Soma cinayetinde normal olmayan çok şey var. Cumhuriyet tarihinin en büyük iş cinayeti... Feryatlar arş-ı alayı kaplamış, bütün Soma, bütün Türkiye yanıyor, herkes kan ağlıyor. Ama ağlamayanlar da var.
Oysa bunlar, olur olmaz her şeye ağlamalarıyla bilinenler. Gözlerinden bir tek damla yaş gelmedi.
Hayret!
Ağlama şampiyonu Bülent Arınç bile ağlamadı.
Birinci gariplik bu idi...
Ölenlerin büyük kısmı AKP’ye oy vermişti. Aksi durumda işten atılıyorlardı. İşverenin odasında Atatürk’ün değil AKP başkanının resmi vardı.
Ölenleri AKP mitinglerinde dolaştırmış, tezahürat yaptırmışlardı.
Ölen işçiler, AKP’nin yandaş temin etmek için dağıttığı bedava kömürü canları, canları pahasına çıkaranlardı.
İkinci gariplik sergilenen vefasızlıktı.
Katliam haberinin, en ücra yere kadar ulaşıp milletin ayağa kalkmasına rağmen, uçan kuştan haberi olan Başbakan’ın katliamı duymaması düşünülemez. Kaldı ki Enerji Bakanı’nı kendisi görevlendirmiş.
Ama gazetecilerin toplantısında eğlenmeye devam etti.
Ağlama şampiyonu Arınç ise, bırakalım ağlamayı, kendi memleketindeki katliama kılını kıpırdatmadı. Başbakan’ın gezisine eşlik etmekle yetindi sadece.
İşçiden sorumlu Bakan Faruk Çelik de uğramadı oralara.
Garip bir vefasızlıktı bu.
Üçüncü gariplik, Başbakan dahil bütün kabine üyelerinin gözle görünen telaşı idi.
Dördüncüsü, Soma’nın acılarına ortak olunması gerekirken, sıkıyönetim ilan edilmesidir.
Çevre illerden binlerce polis ve jandarma getirildi, toplanmalar yasakladı, TOMA’ları işçinin üzerine sürdüler.
Bırakalım Soma’yı, Manisa sınırı bile girişlere kapatıldı.
Beşinci gariplik, hiçbir iş cinayetinde olmayan irtica ablukası idi. Sarıklı, sakallı ve cüppeli tarikat mensupları şehri işgal etti. Diyanet İşleri Başkanlığı 1500 imam gönderdi.
Yandaş televizyonlar, gazeteler bile buna tahsis edildi.
Kara propagandalar sardı aileleri, kenti, hatta bütün ülkeyi.
“Ölenler cennetlikti”. “Güzel ölümdü” yani. “Ağlamak, şikâyet etmek, sorumlularını aramak doğru değildi”. Fetvalar verildi, bildiriler dağıtıldı, camilerden nutuklar atıldı günlerce. “Ağlamak, Allahın gücüne giderdi. Ağlayacağına mutlu olmalıydılar.”
Altıncı gariplik, Hükümetin saldırganlığı idi. Başbakan ve Cumhurbaşkanı yüzlerce koruma, binlerce polisle gelmiş, Başbakan işçi dövmüş, işçiye “İsrail dölü” demiş, danışmanı işçiyi tekmelemişti.
Başbakan “Ölümlerin normal olduğunu, madenciliğin fıtratında ölmek olduğunu” söyleyivermişti.
Yedinci gariplik, 30.10.2013 tarihinde, Eynez ocağındaki iş kazalarının ve ölümlerin araştırılmasını isteyen Meclis önergesinin AKP milletvekillerince reddedilmesi oldu.
Sekizinci gariplik ise, önergenin reddinden hemen sonra, Eynez maden ocağına gönderilen iş müfettişlerinin raporu idi. Üç müfettişin 18 Mart 2014 tarihli tek sayfanın yarısından ibaret raporlarında, “çok tehlikeli işyeri” kapsamına giren ocak için, sadece “TKİ’nin Müessese Müdürü ile görüşme yaptıkları ve İş Sağlığı ve Güvenliği’ne ilişkin noksan bir husu tesbit edilmediği” yazılıydı.
Rapordan 2 ay sonra ise, 302 madenci katledildi.
Garipliklerin ilk akla gelenleri bunlar.
Neden acılar bastırılmak istenir, nedir bu ürküntü ve niye telaş?
***
Meslek Odalarının raporlarında hükümetin sorumluluğu yeterince sergilendi. Ama üzerinden atlanan bir konu var ki, bütün olayın bam teli budur.
Üretim ruhsatının bir şirkete kiralanmasına “rödovans” denir. İşyerindeki her türlü sorumluluk, orayı kiralayana aittir.
Katliamın yaşandığı ocak ise, rödovans değil, TKİ’ye bağlı ELİ Müessesesinin “hizmet alımı yoluyla ihaleye verdiği” yerdir.
Ve de, Eynez maden ocağının, hizmet alımı için ihaleye verilmesine kanun izin vermemektedir. ELİ ile Soma şirketi arasındaki sözleşme, kanuna karşı hilelidir, kanunun “mülga” dediği türdendir.
Kıyamet işte buradadır...
Ve bu kıyamet, işçilere çok çok büyük haklar sağlamaktadır.
Mehmet Akkaya / Aydınlık,21.05.214