Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın avukatı da, açıklamalara tepki veren AK Parti sözcüleri de haklı: CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında dillendirdiği iddialarını ispatlamakla yükümlüdür.
“Bunlar Swift kayıtları, bunlar da banka dekontları” demek ve bir takım kâğıtları kürsüden göstermek yetmez.
İddialar.. iddialar..
Kılıçdaroğlu önceki gün başlattığı “CumhurbaşkanıErdoğan’ın yakınları yurtdışına para transfer etmiş” iddiasını, CHP milletvekillerinin ekranlardan evlere taşan “Tayyip istifa” nidaları arasında Meclis’e taşıdı.
Oğlu, kardeşi, dünürü ve bazı başka yakınları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, iddiaya göre, toplamı 15 milyon doları bulan bir meblağı, Man adasındaki (Isle of Man) bir bankaya taşımış…
Kilıçdaroğlu“Man Adası Devleti” diye kendisinden söz ediyor, ama orası bildiğimiz anlamda bir devlet değil; İngiltere’nin bir uzantısı ve bir çok yönden Kraliçe’nin hükümranlığı altında.
Farklı statüsü, resmen dokunamayacağı türden paraları bankalarıyla ünlü başka yerlere kaptırmamak için İngiltere’nin bulduğu bir formül gereği.
Ada, coğrafi olarak da, zaten İngiltere’nin uzantısı.
İngiliz BBC televizyonunun adadaki sıra-dışı finansal uygulamaları irdelesin diye bir gazeteci timini şu günlerde göndermesi bile ada yönetimini telâşa sürüklemişe benziyor.
Endişeleri, Londra tarafından o özel statüye son verilebileceği ve Avrupa Birliği tarafından cezaya dönüştürülebileceğinden kaynaklanıyor.
Ne tesadüf, Başbakan Yıldırım da Londra’daydı
CHP liderinin iddiasını gündeme taşıdığı gün, Başbakan Binali Yıldırım da Londra’daydı. Dönüş yolunda uçakta yaptığı sohbeti haberleştiren gazetecilerden öğrendim; kendisini İngiltere başbakanı Theresa May davet etmiş…
Acaba davetle CHP’nin ‘Isle of Man’ odaklı iddialarının bir ilgisi var mı?
İngilizler Başbakan Yıldırım’ı kürsüden yapılacak açıklamalar öncesi uyarmak istemiş olabilirler mi?
Dönüş yolundaki sohbette bu konu açılmadığı için sorumun cevabını bilmiyorum.
Bildiğim tek şey şu: Kürsüden sallanan kâğıtların gerçek olup olmadığının ispatı gerekiyor.
Ülkeden para kaçırma amaçlı bir işlemse.. kendisinin haberi olmadan yakınları tarafından gerçekleştirilmişse.. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün yaptığı, “Aile fertlerimden biri bile yanlışlığa alet olsa…” diye başlayan dışlayıcı açıklaması.. bu işlemi yapanları da kapsar.
Isle of Man’in para trafiğinde tercih edilmesinin önemli bir sebebi var: Ada, İngiltere’nin fazla para kazanan vatandaşlarının hesaplarını başka ülkelere taşımasına yol açan yüksek vergi uygulaması dışında ve orada kurulu şirketler yüksek kâr elde etseler bile kendilerinden yılda en fazla 120 bin Sterlin vergi alınabiliyor.
Malta ve Lichtenstein gibi bir vergi cenneti Isle of Man.
Paralılara cazip gelen tarafı bu.
Komplo ya da kumpas
İngiltere’nin yabancı parayı çekmek için özel statü verdiği adayla ilgili iddianın anamuhalefet partisi lideri tarafından Meclis’e taşındığı günün, odağında Rıza Sarraf’ın bulunduğu davanın New York’ta görülmeye başladığı güne denk düşmesini manidar bulanlar var.
‘Komplo’ kokusu alınıyor.
Ben de manidar buluyor ve komplo kokusu alıyorum.
Hatta kısa süre önce 1,5 milyon TL’lik bir davaya muhatap edilen ‘Paradise Papers’ (Cennet Belgeleri) konusunu da bu paketin içine katmak mümkün.
Yolsuzluk iddialarıyla Türkiye sarsılmak isteniyor.
New York’taki mahkeme ‘şüpheli’ sıfatıyla tutuklanmış Sarraf’ı ‘tanık’ haline getirip koruma altına alabildi ve bu yolla Türkiye’yi ve bazı önemli isimleri hedefine oturtmayı başardı.
Bu da ‘kumpas’ değilse ‘kumpas’ sözcüğünün farklı bir tarifinin yapılması gerekir.
Türkiye’yi bu ‘kumpaslar’ kıskacından kurtarmak gerekiyor.
Kıskaçtan nasıl kurtulunabilir?
Gerçeklerin üstünü örterek, medyaya kısıtlamalar getirerek, konuyu dile dolayanları suçlayarak değil ama…
O yöntemin işe yaramadığını, 17-25 Aralık’ta (2013) emareleri ortaya çıktığında üzerine gidilmeyen ve Türk yargısına emanet edilmesine izin verilmeyen iddialar yüzünden öğrenmiş olmalıyız.
İddia varsa üzerine gidilmeli ve iddiaya maruz kalan insanların aklanmasına izin verilmelidir.
O dönemde doğru olan yöntem tercih edilebilseydi.. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin şimdilerde dile getirdiği gibi Sarraf Türkiye’de yargılanabilseydi.. bugün başka ülkelerin Türkiye’yi ‘kumpas’ yoluyla siyaseten sarsmasının önüne geçilebilecekti.
Yolu bankalara düşen herkesin bildiği üzere oralarda her işlemin kaydı kuydu hassas biçimde tutulur. Yabancı para üzerinden yapılan bir işlem ise ‘Swift’ kaydı.. Türk Lirası üzerinden bir işlem ise hesaba geçirilme kaydı..
Para transferleri de hassas biçimde kayda geçirilir bankalar tarafından…
“İddialarını ispatla” ithamına maruz kalan CHP liderinin işi bu sebeple kolay. Elindeki kayıtları medyayla ve yargıyla paylaştığında fazla uzun sürmeden gerçek ortaya çıkar.
Merak bu ya: Başbakan Binali Yıldırım İngiltere’de kendisini ağırlayan muhatabı Başbakan May ile Isle of Man odaklı iddiaları da konuşmuş mudur acaba?
Reza Zarrab'ın New York'da süren Halk Bankası davasında sanık değil de itirafçı olduğu anlaşıldıkça, ABD'de süren davanın, ABD'nin Türkiye'ye karşı yürüttüğü saldırıların bir parçası olduğu daha da anlaşılır hale geliyor.
Yani "Zarrab Davası"nın, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz saldırılarının bir devamı olduğunu bulgular arttıkça daha iyi anlıyoruz.
ABD, Erdoğan'ı 2012'den beri iktidarda görmek istemiyor. Çünkü Erdoğan, ABD'nin bölgede koyduğu kuralları çiğnedi.
Ne mi yaptı? ABD'nin bölgedeki en büyük düşmanıyla para ilişkisine girdi, İran ambargosunu deldi.
ABD'nin Erdoğan'ın üzerini çizmesi; Erdoğan'ı, iktidarını korumak adına ABD ile karşı karşıya getirdi. ABD'nin Türkiye'ye karşı açık hamleleri de böylelikle başlamış oldu.
DÜŞMAN ÇATLAKTAN SIZAR
Haliyle, ABD Erdoğan'ın üzerine zaafları üzerinden gitti. 17-25 Aralık'la birlikte bir dizi yolsuzluk pisliği ortalığa saçıldı.
AKP-FETÖ ortaklığı 10 yıl sürdü. AKP, "Kemalist Vesayeti" tasfiye etmek için devletin ve ordunun kapılarını sonuna kadar FETÖ'cülere açtı. 15 Temmuz'da ülkemiz kanlı bir darbe girişimi atlattı.
Düşman, çatlaktan sızıyor.
Düşman, zaaflar üzerinden hamle yapabiliyor.
Dünün somut deneyimi budur.
Bugün yaşanılan "Zarrab Davası"nın da özü budur. Türkiye'nin İran'la ekonomik, politik ve askeri işbirliği yapması doğrudur ve ihtiyaçtır. Ama bu iş tutarlı yapılmalıdır.
"Zarrab Davası" Türkiye'ye karşı yürütülen siyasi bir operasyondur. Burası tamam. Ancak bu operasyonun Türkiye açısından en büyük zaafı Erdoğanların İran'la kurdukları kaçak ve kişisel hesaplarını gözeten ilişkilerdir.
Bu gerçeği saptamadan Amerikan saldırganlığına karşı sağlam bir Türkiye Cephesi kurmak mümkün gözükmüyor.
Erdoğanların zaafları, "Zarrab Davası"nın, Amerikan saldırganlığının bir hamlesi olduğu gerçeğini toplumun bütün kesimlerinin kavramasına da engel oluyor. Bu engel de Amerikan saldırganlığına karşı gelişen milli refleksleri zayıflatıyor.
ABD SAVCILARINDAKİ MİLLİ HASSASİYET, CHP YÖNETİMİNDE YOK
Ana muhalefet partisi de, meseleye tam da bu zaaf üzerinden yaklaşıyor.
Kılıçdaroğlu geçtiğimiz günlerde, CHP yönetiminin "Zarrab Davası"na genel bakışını bir tek soruyla özetledi:
"Bu bir milli davadır' diyorlar. Yolsuzluğun millisi olur mu?"
CHP yönetimi gerçeğin bir tarafına sarılarak, gerçeğin bütününü kaçırıyor.
17-25 Aralık'ı kim başlattı? FETÖ.
Peki FETÖ, AKP'lilerin yolsuzluklarını 2013'ten önce bilmiyor muydu?
