11 Haziran 2016 Cumartesi

Emperyalizm Beyninizi Formatlamış!




1990’larda sosyalist sola Türklerin katliamcı olduklarını savunan bir tarih anlayışı bilinçli olarak aşılandı. Sırasıyla Ermenilere, Rumlara ve diğer azınlıklara soykırım uygulamışlar, hatta Mustafa Kemal Samsun’a Rumları imha etmek için çıkmış, 1925’te ve 1937-38’de Kürtler de aynı çizginin devamı olarak katledilmişlerdi. Bu aşılama misyonunu üstlenen tarihçiler Türkiye Cumhuriyeti’nin soykırıma uğratılan, imha edilen azınlıkların ve etnik grupların servetlerinden sağlanan bir tür “ilkel kapitalist birikim”le kurulduğu tezini savunmaya başladılar.

Sosyalist solun büyük bir bölümü o günkü koşullarda bu emperyalist yalanlara açık hale gelmişti. 12 Eylül askeri darbesinin şiddeti azalırken sosyalist sistemler çökmüş, liberalizmin etkisi artmış; sosyalist gruplar içsel dayanışmalarını sağlamak, varlıklarını sürdürmek için özgün sembollerine ve bazı sloganlarına bağlı kalırlarken, “yeni” olduklarını ve “yeniden” başladıklarını kanıtlama telaşıyla hem teoride hem de pratikte geçmişlerinden kopmuşlar; popülist bir çizgi izleyerek “emeğin Avrupası”yla birleşmeyi amaçlayan, yeşilci feminist, kapsayıcı kucaklayıcı, hafiften liberter, hem dar grupçu hem bireyci, ne yaptığını bilmez bir çizgiye gelmişlerdi.

Bu koşullarda bazı sosyalistlerin emperyalist ülkelerin Türkiye’yle ilgili Soğuk Savaş sonrası tarih tezlerini benimsemeleri zor olmadı. Bunu bile ciddiyetle, zihinsel bir çabayla yaptıklarını söyleyemeyiz. Daha ziyade soykırım tezlerine sempatik bir yaklaşım, bu tezlerin yerli savunucularına artan bir ilgi vardı. Liberal tarihçilerin, Alman ajanlarının bizim için özel olarak hazırladıkları tarih tezlerini savunmak kendine sosyalist diyen bazı insanlara entelektüel ve çokbilmiş bir hava veriyordu.

Sosyalist solun birleşik parti kurma çabaları sönümlendikçe, bu çabaların oluşturduğu zihinsel ortam ve temel argümanlar emperyalist bir proje olan HDP tarafından olduğu gibi devralındı. Bunların içinde emperyalizmin dayattığı soykırım iddialarını, tarih yorumunu, liberalizmi; ulus-devletin yerine etnik ve dini olarak parçalanmış, mafyatik yönetimlere bölünmüş yerel yönetim anlayışlarını, hatta dinî tarikatlara özgürlüğü demokrasi sanan bir budalalığı bile olduğu gibi bulmak mümkündür.

Bu fikirlerle biçimlenen en ilkesiz ve gevşek birliğin 1990’larda ve 2000’lerin başlarında nasıl bir manzara arzettiğini anlamak için günümüzde “Haziran Hareketi” denilen oluşumun kalıntılarını bir örnek olarak morfolojik açıdan incelemek yeterlidir.

Günümüzde ulusal sorunlar bu türden sosyalist solun ilgi alanının dışına çıkmıştır. Ege’de 152 adanın Yunanistan ve Letonya tarafından işgal edilmiş olması, Kıbrıs sorunu, emperyalist bir yalan olan Ermeni soykırımı iddiasına karşı Vatan Partisi’nin verdiği kitlesel hukuk mücadelesi bu türden sosyalist solun görmezden geldiği konulardır.

Bazı arkadaşlar Alman Parlamentosu’na yetkisizliğini hatırlatmak için Vatan Partisi’nin Berlin’de düzenlediği antiemperyalist yürüyüşe, İslamcı gruplar bile olumlu tepki verirken, sosyalist solun neden ilgi göstermediğini, katılmadığını soruyorlar. Katılmazlar... Kötü oldukları için değil, bu konuda kafalarının içi boşaltıldığı, beyinleri liberal tarihçiler tarafından itinayla yıkanıp ütülendiği için, ulusal sorunlarla ilgileri kalmadığı için katılmazlar. Emperyalizme karşı mücadele, bu türden solun bildirilerinde, hatta PKK’nin bazı bildirilerinde bile, adet yerini bulsun diye, “emperyalizme karşı halkların kardeşliği” falan gibi anlamsız bir klişe olarak yer alıyor.

Deniz Gezmiş 22 Kasım 1967’de yapılan “Kıbrıs mitingi”nde Amerikan bayrağını yaktığı için gözaltına alınmıştı. Ankara’da yapılan mitingin ön saflarında ise Mahir Çayan vardı; mitingten sonra Sıhhiye’deki Amerikan Hava Yolları bürosunun önünde gösteri yapılmıştı. Bu mitinglerin sebebi 15 Kasım 1967’de Rumların Kıbrıs’ta Geçitkale-Boğaziçi’ne saldırarak 24 Türk’ü şehit etmeleriydi. 1974’te Nikos Sampson Kıbrıs’ta darbe yaptığında devrimci gençler Yunanistan Büyükelçiliği’ni taşlamışlardı. Ulusal sorunlara kör bakmaları için beyinlerine henüz format atılmamıştı, “istiklal-i tam” ilkesine bağlıydılar; hem sahici antiemperyalist hem de sosyalist olabiliyorlardı.


Yavuz ALOGAN
Aydınlık / 28.05.2016