Bütün dünyayı etkileyen köklü değişimler daima gecikerek hissedilir. İnsanlar neoliberal küresel kapitalizmin ağır bir kriz içinde yeni bir sermaye birikim modeli aradığını fakat bulamadığını kitaplardan okuyabilirler, ancak bunu gündelik hayatlarında hissetmeleri zaman alır.
Duvar yıkıldıktan sonra tasarlanan tek kutuplu dünyanın kurulamadığını; Çin gibi ekonomik, Rusya gibi askeri büyük güçlerin kendi çevrelerinde bloklar oluşturarak enerji ve pazar paylaşımından pay istediklerini bütün ülkeler açıkça görebilirler. Fakat bu ülkelerin kurulmakta olan yeni dünyanın düzensiz karmaşası içinde kendilerine uygun bir yer bulmaları zaman alır.
Aynı şekilde Yankee emperyalizminin Batı Asya’ya kendi palavradan “demokrasi” ideallerini dayatarak ideolojik bir hegemonya kurma şansının ortadan kalktığını; eğit-donat örgütleri, IŞİD ve PYD gibi kuklalar sayesinde zemin kazanma imkânını kaybettiğini de insanlar çıplak gözle görebilirler. ABD’nin Batı Asya bölgesinin enerji kaynak ve güzergâhlarına ancak yakıp yıkarak, topyekûn bir dünya savaşını göze alarak hâkim olabileceğini fark edip ABD ordusunun emekli pilotları göreve çağırmasını, 2023 yılında Afrika’yı işgal planları yapmasını kaygıyla izleyebilirler. Pentagon’un savaşı göze alamazsa rakipleriyle bölgedeki nüfuz alanlarını paylaşabileceğini düşünebilirler.
Ancak bütün bunların etkileri bir anda değil, tekil olaylarla ve zaman içinde hissedilir. Siyasi bilinç yavaş dönüşür, halk kitlesi önüne çıkan sorunları çözme çabası içinde gerçekliği kavrar; bir kısmı uzlaşmacı, bir kısmı direnişçi olur. Ülkenin ittifak sistemini, iktisat politikalarını ve askeri yapısını değiştirmeye yönelmek, geçmişten gelen bağlantı ve angajmanlarla kuşatılmış olan mevcut siyasi iktidarın yıkılmasına yol açar (burada bk. Tocqueville’in Fransız Devrimi yorumu).
Mesela ben Türkiye’deki “demokrasi”nin sahte ve dış güçlerin manipülasyonuna açık olduğunu, siyasi partilerin başarılı olmalarının bu partilerin programlarının doğruluğuna değil, dışarıda yaratılan “imaj”a ve toplanan “para”ya bağlı olduğunu 1983’ten sonra anladım. Gerçi daha önce de “Filipin tipi demokrasi”yi ya da “cici demokrasi”yi biliyor ve anlıyorduk fakat hakikatin en keskin ışık altında görüldüğü dönem 1983 sonrasıdır: reklamasyon, halkı aldatma (iki anahtar vs.), sahte imajlar (güzel leydinin topuk sesleri vs.), dış destek, yalancılık, sahtekârlık, halkı çocuk gibi avutarak en temel hakların budanması, giderek oy almak için halkın belirli kesimlerinin üretimden koparılıp maaşa bağlanması vs.
Türkiye’de bu yöntemlerin yolunu açan Özal oldu. Bu ülkede, Genç Parti gibi bir soytarılık abidesi bile (“davulu delen jaguar” partisi gibi sahtekârlıklar bir yana), halka mitinglerde köfte ekmek yedirip insanlarda “şahane hayat yanılsaması” yaratarak % 7 gibi bir oy aldı. Bereket dış güçler desteklemedi de iktidara gelemedi.
Bütün bunların ışığında Yeni Parti’ye gelecek olursak, bu partinin bir “restorasyon” partisi olduğunu söyleyebiliriz. AKP’nin küresel sermayeye sağladığı bütün “kazanımları” koruyacak, Türkiye’yi Atlantik sistemine daha sağlam biçimde yerleştirecek, kamu yönetimini AKP’nin deneyip de beceremediği şekilde parçalayacak, fakat bütün bunları yanıltıcı bir “yeni” imajıyla yapacak bir restorasyon partisi! Aynı zamanda bir pazarlama, reklamasyon ve demagoji partisi. Sistemi yenileyecek ve restore edecek. Ben olsaydım, Kayı boyunu vs bir yana bırakıp “Her Şey Çok Güzel Olacak Partisi” ismini tercih ederdim.
Peki, şansı var mı? Elbette. Siyaset borsasının açılış kotasyonunda % 13-14 gibi görünüyor. Kendi içinde bölünmeden, vitrin düzenlemesini ve imajını bozmadan yol alır, sahte umutlar yaratmayı becerirse elbette AKP’nin yerine geçebilir. Hatta “dişi kurt” MHP’yi boğup, CHP’yi ısırabilir. Fakat bu alışılmış numaranın tutup tutmayacağı son tahlilde bölgesel savaşın ve ekonomik krizin seyrine, halkın savaş ve kriz koşullarından etkilenme hızına ve şiddetine bağlıdır. Esas dinamik budur.
Yavuz ALOGAN
Aydınlık/31.10.2017