6 Kasım 2017 Pazartesi

Erdoğan ve Kılıçdaroğlu'nun Ortak Rahatsızlığı

Geçtiğimiz günlerde CHP'li Bülent Tezcan, Erdoğan'a "diktatör" dedi. Ardından AKP'li Bekir Bozdağ da "Türkiye'deki tek faşist parti Cumhuriyet Halk Partisi'dir" diyerek Tezcan'a yanıt vermiş oldu. AKP'li kurmayların Atatürk dönemine yaptıkları saldırı yeni değildi. En son 28 Ekim'de Erdoğan tek partili dönem üzerinden Cumhuriyet Ankarası'na saldırdı.

Bozdağ'ın "faşist" söylemine döneceğiz ancak önce iki parti arasında süren malum polemik ziyadesiyle anlamsız. Çünkü "tek partili dönem", yani Atatürk dönemi konusunda "yeni" CHP yönetimi de AKP'li kurmaylardan farklı düşünmüyor.

Atatürk CHP'sinin "anti-demokratik" olduğu konusunda her iki parti de hemfikir.

Somutlayalım. Örneğin;18 Mayıs 2015'te FETÖ'nün yayın organı Zaman gazetesine konuşan Kılıçdaroğlu, "Türkiye 1930’lu yılların tek parti döneminden daha kötü" diyerek, Atatürk döneminin kötü olduğunun altını çizmişti.

Yani Bozdağ'ın "faşist CHP" tanımına Kılıçdaroğlu CHP'si uymuyor.

Kılıçdaroğlu, Atatürk dönemi konusunda Erdoğan ve Bozdağ ile aynı çizgide...

Peki, Kılıçdaroğlu ve Erdoğan'ı aynı çizgide birleştiren ne? Atatürk dönemine duydukları nefretin nedeni ne ?

***
Her iki partinin bilincinde de Türk demokrasinin 1946'da başladığı kazılı. Atlantik sistemi AKP'li İslamcıları "Yeşil Kuşak" tedrisatından geçirip, önlerini açarken, CHP'yi de köklerinden kopararak Batıcı/sosyal demokrat bir partiye dönüştürdü.

İki dünya savaşının arasında kalan Cumhuriyet Türkiyesi'nin çok partili hayata geçişi, aynı zamanda Türkiye'nin Atlantik kıskacına girdiği bir zamana denk geliyor. Bu gelişmeler, Türk demokrasisinde "seçim eşittir demokrasi" gibi sakat bir anlayışın gelişmesine neden oldu. Daha doğrusu, Atlantik sistemine dahil olan/edilen Türk siyasetinde emperyalizme karşı tutum alan siyasi partiler ve siyasi figürler "yasadışılaştırıldı", "sovyet ajanı" ilan edildi. Meydan Atlantiğin tezgahından geçen partilere kaldı.

Atlantik sistemi, Türk siyasetinin düzen partilerini kendi ideolojik formasyonuyla donattı. Bu ideolojik formasyon, salt sovyet ve komünizm düşmanlığını körüklemedi. Batı saldırganlığını bertaraf etmiş Atatürk Türkiyesi'ni de "anti-demokratik" olarak zihinlere kazıdı. Türkiye'nin devrim ve gerçek demokrasi tarihini, darbeler tarihi olarak öğretti.

Peki gerçek bu muydu?

Şimdi, basit ama meselenin temeline inen bazı sorular yöneltelim:

Meclissiz ve anayasasız bir demokrasi olur mu?



Eğer olmazsa, Türkiye Tarihi'nde anayasalar nasıl yapıldı, meclisler nasıl kuruldu?

Türk demokrasisi en kurumsal haliyle 1876'da Mithat Paşaların meşrutiyet mücadelesiyle başladı. İlk meclisimiz bir devrimle açıldı. Millet egemenliğinin garantisi olan meclisin varlığı ve milletin yasalar önündeki eşitliğini güvence altına alan anayasanın yapılması devrimci bir mücadelenin ürününüydü.

Bu anlamda 1876 Meşrutiyet/Anayasa Devrimi, 1908 Hürriyet/ Anayasa Devrimi ve 1920-1923 Cumhuriyet Devrimi Türk demokrasinin köşe taşlarıdır.

Demokrasiyi Atlantik sisteminin öğretileriyle tanımlayan zevat, Türk demokrasisini inşa eden bu devrimci atılımları "darbe" olarak görüyor. Atlantik öğretisine göre; Yeni Osmanlılar 1876'da meclisi "darbeyle" kurdular ve anayasayı "darbeyle" yaptılar; Jöntürklerin 1908'de meclisi yeniden açması ve anayasayı yeniden yürürlülüğe sokmaları "darbeyle" oldu; 1920-1923'de Kemalistlerin saltanatı/ hilafeti yıkması, tekke ve zaviyeleri kapatması "darbedir". Yani Atatürk "darbecidir".

***
Atlantik öğretisinin "darbe" karşıtlığı özünde devrim düşmanlığıdır. Türkiye'nin ilerlemesini ve bağımsızlaşmasını istemeyen Atlantik sisteminin Türkiye'deki en büyük korkusu Atatürk Devrimciliğinin gelişmesidir. Zaten bakıldığı zaman 1945'te başlayan Atlantik sürecinin en fazla zarar verdiği şey Atatürk Devrimleridir. 12 Eylül ve 12 Mart Amerikancı darbeleri, Laik yasaların budanması, kamu kurumlarının özelleştirilmesi/emperyalist tekellere palazlanması, tarikatların ve cemaatlerin desteklenmesi vb. bütün gelişmeler esas olarak Atatürk Devrimi'ni hedef almıştır.

***
Bozdağ'ın Atatürk CHP'sini "faşist" olarak nitelemesine dönecek olursak; Bozdağ'ın bu çıkışı tam bir cehalet örneğidir.

Faşizm her şeyden önce iktisadi bir alt yapıya dayanır. Emperyalist-kapitalist sistemden bağımsız bir faşizm tanımı olamaz. Faşizm; emperyalizme bağımlı sermayenin en azgın, en şoven ve en yobaz iktidar olma biçimidir.

Atatürk CHP'si her şeyden önce emperyalizme ve ortaçağ ilişkilerine karşı savaşarak var oldu. Emperyalist saldırganlığa karşı bağımsızlık mücadelesine önderlik etmiş bir siyasal harekete söylenmeyecek tek şey "faşist" olduğudur. Atatürk CHP'sinin varlık nedeni ile faşizm hem teorik hem de pratik olarak birbirine tezattır.

***
AKP'li Mahir Ünal dün Habertürk televizyonunda "Bizim Mustafa Kemal Atatürk’le hiç sorunumuz olmadı" dedi.

AKP kurmayları, Atatürk'ün önderlik ettiği CHP'yi "faşist" ilan ediyorlar ama Atatürk'le sorunları yok(!)

AKP'liler diyor ki: Atatürk'ün yaptığı her şey "kötü" ama Atatürk iyi.

AKP'nin İslamcı kadrolarını mantıktan yoksun bırakan bu çelişkili çıkarım, aynı zamanda AKP'nin ideolojik yenilgisinin de en çıplak halidir. Yineleyelim, AKP'nin büyük trajedisi budur.

***
Yeniden Atatürk Devrimi rotasına girme zorunluluğuyla karşı karşya olan Türkiye, "gizli" Atatürk düşmanlarına bırakılamaz. Türkiye, Mısırlıoğlu'ndan "tarih öğrenen" talebelerden de Sorosçu/TESEV'ci Batıcılardan da kurtulmalıdır.

Kerem Yıldırım

aydinlik.com.tr, 3.11.2017