Biliyordu.
Peki CHP yönetimi bunların farkında değil mi? ABD-FETÖ ilişkisini bilmiyor mu?
CHP yönetimi, 17-25 Aralık'ın salt yolsuzlukla mücadele üzerinden değerlendirmesi düşüncesinin, ABD ve FETÖ tarafından nasıl da ateşli bir şekilde savunulduğunu görmüyor mu?
Bu anlamda CHP yönetiminin,17-25 Aralık'ı salt yolsuzluk üzerinden okuyarak, Türkiye karşıtı bir mevziye girmesi bilinçli bir tercih mi?
"Yolsuzluğun millisi olur mu?" sorusunu ortaya atan Kılıçdaroğlu'na "Zarrab Davası"nın iddianamesini hazırlayan Amerikan savcılarının tutumlarını incelemesini öneriyoruz.
Neden mi? Çünkü New York mahkemesinde görülen davayı, Amerikan savcıları milli bir mesele gibi sahipleniyor. Kılıçdaroğlu belki oradan bir ders çıkarır...
POLİTİK ÇIKMAZ
Türk siyasetinin içine sıkıştırıldığı politik çıkmaz her meselede olduğu gibi "Zarrab Davası"nda da kendisini gösteriyor.
Türkiye; kişisel çıkarları için, memleketi emperyalist zorbalık karşısında zorda bırakan iktidar sahipleriyle; hükümet karşıtlığı yapacağım diye, emperyalist propagandaya malzeme olan Batıcı ana muhalefet arasında sıkışıp kalmaya devam ediyor.
Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın Soçi Doruğu sonrasında ve dönüş uçağında yaptığı açıklamaların gereğini yerine getirmek durumundadır. O ki Suriye’deki terörü temizlemek öncelikle Suriye’nin meselesidir, herkes Suriye’ye yardımcı olmalıdır. Burada öncelikli sorumluluk, Türkiye’nindir. Çünkü tehdit, öncelikle Suriye ve Türkiye’yi hedef alıyor. Rusya ve İran’a düşen ise, Suriye ile Türkiye’nin ortak harekâtını desteklemektir. Devlet adamlığına yakışan tavır, derhal Suriye ile ortak harekât için görüşmelere geçmek ve hızla sonuca varmaktır. Soçi Doruğu’ndan sonraki manzarada, Türkiye açısından artık zorunlu ve acil bir atak var: Derhal Suriye ile doğrudan işbirliğine gidecek ve inisiyatifi ele alacak. Doğrudan derken, Rusya ve İran’ın aracılığına gerek yok. ASTANA’NIN BAŞARILARI Soçi Doruğu, Türkiye için Astana Ortaklığının gerekli ve zorunlu adımıydı.
Astana’da kurulan Rusya-İran-Türkiye ortaklığının ilk başarısı, Irak’ın toprak bütünlüğüdür. Batı Asya Üçlüsü, Suriye’de, Irak’ta ve en son İdlib’de silahlı ağırlığını koydu. Kuvvet dengeleri artık Batı Asya ülkelerinden yanaydı ve ABD-İsrail ikilisi tek kurşun atmadan Kerkük’ü Irak yönetimine teslim etmek zorunda kaldı. Böylece Irak Devleti, Barzani’nin İkinci İsrail girişimini bozguna uğrattı. ABD’nin Irak’ı işgal ederek silahla kurduğu Barzanistan, bu kez Irak’ın silahıyla dağıtıldı. Bu süreçte Türkiye’nin ABD-İsrail ikilisini terk ederek, Rusya ve İran ile işbirliğine gitmesi dengeleri değiştirdi. Türkiye olmasa, Irak’ın toprak bütünlüğü sağlanamazdı. SOÇİ DORUĞUNDA BİRLİK VE KAYGILAR Soçi Doruğu, kuşkusuz Astana sürecindeki ilk doruk. Türkiye, Rusya ve İran devlet başkanları, ilk kez toplandılar ve Suriye sorununu çözmek için harekete geçtiler. Doruk sonrasında yapılan açıklamalar, hem birlikte çözme iradesini yansıttı, hem de bazı farklı çözümleri. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin duyarlılıklarını vurgularken, kaygılarını ya da kararlılığını da dile getirmiş oldu. ERDOĞAN’IN SURİYE’YE SESLENİŞİ Erdoğan’ın açıklamasındaki en önemli vurgu, aslında Suriye’ye seslenen cümlelerdeydi. Oldukça doğrudan ifadelerle şunu anlattı: Suriye, kendi siyasal birliği ve toprak bütünlüğü konusunda, herkesten daha duyarlı olmak durumundadır. Erdoğan, daha da ileri giderek, Suriye’deki terör faaliyetinin herkesten önce Suriye devletini ilgilendirdiğini belirtti. HERKESTEN ÖNCE SURİYE’NİN BAŞINDAKİ BELA Türkiye’nin bu tavrına aslında Suriye’nin teşekkür etmesi gerekir. Dünyanın hiçbir ülkesi, kendi ülkesindeki ayrılıkçı teröre duyarsız kalamaz. Dünyanın hiçbir ülkesi, kendi ülkesindeki bölücü faaliyeti müttefik olarak göremez. Suriye de görmüyor. Nitekim Tayyip Erdoğan, Soçi dönüşü uçaktaki söyleşisinde Suriye’nin bu konudaki duyarlılığını Putin’den aktararak dile getiriyor. PKK/PYD/YPG, bugün öncelikle Suriye’nin başındaki belâdır. Arkasında ABD ve İsrail’in bulunması, belânın ciddiyetini gösterir. Türkiye ise, bu belânın kendi ülkesine yönelik tehditleriyle ilgilenmektedir. RUSYA VE İRAN, ABD TEHDİDİNİN NERESİNDE Rusya ve İran’ın Suriye’nin kuzeyinde sınırları yok. Türkiye’ye göre uzaktalar, ancak bunun önemi olmaması gerekir. Çünkü PKK/PYD/YPG terör örgütü, ABD emperyalizminin stratejik piyonudur. Rusya’yı hedef alan ABD tehdidi, yalnız Ukrayna üzerinden gelmiyor. Karadeniz ve Doğu Akdeniz merkezli tehditlerin önündeki siper Türkiye’dir. Rusya bunu anlamayacak kadar devlet aklından yoksun olamaz. TİMKİN İLE BİR HAFTA ÖNCEKİ GÖRÜŞMEMİZ Bu tabloda, Rusya’nın PKK/PYD’yi ABD’nin elinden alma şansı yok. Bu konuyu Rus devlet yetkililerine defalarca belirttik ve açıkladık. En son daha bir hafta önce, 16 Kasım 2017 Perşembe günü İstanbul’da yaptığımız görüşmede, Putin karargâhının önemli şahsiyeti Korgeneral Timkin’e bir kez daha bütün kanıtlarıyla anlattık ve anlaşıldığımızı sanıyoruz. Timkin’in ifadeleri, Erdoğan’ın uçak söyleşisinde verdiği bilgilerle de doğrulanıyor. Soçi’de alınan izlenime göre, Putin de PYD/YPG konusunda Türkiye’nin duyarlılığını paylaşmaktadır. MOSKOVA VE TAHRAN’IN İKİRCİKLERİ Ne var ki, Tayyip Erdoğan’ın vurgularından Putin’in bu konuda yeteri kadar duyarlı olmadığı yorumları yapılmaktadır. Belki de Putin, Türkiye’yi Suriye konusunda daha cesur davranması için böyle bir yolu seçmiş bulunuyor. Veya Rusya, Türkiye’nin Atlantik’ten geri dönülmez bir biçimde ayrıldığını anlamak için zamana ihtiyaç duymaktadır. İran için de benzer saptamalar yapılabilir. Tahran yönetiminde Tayyip Erdoğan’a güvensizliğin açtığı yaraları o kadar gayretimize rağmen henüz kapatamamış olabiliriz. Bu eksikliği de biz üstlenelim, herkes rahat etsin. İNİSİYATİF TÜRKİYE’DE Rusya ve İran’ın tutumları bize göre kuşkulanacak boyutlarda gözükmüyor. Ancak onlar ne yaparsa yapsın, Türkiye’nin yapacakları bellidir. En önemlisi, Suriye’ye sınırdaş olan Türkiye için kaygılanacak bir durum yok. Türkiye derken, Vatan Partisi aklına ve kararlılığına sahip olan Türkiye’den söz ediyoruz. Aslında şu anda bütün inisiyatif, Türkiye’nin elindedir. Çünkü Suriye’nin toprak bütünlüğü açısından hiçbir ülke, Türkiye kadar söz sahibi değildir ve etkili olamaz. Terör, Suriye-Türkiye sınırı boylarındadır. Bu durumda söz sahibi olan iki ülkeden biri Türkiye’dir. Öte yandan Türk Ordusunun çözüm gücü de, Türkiye’yi söz sahibi kılmaktadır. Dahası Türkiye, Soçi Doruğunda Suriye’de terörü temizleme açısından en kararlı ülke olduğunu göstererek, bir adım öne geçmiştir. ULUSAL DİYALOG KONGRESİ GARİPLİĞİ Suriye Ulusal Diyalog Kongresi, Suriye’de değil Rusya’da toplanıyor. Bize göre bu olayda gariplik var. Suriye’nin geleceğine karar verilecek mekân Suriye’dir ve burada inisiyatifin Suriye hükümetine bırakılması gerekir. Yine Suriye Anayasası, Moskova’da veya başka bir başkentte değil, ancak Suriye’de Suriye milleti tarafından yapılabilir. Türkiye, Rusya ve İran ise, Suriye’nin özgür iradesinin oluşacağı koşulların yaratılmasına yardımcı olma konumundadırlar, yoksa Suriye’nin geleceğini belirleme konumunda değil. Bu konuda temel koşul, Suriye’de terörün temizlenmesidir. Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanmasına yardımcı olan ülkeler, güvenliğin sağlanmasından sonra kendi ülkelerine döneceklerdir. TÜRKİYE’NİN KUVVETLİ ATAK OLANAĞI Bu koşullarda Türkiye, elini Suriye’ye uzatarak çözüm sürecine çok kuvvetli ve belirleyici önemde bir katkıda bulunabilir. Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarındaki ümit verici işaretler, bu açıdan önemlidir ve çıkış noktasıdır. Türkiye, derhal Suriye ile temasa geçmelidir. Çok basit! Türkiye hükümeti, Beşar Esatyönetimine şu öneride bulunmalıdır: “Gel arkadaş iki komşu ülke olarak toprak bütünlüğümüzü sağlamak için bölücü ve yobaz terörünü temizleme sorunlarımızı birlikte çözelim.” ÇOK DOĞAL VE ÇOK ACİL Bu öneri çok doğal. Çünkü PKK/PYD, herkesten önce Suriye ve Türkiye’nin başındaki belâ. Başkaları ağırdan alabilir, yanlış yapabilir. Ama Suriye ile Türkiye’nin ne yanlış yapacak ne de ağırdan alacak halleri var. Bu öneri çok acil. Çünkü Rusya’da toplanacak Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin önemli sorunları ve Atlantik ötesi ayak bağları var. MUHALİF GRUPLARIN KARAKTERİ Soruyoruz: Suriye’deki “muhalif gruplar” denen ABD eğilimli unsurları bu sürece katmanın çözüme çelme takmak dışında hangi anlamı bulunuyor? Rusya ve İran bu soruya hangi yanıtı verecek? Putin ve Ruhani, büyük olasılıkla “muhaliflerin” Türkiye yüzünden bu sürece katıldıklarını söyleyeceklerdir. Gelinen yer ortada. Türkiye, o “muhaliflerin” artık kendi başına belâ olduğunu görmek durumundadır. SURİYE’NİN TEK MEŞRU OTORİTESİ Suriye’nin tek temsilcisi var, o da Suriye’nin Beşar Esat yönetimidir. Suriye devleti, ABD’nin isyana ittiği silahlı muhaliflerini silahla temizledi ve meşruluğunu silahlı otoritesiyle pekiştirdi. Suriye yönetimine ortaklar aramanın, Türkiye açısından hiçbir anlamı yoktur. Bu tutumda ısrar, PKK/PYD’nin temizlenmesinin önündeki iç engeldir. NAMLUNUN UCUNDAKİ ANAYASA Suriye’de siyasal çözümü, başka devletler oluşturamaz ve hayata geçiremez. Suriye, kendi anayasasını kendi meşru yönetimi altında yapar. Dünyada hiçbir anayasa, silahlı otorite olmadan yapılamaz ve hiçbir rejim silahlı otorite olmadan kurulamaz. Devlet ve rejim kuruculuğu ile dernek kuruculuğu arasındaki fark budur. Bu açıdan anayasa, namlunun ucundadır. Suriye Anayasasının yapılması için gerekli silahlı otorite Suriye ordusudur. Siyasal rejimin birinci koşulu yine silahlı otoritedir. Suriye’de siyasal rejim kurmanın silahlı güvencesi de Suriye Ordusudur. Dolayısıyla nereden bakarsanız bakın, Suriye’de siyasal rejim, artık yalnız Suriye devletinin yönetiminde, Suriye Ordusunun yaptırım gücüyle kurulabilir. DOĞRUDAN SURİYE İLE ÇÖZÜM Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın Soçi Doruğu sonrasında ve dönüş uçağında yaptığı açıklamaların gereğini yerine getirmek durumundadır. O ki Suriye’deki terörü temizlemek öncelikle Suriye’nin meselesidir, herkes Suriye’ye yardımcı olmalıdır. Burada öncelikli sorumluluk, Türkiye’nindir. Çünkü tehdit, öncelikle Suriye ve Türkiye’yi hedef alıyor. Rusya ve İran’a düşen ise, Suriye ile Türkiye’nin ortak harekâtını desteklemektir. Bu konuda Tayyip Erdoğan’ın Beşer Esat bağlamında sıradan insanlarda görülen sorunları varsa, Türkiye bu sorunlara ödün veremez. Devlet adamlığına yakışan tavır, derhal Suriye ile ortak harekât için görüşmelere geçmek ve hızla sonuca varmaktır. Ne Rusya ne İran, ne de başka bir ülke, Suriye ile Türkiye’nin kendi topraklarını terörden arındırılmasına karşı tavır alamaz, alamaz. Türkiye olarak, başkalarına sorumluluk yüklemeyi bırakalım, üzerimize düşeni derhal yerine getirelim. Doğu PERİNÇEK Aydınlık/24.11.2017
İlk fotoğraf Ağustos 2004’ten. Rusya Devlet BaşkanıVladimir Putin, Soçi’de Fransa CumhurbaşkanıJacques Chirac ve Almanya BaşbakanıGerhard Schröder ile bir arada.
ABD’nin 2003’teki 2. Irak işgaline karşı çıkan 3 ülke lideri Karadeniz kıyısındaki Soçi‘deki zirvede güvenlik konusunda daha sıkı işbirliği kararı almıştı.
Putin’in Avrasyacılığı o zamandan belliydi.
ABD işgal edip anayasasını bile yazdırdığı Irak’ta neticede şapa oturdu. İşgalin kazananı İran oldu.
Ancak ABD, Almanya ve Fransa’dan bu fotoğrafın intikamını da aldı.
Fransa’da Chirac’ın ardından Sarkozy, Hollande ve Macron gibi Amerikan uyduları iktidara getirildi. Ekonomisi yan yattı.
Almanya’da ise Schröder gitti, yerine Amerikancı Merkel geldi. Ancak Almanya Fransa’dan farklı olarak Rusya ile ekonomik işbirliğini sürdürdü. ABD’nin ekonomik saldırılarına maruz kaldı. Bugün artık Merkel’in yönettiği (ya da yönetemediği) Almanya bile artık Suriye ve Batı Asya’daki Amerikan terörüne karşı çıkıyor. NATO’ya alternatif arıyor. NATO’ya eklemli AB projesinin her yanından bel verdiğini gören Almanya her geçen gün Avrasya’ya yaklaşıyor.
İKİNCİ FOTOĞRAF
İkinci fotoğraf ise çok yeni. O da Soçi’den. Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin hararetli el sıkışmalarını gösteriyor. Yüzlerde bir zafer ifadesi var. Avrasya veya Batı Asya Birliği’nin kuruluşunu müjdeliyor. Aslında ilk müjde Astana’dan gelmişti ama bu Soçi fotoğrafı bir zafer kreşendosu gibi. Irak’tan sonra Suriye’de de Amerikan hezimetinin bir sembolü gibi.
Bu fotoğrafta olmayan bir kişi daha var ki o da Suriye Devlet BaşkanıBeşar Esad.
O da bu zirvenin galiplerinden. Kazanan Batı Asya ve Avrasya.
Avrasya çağına girdik.
Soçi’deki o fotoğraf bölgenin en köklü devlet geleneklerine sahip üç ülkenin bir araya gelmesini ve eşkıyaya karşı işbirliği yapmasının simgesi.
Şimdi o fotoğrafa artık Çin, Almanyave belki deFransa liderlerinin de girme vakti geldi.
Amerikan emperyalizmi çöküyor.
Riyad’daki Trump, Suudi Kralı Selman ve Mısırlı darbeci Sisi’nin o meşum fotoğrafına da bakın bir yol.
İşte o da kaybedenler kulübünün fotoğrafı.
Terör ve entrika ile varılacak bir yer kalmadı artık.
Savaş çıkarmak kolay, barış inşa etmek zordur. Hele bizim bölgemizde bütün kartlar işgallere, iç savaşlara, etnik kavgalara, ülkelerin parçalanmasına ayarlıysa barış çok zordur. Türkiye dahil, hemen bütün bölge ülkeleri için parçalanma, bölünme haritaları hazırlanıyorsa, o uğursuz rüzgarı tersine çevirmek büyük bir zaferdir.
Barış aranırken, bir ülkeye kurtuluş yolu çizilirken kimin kazandığına, kimin kaybettiğine bakılmaz. Mesele bir ülkeyi kurtarmaksa, mesele o ülke üzerinden bütün bir coğrafyayı talan etmeye dönük çokuluslu planları boşa çıkarmaksa, mesele o ülke üzerinden Anavatanı bile hedef alan saldırı planlarına göğüs germekse baktığınız yer de, durduğunuz yer de, öncelikleriniz de değişir, değişmek zorundadır.
Tehlikeyi görmeyen vatansız kalacaktır..
Değişmezse kaybedersiniz. Aslında ne olduğunu, neler hesaplandığını, ne tür saldırılara hazırlık yapıldığını okuyamazsanız, anlayamazsanız vatansız kalırsınız. Ülkenizi, coğrafyanızı, tarihinizi, geleceğinizi kaybedersiniz. Devlet aklı dediğimiz şey, feraset dediğimiz şey, tarihi iddialar dediğimiz şey, tarihi yapıcı rol dediğimiz şey, doğru zamanda neler döndüğünü anlamak ve ona göre hazırlık yapmaktır.
Biz bunu Selçuklu döneminde yaptık, Osmanlı tarihi boyunca yaptık, Cumhuriyet döneminde bu ülkeyi, bu vatanı bir arada tutarak yaptık. Bugün de yapacağız, yarın da yapacağız. Tarih böyle yapılır, bir millet böyle diri tutulur, bir ülke böyle korunur, yüzyıllara dayanan siyasi tarih böyle şekillendirilir.
