14 Kasım 2017 Salı

Abdülhamitçilik Vatanseverliğin Karşıtıdır

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde AKM ile ilgili Haliç Kongre Merkezi’nde yaptığı konuşma önemliydi. Özellikle şu sözleri, siyasal İslamcıların “yüz elli yıllık İttihatçı zihniyet” diye eleştirdikleri İttihatçıların vatanseverliğini zımnen de olsa kabul eder niteliktedir: “Her ne kadar kendileriyle ilgili farklı değerlendirmeler yapılıyor olsa da, aslında Reşit Paşa’dan Enver Paşa’ya, Namık Kemal’den Mehmet Akif’e kadar hepsi de en iyisini aradılar.”

Vatan Savaşının mecburiyetlerinin de dayatmasıyla Türk Devrim tarihinin gerçeklerini görmeye başlayan, arkasından 10 Kasım’ı anmada Türk milleti ile birleşen bu olumlu gelişmeye karşın, Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın tavrı ise, Türk Devrimi’ne düşmanlıkta ısrar ediyor. “Bizi harpler perişan etti. Bazıları ′mecburduk’ derler. Hayır, hiç de mecbur değildik. Eğer Sultan Abdülhamit Han indirilmemiş olsaydı, Birinci Cihan Harbi çıkmayacaktı” derken tarihsel gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu ortaya koyuyor. Hatta Abdülhamit’in savaşı önleyebileceği gibi bir hurafeyi, boş inancı tekrarlıyor.

MECBURİYETLER

Buradaki anahtar kavram “mecburiyet”tir. Yani tarihin nesnel gelişiminin zorunluluklarını bilmek ve kabul etmek. Bu toplumsal ve tarihsel mecburiyetler, gerçekler, öyle veya böyle mutlaka kendini kabul ettirir. Yeter ki, gerçeği zamanında görüp toplumumuza, halkımıza fazla acı çektirmeyelim. Öyle görülüyor ki, AKP bir yanıyla geç de olsa Türk Devrimi’nin gerçeklerini, vazgeçilmezlerini görmeye başlarken, diğer yanıyla emperyalizmin ideolojik, siyasal ve kültürel stratejik mevzisinde kalmakta ısrar ediyor.

İsmail Kahraman, Davutoğlu’nun cehalet dolu boş hayallerini sürdürüyor gibi. ABD güdümlü stratejisinin teorisyeni Davutoğlu’nun, Abdülhamitçi sünni İslama dayanan Yeni Osmanlıcı “satratejik derinliği” Batı Asya direnişinin kayalarına çarptı ve çoktan tuz buz oldu. 

Bir kere en büyük cehalet, asıl amacı Osmanlı topraklarını paylaşmak olan Birinci Dünya Savaşı’nın temellerinin daha Abdülhamit zamanında, 1900’lerin başında atıldığından bihaber olmaktır. Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır. 1907 Ravel görüşmesiyle, İngiltere ve Rusya Osmanlı’nın paylaşılmasını kararlaştırdığında Abdülhamit bu süreçte, bırakın savaşı önlemeyi, hem geleceği görmekten yoksundu, basiretsizdi, hem de sürecin ancak ikincil bir aktörü durumundaydı.

SALTANAT VE MÜLKSEVERLİK

İttihatçılar ise, Ravel kararlarının sonuçlarını öngörmüş, bu nedenle Türkiye’nin tarihsel mecburiyetlerini doğru okuyarak basiretsiz Abhülhamit rejimini devirmişlerdir. Sonuçta, dağılması kaçınılmaz olan bir imparatorluğun yıkıntılarından bağımsız ve egemen bir ulusal devletin kurulmasını sağlamışlardır. İttihatçıları neden daha geniş toprakları ya da tamamını savunamadılar diye eleştirmek, tarihin zorunlulukları karşısında, samimi olmayan bir davranıştır, palavra sıkmaktır.

