9 Kasım 2017 Perşembe

Suudi Saray Darbesinin ‘Ergenekon’ Yalanları

Sözü dolandırmadan telaffuz edelim; Ergenekon, Balyoz ve daha nice kumpasla Türkiye bir terör ve tasfiye saldırısına maruz kalmıştı. Türkiye’nin vatansever, milletsever ve Irak işgaline karşı çıkan kuvvetleri şeytani bir kumpas, şantaj ve cinayet operasyonunu kurban edilmişti. Türkiye’nin BOP içinde üstlendiği görev ve sorumlulukların aksamadan sürmesi, Irak işgaline takoz olmaması, devletin mutlak kontrol altına alınması ve yeniden tanzim edilmesinden sonra devletin en mahrem damarlarına girilebilmesi için Ergenekon bir İsrail-NATO operasyonuydu. FETÖ, PKK ve şürekâsı ile medyası bu kumpasın operasyonun eli ayağıydı.

İsrail, ABD, İngiltere ve Suudi hanedanlığın yaşlı ve hasta Kralı Selman bin Abdülaziz'in halife seçtikleri henüz 32 yaşında olan ve hali hazırda Veliaht, Savunma Bakanı ve Başbakan olan kralın oğlu Muhammed bin Selman’ın başlattığı tasfiye ve cezalandırma operasyonunu, “Yolsuzlukla Mücadele ve Reform” yalanı ile pazarlıyorlar. 

Batının yalan makinesi malum medya kral adayını, Suudi Arabistan toplumunu modernize eden, kadınlara araba ve sportif aktivitelere katılma hakkı veren, aile hanedanlığı sayesinde büyük servetler biriktiren klikten hesap soran ve tekelci hegemonyalarına darbe vuran cesur yürek olarak propaganda ediyorlar. 

Bu büyük yalan ile Kral adayı ve arkasındaki kuvvetlere sorun teşkil eden ve potansiyel “düşman” görülen herkesi tasfiye ediyorlar. Tasfiye edilen hanedan üyesi 11 prens, muvazzaf 4 bakan, bir dizi eski Bakan ve başta “Kızıl Prens” Talal bin Abdülaziz El-Suud’un oğlu, İsrail’in haz almadığı, Bodrum müdavimi multi milyarder El-Velid bin Talal onlarca iş adamı, bürokrat, asker, emniyet mensubu ve diplomat gözaltında.

ŞÜPHELİ ÖLÜMLER

Bu esnada Asir Eyaleti’nin vali yardımcısı olan Prens Mansur bin Mukrin, eski veliaht prenslerinden Mukrin el-Suud’un da oğlu, Emir Prens Mansur’un vekili Selman el-Cerişi, Emirlik Genel Sekreteri Salih bin Abdullah el-Kadi, Asir Bölge Tarım Bölümü Başkanı Fehd el-Fertiş, Asir Bölgesi Polis Müdürü Binbaşı Salih bin Süleyman el-Kerzai ve diğer yetkilileri taşıyan askeri bir helikopterin düşmesi sonucu hayatlarını kaybettiler. 

Ardından eski Kral Fahd’ın oğlu Prens Abdülaziz Bin Fahd korumalarıyla birlikte kendisini tutuklamak için gelen polislerle çatıştı. Prens ve korumaları öldürüldü. Prens Abdülaziz Türk Telekom’un yüzde 55’inin sahibi Lübnan eski Başbakanı Saad Hariri’nin şeklen temsil ettiği ‘Saudi Oger’in büyük hissedarlarından biriydi.

NEDEN GÖZALTINA ALINDILAR?

Gözaltına alınan veya öldürülen kimliklerin siyasi özgeçmişlerine baktığımızda, Suriye’ye dayatılan terör savaşında Suudi rolünü sorgulayan, Irak’ın kan gölüne dönüşmesini vicdanına sığdırmayan, Yemen savaşının sürmesine itiraz eden, İran ile düşmanlığın yarattığı Şii-Sünni kamplaşmasından rahatsızlık duyan, Katar ile hâsıl olan krizden muzdarip olan, İsrail ile gizli ve aleni ilişkileri tasvip etmeyen, milyarlarca dolarlık Suudi ihalelerine İsrailli şirketlerin katılmasına gönlü razı olmayan, Trump ile tarihin en büyük 350 milyar dolarlık silah anlaşmasını israf olarak telakki eden, ABD’nin şantajlarına, Suudi servetini bankalarında rehin tutmasına itiraz edenler olduklarını tespit ediyoruz. 

