. Bu bir ön şarttır! Neyin ön şartıdır? Dehşet verici katliamlara, iç savaşlara sürüklenmemenin; sınıf bilincinin ve sosyalist mücadelenin, kültür ve sanat alanında özgür yaratıcılığın, tarihimizin ve hayat tarzımızın, tek kelimeyle insan olmanın ön şartı, vazgeçilmez koşulu, olmazsa olmazıdır.
 
Yavuz Alogan
 
AYDINLIK / 20 Ocak 2015

Hiç yorum yok :