6 Haziran 2016 Pazartesi

Büyük Sovyet Ansiklopedisi'nin 1926 baskısında "Ermeni Meselesi" maddesi, Bölüm I




Marks’ın bilinen sözüdür:

"Tarih öyledir çünkü o şartlar altında başka türlü olması mümkün değildir"

Mustafa Kemal ATATÜRK de

"Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" demiş.

İdealist felsefe gerçekleri ters yüz eder. Tarihin ve toplumsal yaşamın ve düşünce üretiminin idealist açıklamasında düşünce gerçek yaşamdan önde gelir. İdealist anlayış gerçekliği  çarpıtıp düşünceye mutlak güç atfettiğinden, kendini doğa bilimlerinin belirleyiciliğinden de bağımsız kılmıştır. Bu nedenle, aslında kendi yaratısı olan bir düşünce dünyası içinde debelenip durmuştur.  Dünyada önemli altüstlükler yaşanırken kiliselere kapanmış din bilginlerinin meleklerin cinsiyetini tartışmakta oldukları, idealist felsefenin gülünçlüğünü çarpıcı biçimde dile getiren bir örnektir. İdealizm, felsefenin ayaklarını yeryüzünden kopartarak adeta gölgelerden oluşan bir “gerçekler” âleminde saltanat sürmüştür.

İnsanlar doğanın ve toplumun tarihi konusundaki bilgi yetersizlikleri nedeniyle, kendileri hakkında, ne oldukları ya da ne olmaları gerektiği hakkında her zaman yanlış fikirlere sahip oldular. Toplumsal ilişkilerini, beyinlerinde insana ve tanrıya dair oluşmuş baş aşağı duran düşüncelere bağımlı olarak düzenlediler. Kendi beyinlerinin bu ürünleri, onları yaratan beyinlerini esir aldı. Düşünceyi ve tanrı fikrini yaratanlar, kendi yarattıkları şeyler önünde secdeye vardılar.

Emperyalistler arasındaki mücadele, bugün olduğu gibi, dünyaya egemen olma mücadelesinden başka bir şey değildi. Sömürgeler için ve emperyal ganimetlerin yeniden bölüşümü için, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş vahşette savaşlar patlak verdi. Bu savaş ve çatışmalarda meydana gelen ölümler, bu siyasi süreçlerin sadece sonuçlarından biriydi. Ve bu süreçler yerkürenin hemen hemen her tarafında yaşandı. “Filler tepişti, olan çimenlere oldu”…Bugün de “filler tepişmeye devam ediyor” ve dünya, özellikle bölgemizdeki halklar benzer olumsuz sonuçlara maruz kalıyor.

Önemli Sovyet- Ermeni devlet adamlarından Boryan’ın da belirttiği gibi, “Bulundukları coğrafyanın stratejik konumu, Ermenileri devamlı olarak emperyalist diplomasinin bir nesnesi haline getirmiştir. Bu yüzden Ermenistan ve Ermeniler, haklarını ve özgürlüklerini korumanın bir öznesi değil, pazarlıkların bir nesnesi, özellikle İngiltere ve Rusya gibi büyük emperyalist devletler için bir araç olmuşlardır.” Bu durumu, günümüzde, “Kürt meselesi”nde de gözlemlemekteyiz.

Cereyan etmiş ve halen cereyan etmekte olan siyasi olayları sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmenin yegane yöntemi, bugün hala “tarihsel materyalist yöntem”dir. Yapılacak değerlendirmelerde “emperyalizm” olgusunu “es geçmek” bizi her zaman “idealizm”in batağına sokacaktır. Bugün kendisini “sol “olarak tanımlayan bir zümre, hala, “düşünüyorum o halde varım” idealizmi içinde, “kendi halkını sürekli aşağılayarak”, batıdan gelen her türlü propaganda materyalini sorgulamadan benimseyip savunarak ve “kendi düşünceleriymiş” gibi sunarak “varlıkları”nı bu şekilde göstermeye çalışarak , emperyalizmin birer küçük çaplı gönüllü enstrümanları olmaya devam ediyorlar. Diyalektik ilkeleri benimsemeden “solcu” olunabilir mi ?

Mehmet PERİNÇEK’in araştırmasıyla bilgimize sunulan “1926 baskısı Büyük Sovyet Ansiklopedisi”ndeki “Ermeni Meselesi” maddesi, diyalektik tarihsel yöntemle meseleyi doğru bir şekilde ortaya koyuyor, hem de 1926 yılında!

Söz konusu olaylarda illa ki bir “suçlu” aranıyorsa, dönemin emperyal güçleri İNGİLTERE, ALMANYA, RUSYA, FRANSA bu konuda ilk sıradadırlar. Ve illa ki birilerinin özür dilemesi gerekiyorsa, bu devletlerin, uyguladığı siyasetler yüzünden bu topraklarda zarar gören halklardan (Türkler, Ermeniler, Kürtler, Azeriler, Gürcüler) özür dilemeleri gerekiyor. Olması gereken; Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan meclislerinde, bu ülkeleri kınayan ortak yasa tasarıları hazırlanmasıdır!

IŞIK





Büyük Sovyet Ansiklopedisi'nin 1926 baskısında

"Ermeni Meselesi"
maddesi

I.Bölüm


"Ermeni meselesi, Türkiye'nin zayıflatılması ve sömürgeleştirilmesi meselesidir "

Ermeni Meselesi: Doğu meselesinin bir parçası olarak Ermeni meselesine iki açıdan bakılabilir. Dış açıdan bakıldığında, büyük devletlerin Türkiye'de merkezkaç kuvvetleri destekleyerek Türkiye'nin zayıflatılması ve daha kolay sömürgeleştirilmesi görülür. Bu meselenin iç doğası ise, Ermeni ulusunun kendi kaderini, Ermeni burjuvazisinin önderliğinde ve buna bağlı olarak Ermeni burjuvazisinin gelişmesi yönünde tayin etmesidir.