İsrail ve NATO’nun yeni felaket senaryoları ve savaş planlarına itiraz edenleri cezalandırıyorlar. Bu kesimin 32 yaşındaki kral adayının şura ve aile meclisini hiçe sayan keyfi mutlak hegemonyasına karşı yükselen öfkeleri Suudi toplumunda aleni konuşuluyordu. Kral adayı Muhammed Bin Selman’ın maceraperest, İsrail, ABD, İngiltere taraftarı ve Türkiye’nin maruz kaldığı 15 Temmuz 2016 terör saldırısının finansörlerinden olan Arap Birleşik Emirlikleri Kralının oğlu Abu Dabi Emiri, veliaht Muhammed bin Zaid bin Sultan el-Nehyan’ın müttefiki ve askeri olduğu yönünde ciddi kanaatler oluşmuştu.

Operasyonlardan sadece birkaç gün önce Lübnan Başbakanı Saad Hariri Suudi Arabistan’a gitmişti. Suudi vatandaşı ve hatta aile hanedanlığın bir üyesi olarak kabul edilen Hariri başkent Riyad’ta Suudi televizyonu El-Arabi’ye TV’ye çıkarak Lübnan başbakanlığından “İran ve Lübnan Hizbullah’ını” hedef alarak istifa ettiğini açıklaması trajik komik bir durum. Zira henüz geçen hafta İran ile Hizbullah’ın yapıcı ve olumlu katkılarını övmüştü. 

Saad Hariri’nin istifası ile Lübnan ordusuna yapılması düşünülen 4 milyar dolarlık askeri yardım askıya alındı. Kendisini korumaktan aciz ülkesinde Suudi ordusu ile ayakta duran Bahreyn, Katar’ın kuzey sınırlarına ilişkin hak talebinde bulundu. Bahreyn’den yapılan açıklamada, “dış müdahale ile kendilerinden kopartılan toprakların” geri iadesini savunmanın hakları olduğu iddia edildi. Arabistan, İran ve Lübnan’ı savaşla tehdit etti.

El-Suud ailesi Arabistan yarımadasının iki önemli servetini kontrol ediyor; Hicaz bölgesinde yer alan Müslüman Âlemin en kutsal mekanları Mekke ve Medine ile devasa petrol ve doğalgaz yatakların sağladığı muazzam bir zenginlik. 

Suudi kabilesi Siyonist Yahudiler ve İngiltere sayesinde Osmanlı-Türk ve destekçi aşiretleri tasfiye ederek tahta oturdu. Nasır Sait Suudi Arabistan vatandaşıydı. Beyrut’ta öldürüldü. ‘El-Suud Ailesinin Tarihi’ kitabın yazarıydı. Eserinde el-Suud ailesi ile vahhabizm tarikatını kuran Muhammed bin Abdulvahhab’ın “Yahudi” kökenli olduğunu ve İsrail ile aşna fişne olmasının bir önemli sebebi olarak bu bağı sorgulamıştı. El-Suud, sultasını İsrail’i inşa eden Anglo-Amerikalılara borçlu olabilir. Ancak aynı kuvvetlerin piyonu olmayı sürdürür ve Suudi Ergenekon kumpası başarılı olursa bu ahmaklık Suudi Hanedanlığın sonunu hazırlayabilir. Yeni şafak gazetesi yazarı İbrahim Karagül’ün ifadesini anlamlı buldum; “Başarılı olursa bütün coğrafya, başarısız olursa Suudiler biter.”

‘ABD GÜLÜYORSA AĞLARIZ’

Küba devleti eski başkanı Fidel Castro’nun söylediği iddia edilen “Bir olay vuku bulduğunda ABD’ye bakarız; Ağlıyorsa güler gülüyorsa ağlarız” sözü bölgemizde cereyan eden olayları anlamak ve doğru okumak için önemli bir pusula. Suriye'de içinde bulunduğumuz ayrışmanın hangi tarafında yer aldığımızı göstermesi bakımında ayrıca önemli bir ölçü. 27 senedir dünyaya tek taraflı bir tekelci hegemonya dayatan cephenin sonuna şahit oluyoruz.

Kontrolü kaybetmiş, hızlıca yokuş aşağı giden, freni patlak kamyonun direksiyonu başında korkusu tavan yapmış şoför misali en zayıf ve en çılgın dönemini yaşamakta olan cephenin çökmekte olduğunu görüyoruz. İşte mesele bu baş aşağı giden freni patlak kamyonun şerrinden nasıl kurtulacağımızı idrak etmek ve buna uygun hazırlık yapmaktır.

Yanında Rusya ve Çin’i alan Dört Merkezi Devletin (Türkiye, İran, Suriye ve Irak) birlikteliğinin dünyanın baki, daim ve hayrı için ne derece hayati olduğunu bir kez daha not edilmektedir.

Mehmet YUVA
Aydınlık/08.11.2017