Birkaç yıl içinde bütün ezberlerimiz bozulacak
Son otuz yılda ezberlerimiz değişti, coğrafya algımız değişti, vatan algımız değişti, çok şey gördük. Son otuz yılda aslında dünya değişti. Ama önümüzdeki yıllarda, çok dar bir zaman diliminde olağanüstü değişimler göreceğiz.
Asıl ezberler o zaman bozulacak. Şaşırtıcı olaylara, güç kaymalarına, küresel güç haritasındaki değişimlere, dostluklara ve düşmanlıklara tanık olacağız. Kullandığımız kavramlardan düşünce biçimimize, ülke algımızdan dünya algımıza, derin değişimler yaşayacağız. Bunlar sadece Türkiye ile, coğrafya ile sınırlı şeyler değil. ABD’den Avrupa’ya, coğrafyamızdan Asya’ya bütün dünya bunları yaşayacak.
DEAŞ diyerek, PKK eliyle ‘Türkiye cephesi’ kurdular İşte bu sarsıcı değişimler bazı ülkeleri tarih dışına itecek, bazı ülkeleri çok daha merkeze çekecek. İşte bu yüzden, bugünü değil, geleceği görebilenler hazırlanmış olacak. O ülkeler, o milletler, durduğu yeri sağlamlaştıranlar geleceği şekillendirecek. Bütün bunlar için yirmi yıl, otuz yıl beklemeyeceğiz. Çok hızlı, belki birkaç yıl içinde tanık olacağımız şeyler olacak bunlar. Öyleyse bize gösterilene değil, görmemiz gerekene odaklanmalıyız. Gözlerimizin kör edilmesine, zihinlerimizin zehirlenmesine direnmeliyiz. Türkiye’yi, coğrafyayı, dünyayı ve o büyük değişimleri kendi gözlerimizle görmeyi öğrenmeliyiz. Bize el Kaide diyerek Afganistan’ı işgal edenler, bize Kaddafi diyerek Libya’yı parçalayanlar, bize Saddam diyerek Irak’ı harabeye çevirenler, bize Esad diyerek Suriye savaşını başlatanlar, bize DEAŞ diyerek sınırlarımızın sıfır noktasında yüzlerce kilometre “Türkiye cephesi” kurdular. Mesele Esad ya da rejim değil: Çok daha büyük tehditler var.. Irak ve Suriye parçalanacak hemen ardından “Türkiye cephesi” açılacaktı. Bundan o kadar eminlerdi ki, Suriye’nin parçalanmasını garanti görüp 15 Temmuz’da Türkiye’yi içeriden vurdular. İran sınırından Akdeniz’e uzanan terör koridorundan, o yabancı garnizon haritadan o kadar emindiler ki, aylardır Türkiye sınırlarına yığınak yapıyorlar. Türkiye’nin Esad takıntısı olmamalı, rejim takıntısı olmamalı, Suriye’nin bölünmesine yönelik bütün girişimlere karşı bir tavrı olmalı. Çünkü mesele Esad’la, Suriye ile sınırlı değil. Çok daha büyük tehditler bölgeyi de Türkiye’yi de hedef almış durumda. Suriye’nin parçalanmasının “Türkiye Cephesi”ni açmak olduğunu artık biliyoruz. Projenin bütün bölgeyi kapsadığını, bütün bölge için bölünme, parçalanma, şehir devletleri, garnizon ülkeler planları olduğunu biliyoruz. Öyleyse, bize gösterilene değil, görmemiz gerekene yönelmek zorundayız. ABD’nin, İngiltere’nin, İsrail’in ajandasına değil, kendi ülkemizin ajandasına göre hareket etmek zorundayız. Soçi Zirvesi: Son otuz yıldır ilk kez oluyor bu Soçi’deki zirve bu açıdan çok önemliydi. Son otuz yıldır bölgeye yönelen o uğursuz rüzgarı tersine çevirecek belki de ilk örnekti. Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyine yönelik çokuluslu hesapların bozulabildiğini, bozulabileceğini gördük. 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana devam eden bir dalganın durdurulabileceğinin işaretini aldık. Başından beri Türkiye-İran ve Suudi Arabistan tarafından çözülebilecek bir sorun yüzünden dört yüz bin insan öldü, altı buçuk milyon insan yerinden oldu, şehirler harabeye döndü. Ama geç de olsa, bu sorunun çözülebilmesi, savaşın durdurulabilmesi, son otuz yılda ilk kez oluyor. Bu inisiyatif teşvik edilmeli. PKK/PYD da DEAŞ gibi dış müdahale aracıdır Türkiye’nin PKK/PYD terörü üzerinden vurulduğunu bunun bir ABD projesi olduğunu, FETÖ’nün 15 Temmuz saldırısıyla aynı merkez tarafından yönetildiğini biliyoruz. Rusya ve İran, eğer Soçi süreci devam edecekse, etmesini istiyorlarsa, Türkiye’nin bu hassasiyetini karşılamak zorundadır. Çünkü DEAŞ nasıl bir dış müdahale unsuruysa PKK/PYD de aynı şekilde dış müdahale unsurudur. PKK kartı ABD’nin elinden alınmadığı sürece, bir süre sonra başka örgütler de ihdas edilecek, işgal ve parçalama planları aynen devam edecektir. Suriye’nin bütünlüğü, siyasi birliği, yeni anayasa, şeffaf seçim, ülkenin terörden arındırılması… Soçi’den çıkan ilk sonuçlar böyle.. Bu daha ilk adım. Bu, coğrafyanın tamamına yönelik yeni saldırı hazırlıklarından önceki ilk umut verici gelişme. Devamı gelmeli. Türkiye açık saldırı altında. Öyleyse gidilecek yol bellidir Kimse, Rusya ya da İran faktörü gibi zihin karıştırıcı müdahalelerle ABD’nin elini kolaylaştırmaya girişmesin. Çünkü ABD müdahalesinin sonu, varmak istediği yer coğrafyanın imhasıdır, artık bunu görmemiz lazım. Bundan sonra Suriye’nin kuzeyindeki terör koridorunu, yabancı garnizon haritasını boşa çıkarmaktır esas olan. Bundan sonra Türkiye’nin savaşı bu cepheyi sarsmaktır. Çünkü bu cephe tamamen Türkiye cephesi olarak planlandı, öyle inşa ediliyor. Suriye’de çözüm olmadan bu cepheyi boşa çıkarmanın zorluğu ortadadır. Daha net söyleyelim: Türkiye açık bir tehdit altında, hatta açık saldırı altındadır. Öyleyse savunma cephesi Suriye’nin bütünlüğüdür. Bu da Türkiye için ilk adımdır. Devamı gelmeli, Türkiye’nin savunma hatları güçlendirilmeli. Bedeli ne olursa olsun, ne gerekiyorsa gereksin, mücadele Türkiye’yi korumaktır! İbrahim KARAGÜL Yeni Şafak/24.11.2017
‘2005 yılında Türk Telekom’un yüzde 55’ini alan OTAŞ, borcunu ödememiş durumda. Ama asıl kötü olan, krediyi, kendisine ait olmayan Türk Telekom hisselerini rehin vererek almış olması’
‘Hükümet açıklamalarında “borç bankalara, hisseler bir yere gitmiyor” deniyor ama bir banka telekom hissesini ne yapsın? Satacak. Kime? En çok verene!’
Türk Telekom özelleştirilmeden önce Ulaştırma Bakanlığı yapan Enis Öksüz“Türk Telekom hisseleri risk altında” dedi. Şirketin yüzde 55’ini 2005 yılında satın alan Oger Telekomünikasyon 'un borcunu hâlâ ödemediğini hatırlatan Öksüz, şöyle konuştu:
‘BORCUNU ÖDEMEDİĞİ GİBİ KREDİYE REHİN GÖSTERDİ’
“OTAŞ2007 seçimlerinden önce birden bire ortaya çıkıp 'geri kalan bedeli peşin ödeyeceğim' dedi. Hükümet de bunu kabul etti. Borç güya ödendi ama OTAŞ’ın 4,5 milyar dolara yakın parayı bankalardan kredi olarak aldığı ve ödeyemediği, 2013’te ortaya çıktı.
Çünkü OTAŞ, o tarihte yeni bir kredi almıştı, bugün konuştuğumuz 4.75 milyar dolara eşdeğer krediydi bu. Kredinin açıklamasına '2007 kredisini ödeyeceğim ve gerisiyle de ortaklara kâr payı dağıtacağım' diye yazdı. Böylece 2007 kredisini ötelemiş oldu. Ötelenen kredinin de Eylül 20l6’da başlayan 290’ar milyon dolarlık taksitlerinin ilk üçünü ödemedi.
İşin özü, 2005 yılında Türk Telekom’un yüzde 55’ini alan OTAŞ, borcunu ödememiş durumda. Ama asıl kötü olan, krediyi, kendisine ait olmayan Türk Telekom hisselerini rehin vererek almış olması. Yani şu anda Türk Telekom hisseleri için risk var.”
Eski Ulaştırma Bakanı Öksüz Aydınlık'ın sorularını yanıtladı.
‘BANKA TELEKOM HİSSESİNİ NE YAPSIN’
-Türk Telekom hisseleri için ne tür bir risk var?
2005 yılında 2,5 milyar TL kâr açıklayan firma, geçen yılı 724 milyon zararla kapattı. Türk Telekom özelleştirildiğinde borcu yoktu. Bugün OTAŞ’ın aldığı borçların üstüne Türk Telekom’un da 15-20 milyar borcu var.
Hükümet açıklamalarında 'borç bankalara, hisseler bir yere gitmiyor' deniyor ama bir banka telekom hissesini ne yapsın? Satacak. Kime? En çok verene!