Ermeni meselesi, Ermeni ulusunun başına, İstanbul'un mali aristokrasisinin geçmesinden sonra, XVIII. yüzyılda ortaya ç1kt1.

Anadolu'ya yayılmış olan Ermeni halkı, kendi ticaret burjuvazisini çok erken yaratmıştı. Bu ticaret burjuvazisinin, Türkiye'nin ekonomik hayatında rolü büyüktü. Örneğin hükümete, valilere vb'ne kredi verirdi.

Öte yandan bu burjuvazi, din adamlarının, Kilise'nin büyük nüfuzundan yararlanarak halkı yönetiyordu. İstanbul Patrikliği, 1453 yılında Osmanlıların İstanbul'u fethetmesinden sonra kurulmuştu; Ermeni burjuvazisi, bu patriklik aracılığıyla halkı yönetiyordu. Ermeni Patrikliği nezdinde mali aristokrasinin ileri gelenlerinden bir meclis oluşturulmuştu. Halkı yöneten, esas olarak bu şûraydı.

Türkiye'de Ermeni burjuvazisinin gelişmesinde, Avrupa ve Amerika'da yaşayan Ermeni burjuvazisiyle ilişkilerin çok büyük rolü vardı. Şunu da kaydedelim ki, Türkiye'nin el sanatlarında Ermeni esnafı Rumlarla birlikte büyük rol oynuyordu. Ne var ki, Doğu Anadolu'da yaşayan Ermeni köylülerin siyasal ve ekonomik durumları çok kötüydü.

Bu açıdan, Batı kapitalizmi Ortadoğu'da taarruza geçtiği anda, Batı ülkeleri kendi güvenlikleri için Türkiye'de köprü özelliği taşıyan Ermeni burjuvazisini kullanma yoluna gittiler, ancak bunda başarılı olamadılar. Çünkü Ermeni burjuvazisi Türkiye'nin iktidarına çok sıkı ekonomik ilişkilerle bağlıydı. Batı sermayesi kendisine dayanak olarak Kilise'yi gördü. Ancak Kilise'den de umulan destek alınamadı. Bundan sonra Batı sermayesi, ekonomik ilişkilerinde araç olarak Ermenilerin orta ticaret burjuvazisini yeğledi. Bu burjuvazi Batı'nın desteğiyle güçlendi ve Ermeni ulusal hareketinin gelişmesine büyük katkıda bulundu.

Bu ulusal hareket, özellikle Moskova ve Tiflis'te yaşayan Ermeni aydınlardan destek aldı. Bu kentler, 1870'li yıllarda, Rus liberal hareketinin etkisi altında, Ermeni liberalizminin merkezi olmuşlardı. Ulusal bilinç yazılı ve sözlü olarak gelişiyordu. Ulusal bilinç ve militan milliyetçilik uyanıyordu. Hem Rusya'da, hem de Türkiye'de yaşayan Ermeniler arasında militan milliyetçilik ortaya çıkıyordu.

Ermeni orta burjuvazisi ilk adım olarak, Kilise'nin etkisini azaltmaya yönelmişti. Bu savaşta Ermeni orta burjuvazisi, kent esnafına dayanıyordu. Bu hareket, Kilise'nin laikleştirilmesine yönelmeye başlamıştı. Esas olarak İstanbul Patrikliği'ni hedef alıyordu ve bu savaştan galip çıktı. Orta burjuvazi, Meclis-i Âyan'da yer aldı. Meclis-i Âyan, maliye, adalet ve eğitim gibi geniş yetkilerle donatıldı.

Köylüler önceleri, bu milli hareketin dışında kalmıştı. Ağ1rlaşan vergi sistemi ve Kürtlerle bozulan ilişkileri nedeniyle Türkiye'de Ermeni köylülerin durumu iyice kötüleşmişti. Ermeniler beş Doğu vilayetinde (Van, Erzurum, Bitlis, Harput, Sivas) azınk durumundaydılar (yüzde 20'den 40'a kadar). Burada nüfusun çoğunu Kürtler oluşturuyordu.

O dönemde Kürtler aşiret halinde yaşıyor ve göçebe hayvancılık hayatı sürüyorlard1. XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde hızlı nüfus artışı nedeniyle Kürtler, yerleşik hayata geçiyorlar, ancak topraksız oldukları için Ermeni köylülerini Doğu Anadolu'nun dağlık kısımlarından göçe zorluyor ve topraklarına el koyuyorlardı. Türk hükümeti, Kürt aşiretleri üzerindeki etkisini arttırmak için bu sürece göz yumdu ve bu toprakları aşiret reislerinin mülkiyetine verdi. Yani Doğu Anadolu'da Kürt feodalitesinin gelişmesini sağladı. Bu süreçten sonra, Kürtler ile Ermeniler arasındaki kanlı kavgalar, kan davasına, katliamlara dönüştü.


Bu çelişkinin ikinci nedeni, Müslümanların, Ermeni kent burjuvazisini vahşi kapitalizmin temsilcisi (tefeciler) olarak görmeleriydi.

(Bolşaya Sovyetskaya Entsiklopediya, c. 3, s. 434 vd, Aktsionernoe Obşestvo "Sovyetskaya Entsiklopediya", Moskova, 1926.)