Abdülhamit hangi siyaseti güdüyordu? Emperyalistler arasında Osmanlı toprakları için süren rekabetten yararlanıp, onlarla arasını bozmadan sürdürdüğü, aklı sıra onları kullandığı, gerçekte ise Jön Türklere ve Türkçülere karşı onlarla işbirliği yaptığı bir “denge siyaseti”ydi bu. Bu siyasetin merkezinde kendi saltanatını korumak kaygısı vardı sadece. Mithat Paşa’yı yok etmek için İngiliz ve Fransızlarla yaptığı işbirlikleri; 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda İngilizlere sığınarak Kıbrıs’ı “bağışlaması”; Osmanlıyı tam bir ekonomik sömürgeye çeviren Düyunu Umumiye’nin kurulmasına izin vermesi ve 1897’de katliamcı Yunan ayaklanmasına karşı açılan savaşın kazanılmasına rağmen siyasette-diplomaside resmen kaybedilmesi, vb... onun Osmanlı vatanından çok kendi “vatanını” / saltanatını savunmaktan başka bir derdi olmadığını gösterir.

SAFSATALAR TEKRARLANIYOR

Sayın Meclis Başkanı, ikinci olarak, Birinci Dünya Savaşı’na katılmayabilirdik, katılmamız İttihatçıların suçudur demek istiyor. Burada da tarihsel mecburiyetler görülmek istenmemekte, İslamcı-Osmanlıcı ezberler, safsatalar tekrarlanmaktadır. Çünkü, kapitalist-emperyalist sistemin ekonomi politiği, daha 1900’lerin başından itibaren savaşa yol açacak bir kamplaşma ve çatışma içine girildiğini ortaya koyuyordu. Rekabet alanının zengin petrol ve maden kaynaklarına sahip Osmanlı toprakları olduğu da ortadaydı. Bu durumda İttihat-Terakki yönetimi “biz savaşa katılmıyoruz” dese de emperyalistler Osmanlı topraklarına saldıracaklardı.

Ancak savaşa katılış biçimi tartışılabilir. Bu konuda Mustafa Kemal’in analiz ve eleştirileri son derece aydınlatıcı ve önemlidir. Ayrıca dönemin en gerçekçi ve bilimsel analizlerini yapan Akçura da savaşa katılmanın bir mecburiyet olduğunu bütün kanıtlarıyla ortaya koyar.(*) İttihatçılar savaşa erken veya geç Almanlarla ittifak içinde katılmak zorundaydılar ve gerçekçiydiler. Çünkü, İtilaf Devletlerinin siyaseti Osmanlıyı paylaşmaktı, yani ortadan kaldırmaktı. Almanlarınki ise, Osmanlı topraklarının bütünlüğünü koruyarak ve yöneticileri kullanarak enerji kaynaklarına ulaşmaktı. Mustafa Kemal'in savunduğu doğru siyaset, işbirliğinde çıkarlarımızı ve bağımsızlığımızı gözeten mümkün olduğu kadar eşit ilişkilerde ısrar eden bir tavırdı. Daha çok Enver Paşa’nın inisiyatifinde toplanan hatalı siyasetler ise, bu eşit ilişkiye fazla özen göstermemek ve Almanlara fazla güvenmekti.

BUGÜNKÜ SAFLAŞMANIN TARİHSEL KÖKLERİ

İttihat-Terakki ve Birinci Dünya Savaşı konusundaki iki farklı yaklaşım, bugün için de Vatan Savunması konusunda iki farklı tavrın tarihsel köklerini oluşturuyor. 

Birinci tavır; dış cephede, Türkiye’nin bağımsızlığı ve bütünlüğü için ABD’ye karşı savaşmak ve aynı kaderi paylaşan ülkelerle işbirliği yapmak mecburiyeti; iç cephede de, bunu engelleyen bölücü siyasetlerin mahkum edilip Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerinin eksiksiz uygulanmasıdır. 

İkinci tavır ise, Türkiye’yi 15 yıldır dağılmanın eşiğine getiren Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı, ABD güdümlü Abdülhamitçi, Yeni Osmanlıcı siyasetlerde ısrar edilmesi ve köleleşmedir.

Sonuç olarak, İttihatçılık ve Kemalizm, Türk Devrimi’nin varlık koşuludur, belkemiğidir, kimliğidir. Abdülhamitçilik ise Türk Devrimi’nin ve vatanseverliğin karşıtı olduğunu her tavrında kanıtlamaktadır.

Mehmet ULUSOY
aydinlik.com.tr/14.11.2017