'NE UZMANLIĞA BAKILMIŞ NE MALİYEYE, NE SİYASETE'
-Haririler ile Suudi Arabistan arasında yaşanan sorun Türk Telekom’u nasıl etkiler?
Nasıl etkilediğinden önce başka bir yönüne bakalım. Hükümet Oger Telecom'un ne uzmanlığını ne de mali açıdan yeterliliğini kontrol etmiş. Daha da önemlisi, siyasi açıdan da değerlendirmemiş. Türk Telekom’un patronu ve Lübnan’ın Başbakanı olan Saad Hariri’nin ne kadar zor durumda olduğu, Güney Kıbrıs Başbakanından bile destek istemesiyle ortada.
Şunu da unutmamak gerekir, 'Ermeni Soykırımı' yalanını parlamentosundan geçirenler arasında Lünbanlı Harririler de var.
Ayrıca 11.9 milyar dolar tespit edilerek devredilen Tük Telekom’un bugünkü piyasa değeri 6.4 milyar, Oger’in payının değeri ise 3.5 milyar dolar dolayında. Türk TelekomOger’e geçtiğinden bu yana 11.4 milyar dolar temettü dağıtılmış. Bunun 6.3 milyar dolarınıOger almış... Bu demektir ki özelleştirme için verdiği parayı geri almış!
‘ÜCRET ADALETSİZLİĞİ PERSONELİN ŞEVKİNİ KIRDI’
-Türk Telekomun iyi idare edildiğinden söz edilebilir mi?
Tam tersine 60 bin çalışan sayısını (çağrı merkezlerini ve bünyesine kattığı şirketleri saymazsak) 22 bine düşürdü.Alt kademede çalışan personele düşük maaş verilirken, üst düzey yöneticiler çok yüksek maaşlar ve temettü adı altında toplu paralar aldı. Personel sayısı üçte bire düşürülünce arızalara zamanında müdahale edilemedi ve müşteri memnuniyeti olmayan bir şirket haline getirildi.
60 bin çalışanı ile yılda 2,5 milyar dolar kâr ederken satılan bir kuruluş, geçen yıl 22 bin çalışanı ile 24 milyon TL zarar etti. Cirosuna nominal değer olarak bakın, özelleştirmeden bu yana büyümemiş durumda. Üstelik kendisinin 15-20 milyar TL’lik borcunun yanında, hisseleri üç büyük Türk bankasına 4 milyar 750 milyon dolarlık bir borca rehin verilmiş durumda. Yatırım yapamadığı, insanların fiber alamamasından belli. Bütün bu borçları ödemede sıkıntı yaşıyorsa iyi idare edildiğini söyleyebilir miyiz?
Ne yazık ki özelleştirmeden sonra transmisyon, santral ve şebeke konularında yurt içi ve yurt dışında eğitim almış kalifiye personel Türk Telekom’dan ayrılarak ilgisiz kurumlara gitmek zorunda bırakıldı. Büsküvi fabrikalarında yöneticilik yapanlar ise Türk Telekom’da önemli görevlere getirildi. Öyle ki 2007 yılında, köşesinde 'bu nasıl özelleştirme' diyerek Türk Telekom’un özelleştirilme sürecini yerden yere vuran bir köşe yazarı, fikir değiştirdikten hemen sonra Başbakan’ın ekonomiden sorumlu Başdanışmanı oldu, ardından Türk Telekom’a yönetim Kurulu üyesi olarak atandı!
Ücret adaletsizliği, personelin şevkini kırdı. Şirketine güvenmeyen, yarınlarının kaygısını taşıyan personel huzurlu bir şekilde çalışamadığı için verim alınamadı, bunun sonucu olarak arıza ve tesis süreleri uzadı, müşteriler mağdur edildi.
Türk Telekom’un başarısız yönetimi nedeniyle arıza sürelerinin artmasının farkına varan BTK, Türk Telekom’u Sabit Telefon Hizmet Kalitesi Tebliği’ne uymadığı için uyardı.
Özelleştirme öncesi 1 Genel Müdür, 4 Genel Müdür Yardımcısı, 18 Daire Başkanı ve 37 Daire Başkan Yardımcısı ile yönetilen kurumda, bugün bir Genel Müdür, 10 Genel Müdür Yardımcısı ve yine 53 Daire Başkanı (Direktör) ile 113 Daire Başkan Yardımcısı görev yapmaktadır. Personel sayısı üçte bire düşerken yönetici sayısı 3 katı artmıştır! Üstelik geçen bu şirket 724 milyon zarar ederken, sayısının 38 olduğu kaydedilen üst düzey yöneticilere (YK-GM-GMY) sadece prim ve diğer ödemeler olarak 181 milyon TL para ödenmiş. Bu sene ilk 9 ayda sayıları 30’a düşen üst yöneticilere ödenen para ise 107 milyon TL.
15 Temmuz’da sahnelenen ve başarısız olan, ancak ülkemizi büyük sıkıntılara sokan FETÖ kalkışması sonucu yapılan operasyonlarda, Türk Telekom ve Avea'nın üst düzey yöneticilerinden bazıları, FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Bir kısmının görevine son verildi.
TÜRK TELEKOM’UN ÖZELLEŞTİRME TABLOSU
-Yüzde kaçı ne kadara satıldı?
Yüzde 55’i özelleştirilerek Suudi asıllı Oger Telecom şirketine satıldı. Geri kalan kısmı ise devlet hazinesi ve borsa arasında dağılmış durumdadır. Yüzde 25 hisse TC Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’na aittir, yüzde 15 hisse Borsa İstanbul’da halka açıktır, yüzde 5 ise Türkiye Varlık Fonu’na aittir.
Özelleştirme öncesinde yılda 2,5 milyar dolar kâr eden Türk Telekom, sadece iki buçuk yıllık geliri kadar bir paraya satılarak, kamunun büyük bir zarara uğramasına sebep olundu.
Türk Telekom'un mal varlığı olarak ülkemize ait 30 milyon kilometrelik bakır alt yapı şebekesi de yapılan imtiyaz anlaşması gereği 21 yıllığına Oger Telekom’a verildi.
-Gerçek değeri miydi bu?
Türk Telekom ihalesinden çok kısa bir süre önce, beş milyon müşterisi olan ve yılda 500 milyon dolar kâr eden Pakistan Telekom’un yüzde 26’sına, 2,6 milyar dolar bedel biçilmişti. 19 milyon müşterisi olan ve yılda 2,5 milyar dolar kâr eden Türk Telekom’un yüzde 55’inin 6,5 milyar dolara satılması basiretsizliktir. Müşteri sayısı ve kârı Pakistan Telekom’un dört katı olan Türk Telekom’un toplam değerinin 40 milyar dolar, yüzde 55’inin ise 22 milyar dolar olması gerekirdi.
Türkiye’nin 170 yılda kurulmuş olan telekom şebekesi -30 milyon kilometre bakır ve sadece bakır değeri 90-250 milyar TL arasındaydı - 21 yıllığına işletilmesi için Türk Telekom’a imtiyaz olarak verildi. Yani 21 yıl sonra (2026 yılında) şebekenin yönetimi tekrar devlete geçecek ve bir kez daha belirli bir süreliğine (müşteri bulabilirse) özel sektöre devredilecek.
TAŞINMAZLARI SATILDI ŞEBEKESİ TALAN EDİLDİ
-Özelleştirme öncesi verilen taahhütlere uyuldu mu?
Türk Telekom’a ait taşınmazların çok büyük bir kısmı satıldı. Şebekenin içindeki bakırlar da satıldı. Ne o taşınmazlar ne şebeke onlara ait.
Türk Telekom, Ziraat Bankası ile birlikte Türkiye’nin her ilinde, her ilçesinde ve hatta her köyünde arsası ve binası olan bir kuruluştu. Üzerinde teçhizat (santral vb.) olan binalar satılamaz şeklinde bir anlaşma yapılmış. Eski santrallar çok büyük olduğu için binalarda çok fazla yer işgal ediyordu. Teknoloji ilerledikçe daha işlevsel ve çok daha küçük yer işgal eden santrallar kurulmaya başlayınca, çok değerli binalar boşa çıktı ve satıldı!
Bu milletin parası ile alınan bu kıymetli taşınmazları bir kiracının satmaya hakkı var mı?
AYRICALIK ÜSTÜNE AYRICALIK!
-Bazı ek ayrıcalıklar da tanınmıştı?
İhaleye çıkıldığında kurumlar vergisi yüzde 30’du ve en fazla kurumlar vergisini veren şirketlerden biri Türk Telekom’du. Ancak satıştan çok kısa bir süre sonra Kurumlar Vergisi yüzde 10 düşürüldü ve ihaleyi alan şirkete bir ayrıcalık tanındı.
Ayrıca şirketten altyapı (yatırım) ve istihdam konusunda bir garanti istenmedi. Aksine şirketin eli rahatlatıldı. Ayrıca ihale şartnamesinde satıştan sonra kurum çalışanlarından kurumda kalmak istemeyenler Devlet Personel Başkanlığı aracılığı ile en fazla 6 ay içinde başka kuruma gönderilecek, Türk Telekom’da kalanların Emekli Sandığı ile ilgisi kalmayacaktı. Bu durum ihaleye giren firmaların gözünü korkutmuştu. Altı ay sonra kalifiye personel Türk Telekom'dan ayrılırsa hangi personelle işleri yürüteceklerdi? Dolayısıyla ihale bedelini yükseltmeye cesaret edemediler. İhaleden sonra bu süre 5 yıla çıkarılarak Türk Telekom’u satın alan şirketin eli bir daha rahatlatıldı. Kurumlar vergisi ihaleden önce düşürülse, personelin 5 yıl daha kurumda kalma güvencesi ihaleden önce verilseydi, ihale bedeli çok daha yüksek olabilirdi.
BERLUSCONİ’NİN ARİA’SINI TÜRK TELEKOM KURTARDI
- Özelleştirmeyle ileri teknoloji ve daha iyi bir hizmet getirildi mi?
İnternet altyapısı özelleştirilmeden önce kurulmuştu. Benim bakanlık yaptığım dönemde 2.5 milyon aboneye ulaştı. 19 milyon sabit telefon müşterisi vardı. Santralların neredeyse tamamı sayısallaştırılmıştı. Ayrıca o zaman Aycell adını verdiğimiz GSM operatörü ile piyasaya çıktık. Aria adlı diğer operatörle birlikte iki GSM operatörünün her biri -henüz alt yapısı dahi yokken- 2.5 milyar lisans bedeli ödedi. Neredeyse hiç müşterisi olmayan iki operatörden alınan lisans bedeli, milyarlarca dolarlık altyapısı olan ve 19 milyon müşterisi olan Türk Telekom’un yüzde 55’ine parasal olarak denk geldi.
Özelleştirmeden sonra dönemin Ulaştırma Bakanı, 'Türk Telekom gibi bir sabit operatörün mobil şirketi olmamalı' diyerek Avea’nın satılmasını destekledi, Avea, Aria ile birleşti. Ancak daha sonra ne hikmetse, hisselerinin çoğu İtalya eski Başbakanı Berlusconi’ye ait olan Aria’yı krizden kurtarmak amacı ile tekrar Türk Telekom’un bünyesine kattı!
CumhurbaşkanıErdoğan, Rusya
Devlet BaşkanıPutin ve İran
CumhurbaşkanıRuhani'nin Soçi'de
Sanatoryum Rus'taki Suriye konulu üçlü zirvesi saat 16.40'ta başladı.
ÜÇLÜ GÖRÜŞME ÖNCESİ AÇIKLAMALAR:
SURİYE'DE SİYASİ UZLAŞI İÇİN YENİ AŞAMAYA GELDİK
Rusya Devlet BaşkanıVladimir Putin, görüşmenin başında yaptığı
açıklamada Rusya, İran ve Türkiye'nin gösterdiği çabaların Suriye'nin parçalanmasını önlediğini vurguladı. Putin, "Suriye'de siyasi uzlaşı için yeni bir
aşamaya geldik. Siyasi sürecin devam etmesi noktasında görüş alışverişi
yapacağız. Suriyeliler arasında etnik ve mezhebi görüşmesi öngörülüyor"
ifadelerini kullandı.
Suriye'de teröristlere yönelik operasyonların tamamlanmak üzerine olduğunu
kaydeden Putin,
Rusya, İran ve Türkiye'nin
çabaları sayesinde Suriye'nin
parçalanmasının önüne geçildiğini ve yıllardır devam eden krizi sonlandırma
konusunda gerçek bir şans doğduğunu belirtti.
'SURİYE'NİN YENİDEN İNŞASI İÇİN
ORTAK PROGRAM HAZIRLAYALIM'
Soçi'deki görüşmeden sonuç alacaklarından emin olduğunun altını çizen Putin, "Suriye'nin yeniden inşası için
kapsamlı bir ortak program hazırlamayı öneriyorum. Varacağımız anlaşmalar,
Suriye'nin toprak bütünlüğünü pekiştirecek" dedi.
Putin, Rusya, İran ve Türkiye'nin Suriye'de
siyasi çözüm sürecine girilmesi için elinden gelen tüm çabayı göstereceğini
umduğunu belirterek, Suriye'de çözüm
bakımından insani boyutun, halka yardımın, bölgelerin patlayıcı maddelerden
temizlenmesinin ve sığınmacılara geri dönmeleri için yardım sunulmasının önemli
olduğunun altını çizdi.
'SURİYE HÜKÜMETİNİN DE TAVİZ
VERMESİ GEREKECEK'
Putin, Suriye'nin geleceğine Suriye halkının karar vermesi
gerektiğini söyledi. Rus lider, "Suriye
halkı, ülkenin geleceğini kendisi belirlemeli. Elbette zor bir süreç olacak ve
hükümetin de taviz vermesinin gerekeceği durumlar olacak" diye
konuştu.
'SURİYE ULUSAL DİYALOG
KONGRESİ'NİN PARAMETRELERİNİ KONUŞALIM'
Putin, mevkidaşlarına Suriye
Ulusal Diyalog Kongresi'nin parametrelerini konuşmayı da önerdi.
'TÜRKİYE, SIĞINMACILAR
KONUSUNDA EŞİ BENZERİ OLMAYAN BİR DURUMLA KARŞI KARŞIYA'
Bu
arada Putin,
milyonlarca sığınmacıya kapısını açan Türkiye'nin rolüne şu sözlerle
değindi: "Hepimiz çok iyi biliyoruz
ki, sığınmacılarla ilgili esas yük Türkiye'nin omuzlarında. Milyonlarca
Suriyeli Türkiye'de bulunuyor ve bu eşi benzeri olmayan bir durum."
Putin, ülkelerini terk eden Suriyelilerin ateşkesle
birlikte evlerine dönmeye başladığına da dikkat çekti.
'ASTANA'DA HÜKÜMET VE MUHALEFET
TEMSİLCİLERİNİ İLK KEZ BİR ARAYA GETİRDİK'
Öte
yandan Putin,
Erdoğan
ve Ruhani'nin
Astana sürecinde önemli rol
oynadığını kaydetti. Rus lider sözlerini şöyle sürdürdü: "Yaklaşık bir yıl önce Astana sürecini başlattık, anlaşmaların
uygulanmasını garanti etme ve Suriye'deki diyalogun Cenevre'de BM himayesinde
devam etmesini sağlama konusunda sorumluluk üstlendik. Hükümet ve silah
muhalefet temsilcilerini aynı masa etrafında ilk kez buluşturmayı başardık. Erdoğan ve Ruhani'nin
bu tutumu sergilemeselerdi, Astana süreci, ateşkes ve gerilimi azaltma
bölgeleri olmazdı."
Putin, Rusya, Türkiye ve İran'ın BM Güvenlik
Konseyi'nin 2254 sayılı kararı dahilinde siyasi sürece ivme kazandırmak
için görüş alışverişi yaptığını da belirtti. Rus lider, söz konusu kararda tüm
etnik, Suriyeli taraflar arasında dini ve siyasi grupların yer alacağı kapsamlı
bir diyalog kurulmasının öngörüldüğünün altını çizdi.
RUHANİ: SURİYE HALKI ZAFERE
DOĞRU İLERLİYOR
Ruhani de Suriye krizinin ilk günlerden itibaren tüm ülkeler
tarafından yakından izlendiğini belirtti. Ruhani ayrıca IŞİD'in temel zemininin dökülmeye
başladığının altını çizerken Suriye halkının zafere doğru ilerlediğini
belirtti. Ruhani,
"Barış süreci konusunda işbirliğinden
memnunum" ifadesini kullandı.
Ruhani, “Şam'ın meşru
izni olmadan uluslararası güçlerin Suriye'de bulunmasının hiçbir nedeni yok.
Yabancı askerlerin varlığı, yalnızca Suriye hükümeti onları davet ettiyse kabul
edilebilir bir durumdur" diye konuştu.
ERDOĞAN: SİYASİ ÇÖZÜME KATKI
SAĞLAMAK ELZEMDİR
Erdoğan
da konuşmasında şunları söyledi:
“Değerli dostum Putin'e
bu zirveye ev sahipliği yaptığı için teşekkür ediyorum. Geçen hafta yine
Soçi'de buluşmuş ve Suriye meselesini etraflıca ele almıştık. Tüm konuları üçlü
formatta değerlendirme fırsatımız oluyor. Bu üçlü zirve Suriye'de akan kanın
durması bakımından son derece önemli. Türkiye Rusya ve İran'ın Suriye
meselesinde yakın bir çalışma ortamı tesis etmelerine dünya şahit oldu. Astana
bunun en güzel örneğidir. Suriye halkının kabul edebileceği kalıcı bir siyasi
çözümün tesis edilmesi için katkıyı sağlamak elzemdir. Tabii biz bugün zirveye
hazırlık yaptık. Temennim odur ki bugün çok farklı bir şekilde ayrılırız
buradan. Bugün kritik kararlar alacağımızı düşünüyorum.”
Sanatoryum Rus'ta
gerçekleştirilen üçlü zirve, 2 saat sürdü.
ZİRVE SONRASI ÜÇLÜ BASIN TOPLANTISI
PUTİN: CİDDİ AŞAMALAR
KAYDETTİK
Toplantı
sonrası üç liderin düzenlediği basın toplantısında ilk olarak konuşan Putin,
Rusya, Türkiye ve İran'ın IŞİD de dahil olmak üzere terörle mücadelede
işbirliğini geliştirme konusunda anlaştığını belirtti. Putin, Astana sürecinin devamı
hususunda uzlaştıklarını ifade etti.
'SURİYE ULUSAL DİYALOG KONGRESİ
KONUSUNDA MUTABAKAT SAĞLADIK'
Erdoğan ve Ruhani ile Suriye
Ulusal Diyalog Kongresi düzenlenmesini desteklediklerini söyleyen Putin,
şöyle konuştu:
“Türk ve İranlı liderlerin, Suriye
krizinin çözümüne ilişkin Suriye Ulusal Diyalog Kongresi fikrini olumlu
karşılamış olmalarını memnuniyetle ifade etmek istiyorum. Türkiye, İran ve
Rusya, Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin yapılması konusunda mutabık
kalmıştır. Ülkelerimizin dışişleri, savunma bakanlıkları ve diğer gerekli
kurumlarına, Soçi’de yapılacak bu kongrenin tarihinin ve yapısının şekillendirilmesi
için talimat verildi.”
'TÜRKİYE'NİN DESTEKLERİNİ
GÖRÜYORUZ'
Putin, sözlerine şöyle devam etti:
"Çatışmaların tamamen durdurulması,
çatışmasızlık bölgelerinin istikrar kazanması gibi konularda öncelikli
adımlarımızı belirledik. Öncelikle Suriye içindeki grupların bu konuda
görüşebilmeleri için platformun oluşturulmasına karar verildi. İran ve
Türkiye’nin Ulusal Suriye Diyalog Konseyinin toplanması konusunda desteklerini
görüyoruz."
'SURİYE DIŞ VE İÇ MUHALEFETİNİN
KONGREYE DAVET EDİLMESİ KONUSUNDA ANLAŞTIK'
Putin, yaptıkları görüşmede Suriye dış ve iç muhalefetinin
kongreye davet edilmesi konusunda anlaşma sağladıklarını kaydetti.
'ESAD, ANAYASA REFORMUNA VE
SEÇİMLERE HAZIR'
Erdoğan ve Ruhani'ye Suriye
Devlet BaşkanıBeşar Esad'la yaptığı görüşmeye ilişkin bilgi
verdiğini anlatan Putin, Esad'ın anayasa reformu yapılmasına ve seçimlerin
düzenlenmesine hazır olduğunu aktardı ve şunları söyledi:
"Gelecekteki devlet yapısının,
anayasasının nasıl olacağı, yapılacak seçimlerin nasıl gerçekleştirileceğini görüştük.
Cenevre süreci de görüşülecek. Suriyeliler Suriye'nin kaderine kendileri karar
vermeliler. Gerek muhalefetin, gerekse mevcut rejimin öncelikleri mutlaka ki
önemlidir. Sayın Esad ile görüşmelerimizde
politik krizin barışçıl yöntemlerle çözülmesi konusunu görüştük. Ve özgür
seçimlerin gerçekleşmesini."
Putin, Suriye yönetiminin barışçıl çözüm ilkelerine bağlı
olduğunu da vurguladı.
'KONGREDE YENİ ANAYASA VE
SEÇİMLER MASAYA YATIRILACAK'
Bu
arada Putin,
kongrede yeni Suriye Anayasası'na ilişkin konuların da ele alınacağını söyledi.
Rus lider, "Tüm siyasi partileri,
dış ve iç muhalefeti, etnik ve dini grupları masanın etrafında toplamak
istiyoruz. Kongre, devlet düzeninin temini, yeni anayasa hazırlanması ve yeni
anayasa temelinde BM'nin gözetimi altında seçimler yapılması gibi Suriye'nin
toplumsal gündemini masaya yatıracak" dedi.
'ASTANA FORMATINDAKİ
ÇABALARIMIZI SÜRDÜRECEĞİZ'
Putin, Suriye'de kalıcı barışın sağlanması için Erdoğan
ve Ruhani'yle
Astana formatındaki çalışmalara devam edeceklerini vurguladı. Putin, "Hali hazırda etkinliği kanıtlanan ve
Suriye'de şiddetin azalmasını, sığınmacıların evlerine dönmesi için gerekli
koşulları sağlayan Astana formatında işbirliğini devam ettirme konusunda
hemfikiriz. Garantör ülkeler olarak ateşkes rejiminin pekiştirilmesi, gerilimi
azaltma bölgelerinin kararlı şekilde işlev göstermesinin devamının temin
edilmesi ve krizin tarafları arasındaki güven seviyesinin yükseltilmesi için
yoğun olarak çalışacağız" ifadelerini kullandı.
'POZİTİF ETKİLER GÖSTERECEĞİNİ
DÜŞÜNÜYORUM'
"Son olarak şunu söylemek
isterim" diyen Putin,
sözlerini şöyle noktaladı: "Erdoğan
ve Ruhani ile birlikte yaptığımız bu olumlu görüşmeler için teşekkür etmek
istiyorum. Yeni çatışmaların önlenmesi, bugünkü görüşmede Ortadoğu’da en
pozitif etkileri göstereceğini düşünüyoruz."
RUHANİ: SURİYE ULUSAL
KONGRESİNDE BÜTÜN PARTİLER BİRLEŞECEK
Erdoğan ve Rus lidereteşekkür
ederek “Bu zirvede, üç ülkenin
sergilediği ortak çalışma, Astana’da gerginliği azaltma bölgeleri konusunda
elde edilen başarıda olduğu gibi, Suriye’deki barış ve istikrarın oluşması için
zemin hazırlayan önemli bir toplantı oldu” dedi.
'IŞİD, KENDİLERİNE YARDIM
ÜLKELERE DE TEHLİKE OLUŞTURDU'
Ruhani, zirvenin IŞİD'in Suriye ve Irak’ta yok olduğu
bir döneme denk geldiğini belirterek, "Bütün
dünyanın şunu bilmesi gerekiyor ki terör hiçbir ülke için iyi bir araç olamaz
ve bütün ülkeler için tehlike yaratıyor. IŞİD konusunda bunu gördük. IŞİD'e
yardım eden bütün ülkeler de bunu gördü. IŞİD'e onların hepsine bir tehlike
oluşturdu" ifadelerini kullandı.
'SURİYE İÇİN MÜZAKERE EDİLMELİ'
Soçi zirvesinin çok açık ve samimi bir ortamda yapıldığını ve üç
ülkenin fikirlerini açıkça beyan ettiğini kaydeden Ruhani, "Amaç, burada oluşacak Ulusal Diyalog Kongresi'nde, bütün aktif
tarafların, Suriye'ye karşı ve hatta rejim taraftarı olanların bir araya
gelerek ülkenin geleceği için müzakere etmeleri" diye konuştu.
'BU KONGREDE ÖZGÜR VE ADİL BİR
SEÇİM YAPILACAK'
Ruhani, şunları kaydetti:
"Bu kongrede yeni anayasa için
zemin oluşacak ve yeni anayasa için özgür ve adil bir seçim yapılacak. Bu,
bütün bölge için barış ve istikrar getirebilir. Bu üç ülke, özellikle Suriye'de
olmak üzere, hassas Ortadoğu bölgesindeki barış ve istikrarın sağlanması,
mültecilerin evlerine ve vatanlarına, kendi ülkelerine dönmeleri ve Suriye'nin
yeniden imarı için tüm dünya ülkelerini destek vermeye çağırıyor."
Türkiye, Rusya ve İran'ın, bu insanların ileride rahat
bir yaşam sürmesi için fikir alışverişinde bulunduğunu ve kongrenin
düzenlenmesi için mutabık kaldıklarını ifade eden Ruhani, "Üç ülkenin dışişleri bakanları, genelkurmay başkanları ve üç
ülkedeki organlar bu kongrenin daha kolay yapılması için anlaştılar"
dedi.
Ruhani, "Barış
ve istikrar için yeni bir adımın atılmasından dolayı çok mutluyum ve umuyorum
ki gelecekte güvenli ve özgür bir seçimin yapılmasına şahit olalım. Suriye'de
bunları görmek için umutluyum" ifadesini kullandı.
Putin ve Erdoğan'a öncü oldukları için teşekkür eden Ruhani, "Umarım üç ülkenin izlediği ortak
çaba, bölgedeki barış ve istikrar için devam etsin" diye konuştu.
ERDOĞAN:
TERÖRİST UNSURLAR SÜREÇTEN DIŞLANMALI
Erdoğan, "Değerli
dostum" diye hitap ettiği Rusya
Devlet BaşkanıPutin'e teşekkür ederek başladığı konuşmasında,
Rusya ile yoğun diyaloglarının hem ikili konularda hem de bölgesel konularda
devam ettiğini ve bunun meyvelerinin her alanda toplandığını söyledi.
Yakalanan
ivmenin artarak sürdürülmesi konusunda Putin ile hemfikir olduklarını dile getiren Erdoğan,
Ruhani
ile gerçekleştirdikleri ikili görüşmede de iki ülke arasındaki ilişkileri her
alanda daha da geliştirme hususunda mutabık kaldıklarını bildirdi.
'ELİ KANLI BİR ÇETEYİ MEŞRU BİR
AKTÖR OLARAK GÖRMEYİZ
Putin ve Ruhani ile kritik görüşmeler yaptıklarını ve
gündemlerindeki meseleleri samimiyetle ele aldıklarını ifade eden Erdoğan,
sözlerini şöyle sürdürdü:
"Suriye'de ateşkes tesis edilmesi
amacıyla attığımız adımları tekrar gözden geçirdik. Gerginliği azaltma
bölgelerinin sahada şiddetin azaltılmasında temel rol oynadığını memnuniyetle
tespit ettik. Görüşmelerimizde Astana'da kaydettiğimiz ilerlemeler temelinde
ihtilafa kalıcı çözüm noktasında Cenevre sürecine sağlayabileceğimiz katkıları
istişare ettik. Bu bağlamda 2254 Sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
Kararı'nda tanımlandığı üzere Suriye halkının öncülüğünde ve sahipliğinde
yürütülecek kapsayıcı, özgür, adil ve şeffaf bir siyasi sürecin hayata
geçirilmesine yardımcı olmak hususunda görüş birliğine varmış bulunuyoruz.
Rusya Federasyonu'nun inisiyatifiyle Soçi'de düzenlenmesi öngörülen Suriye
Ulusal Diyalog Kongresi'nin bu ilkeler temelinde siyasi sürece anlamlı katma
değer sağlaması için eşgüdüm içinde çalışmaya karar verdik.
Bugünkü ortak açıklamamız iş
birliğimizin esaslarını yansıtan ilk adımdır ancak bu çabanın başarısı başta
rejim ve muhalefet olmak üzere tarafların tutumuna bağlıdır. Bu süreçte ayrıca
üç garantör ülkenin bugüne kadar ortaya koydukları karşılıklı hassasiyetlere
saygı ve uzlaşı anlayışını sürdürmeleri kritik oynayacaktır. Bu bağlamda
Suriye'nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüyle, ülkemizin milli güvenliğine
kasteden terörist unsurların süreçten dışlanması, Türkiye olarak önceliklerimiz
arasında yer almaya devam edecektir. Milli güvenliğimize kasteden bir terör
örgütüyle aynı çatı altında olmamızı, aynı platformda yer almamızı bizden kimse
beklememelidir. Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine bağlılığımızı
ifade ediyorsak, bu ülkeyi bölmeye çalışan eli kanlı bir çeteyi meşru bir aktör
olarak göremeyiz."
'AFRİN'DEKİ OLUMSUZLUKLARIN
GİDERİLMESİ SURİYE SÜRECİNİ OLUMLU ETKİLER'
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ve Ruhani ile gerçekleştirdikleri istişarede ayrıca
Suriye'de güven artırıcı önlemlerin hayata geçirilmesinin önemini
vurguladıklarına dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Bu önlemlerin kademeli olarak
devreye sokulması amacıyla insani yardımların ihtiyaç sahiplerine engelsiz ve
kesintisiz ulaştırılması, ayrıca tutukluların karşılıklı salıverilmesi dahil
atılabilecek her türlü adımı gözden geçirdik. Tabii bugün vardığımız noktanın
özellikle Suriye'nin barış ve istikrara yeniden kavuşması ve halkın acılarının
dindirilmesi için bir umut ışığı teşkil edeceğine inanıyorum. Tabii İdlib
sorununun çözülmesi, Afrin’deki olumsuzlukların giderilmesi inanıyorum ki
Suriye sürecindeki bu olumlu gelişmelerin önemli atlama taşları olacaktır. Ülkelerimiz
arasındaki bu verimli iş birliğinin tüm bölgeye olumlu etki yapmasını,
bölgedeki gerginlikleri ve mezhebi ayrışma riskini azaltmasını ümit ediyorum.
Uluslararası toplumun tüm sorumlu üyelerini çabalarımızı desteklemeye davet
ediyorum."
Putin, Erdoğan ve Ruhani'den ortak
bildiri:
Hiçbir
siyasi inisiyatif Suriye'nin egemenliğine zarar vermemeli
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani,
Soçi'deki görüşmenin sonucunda bir ortak bildiri kabul etti.
Bildiride,
Suriye'deki gerilimi azaltma
bölgelerinin ülkenin egemenliğini, birliğini ve bütünlüğünü bozmaması
gerektiğini belirtildi.
Suriye'nin
egemenliğine, birliğine ve bütünlüğüne bağlılıklarını teyit eden liderler, "Gerilimi azaltma bölgeleri ve Suriye krizinin çözümüne yönelik
hiçbir siyasi inisiyatif, ülkenin egemenliğini, birliğini ve bütünlüğünü hiçbir
halükarda bozmamalı" ifadelerini kullandı.
'IŞİD'İN YOK EDİLMESİ İÇİN İŞBİRLİĞİ SÜRECEK'
Suriye'deki
IŞİD varlığının sona erdirilmesi için işbirliğini sürdürme kararı alan liderler, şu ifadeleri kullandı:
"BM
Güvenlik Konseyi'nin Suriye'deki terör örgütleri listesinde yer alan örgütlerin
yok edilmesine yönelik birkaç yıl süren uluslararası çabaların ardından 29
Aralık 2016'da ateşkes sağlanmasını izleyen 11 aylık süreçte IŞİD ve diğer
terör örgütlerinin varlığını sonlandırmaya kararlı bir şekilde yaklaşmayı
başardık. Bu çerçevede Rusya, Türkiye ve İran'ın terör örgütlerinin nihai
olarak yok edilmesi için işbirliği yapması konusunda mutabakat sağladık."
'PUTİN, ERDOĞAN VE RUHANİ YENİDEN GÖRÜŞMEYE HAZIR'
Bildiride üç ülkenin liderlerinin gerekli görülmesi
halinde Suriye'de çözüme ilişkin yeni bir görüşme yapma konusunda mutabakat
sağladığı ifade edildi.
'HÜKÜMET VE MUHALEFET ULUSAL DİYALOG KONGRESİNE
KATILMALI'
Bildiriye göre Putin, Erdoğan ve Ruhani, Suriyeli hükümet ve muhalefet
temsilcilerini kısa süre içinde Soçi'de
yapılacak Ulusal Diyalog Kongresi'ne
yapıcı katılım sağlama çağrısı yaptı.
Belgede üç
liderin kongrenin başarılı olmasını istediği ve bu amaç doğrultusunda
görüşmeler yaparak kongrenin katılımcılarını belirleyeceği kaydedildi.
'ULUSLARARASI TOPLUM SÜRECE KATKI SUNMALI'
Öte yandan liderler, uluslararası topluma Suriye'deki gerilimi azaltma sürecine destek verme
çağrısı yaptı.
Bildiride, "Liderler,
uluslararası toplumu Suriye'deki gerilimi azaltma ve istikrar tesis etme
sürecine destek vermeye davet etti. Liderler, uluslararası toplumdan Suriye
halkına ek insani yardımlar göndermesini, patlayıcı maddelerin temizlenmesine,
tarihi mirasın korunmasına, altyapıların yenilenmesine yardımcı olmasını
istedi" dendi.
'ESİRLERİN SERBEST BIRAKILMASI İÇİN ÖNLEM ALINMALI'
Liderler, siyasi
sürecin başlaması amacıyla esirlerin serbest bırakılması, hayatını kaybedenlerin cesetlerinin teslim
edilmesi ve kayıpların aranmasıyla
ilgili gerekli önlemlerin alınması çağrısı da yaptı.
Metinde, "Liderler,
Astana süreci çerçevesinde Suriye'de gerilimi azaltma bölgelerinin
oluşturulmasının oldukça etkili olduğunu ve ülkedeki gerilim seviyesinin önemli
ölçüde azalmasına, çekilen insan acılarının hafiflemesine, sığınmacı akımının
durdurulmasına, sığınmacıların güvenli bir şekilde geri dönmeleri için uygun
şartların oluşturulması için çalışmaların başlamasına yardım ettiğini
vurguladı" dendi.
Bildiride ayrıca liderlerin, Astana formatının ve erişimlerinin Suriye'de barış ve istikrarın
sağlanması için etkili bir araç olduğunun altını çizdiği ifade edildi.
Liderlerin görüşmesi sonrasında oluşturulan ortak
bildiride, Rusya, Türkiye ve İran'ın Suriye'deki şiddetin azalması için koordineli bir şekilde
çabalarını sürdürecekleri belirtildi.
Metinde, "Liderler,
şiddetin azalma eğiliminde dönüş olmamasını sağlamak amacıyla İran, Rusya ve
Türkiye'nin koordineli bir şekilde çabalarını sürdürmelerini kararlaştırdı.
Liderler, ülke bütünlüğünün geri getirilmesinde ve kapsayıcı, özgür, adil ve
şeffaf, Suriyelilerin bilgisi dâhilinde ve kendileri tarafından
gerçekleştirilen, anayasanın kabulüne yönelik ve Suriye halkının desteğini alan
süreç üzerinden krizin siyasi çözüme kavuşmasının ve BM'nin gözetimi altında
buna hakkı olan tüm Suriyelilerin katılımıyla özgür ve adil seçimlerin
yapılmasının sağlanması için Suriyelilere yardım etme konusunda anlaştı"
ifadelerine yer verildi.
ÜÇ LİDER, YEMEKTE BİR ARAYA GELDİ
Putin, Erdoğan ve Ruhani akşam yemeğinde bir araya geldi. Sanatoryum Rus'taki akşam yemeği basına
kapalı gerçekleşti.
ERDOĞAN, RUSYA'DAN AYRILDI
Erdoğan, özel uçak 'TUR' ile saat 21.00'de Rusya'nın Soçi kentinden ayrıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı, Soçi
Uluslararası Havalimanı'ndan, Krasnodar
Vali Yardımcısı Sergey Boldin, Soçi
Belediye Başkanı Anatoli Pahomov, Türkiye'nin
Moskova Büyükelçisi Hüseyin Diriöz, Türkiye'nin
Novorossisk Başkonsolosu Yunus Emre Özigci ve diğer yetkililer uğurladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğanile eşi Emine Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan da Soçi'den ayrıldı.
Kremlin
Sözcüsü Dmitriy Peskov,
"Kürtlerin Suriye
Ulusal Diyalog Kongresi’ne katılımı Rusya, Türkiye ve İran liderleri arasında
görüşüldü, katılım kapsayıcı olmalı" açıklamasında bulundu.
Kremlin SözcüsüDmitriy Peskov, Kürtlerin Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne
katılımının Rusya, Türkiye ve İran liderleri tarafından ele alındığını,
katılımın kapsayıcı olması gerektiği söyledi.
Basın mensuplarının ‘Kürtlerin Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne katılımı görüşüldü mü’
sorusuna Peskov,
“Evet, görüşüldü” yanıtını verdi.
Kremlin Sözcüsü, ‘Nasıl bir karar alındı’
sorusunaysa, “Katılım kapsayıcı olmalı”
diye cevap verdi.
'BAKANLAR ARASINDA BİR SURİYE TOPLANTISI
KONUSUNDA HENÜZ MUTABAKAT YOK'
Gazetecilerin Rusya, Türkiye ve İran Dışişleri
Bakanları arasında Suriye ile ilgili toplantı konusunda mutabakat sağlanıp
sağlanmadığı yönündeki soruya ise Peskov, ‘Hayır,
henüz sağlanmadı’ yanıtını verdi.