22 Haziran 2016 Çarşamba

Haziran 2013




Büyük kitle hareketleri benzersizdir ve aynı şekilde tekrarlanmaları imkânsızdır. Mesela 15-16 Haziran 1970’te gerçekleşen büyük işçi eylemi bir dönüm noktası olmuş, fakat bütün çabalara rağmen bu boyutta bir eylem gerçekleşmemiştir. Hatta olaylar sırasında Ankara’daki sanayi bölgesinde benzer bir eylem yapılamamıştır.

2013 Haziran Ayaklanması için de aynısı geçerlidir. Basit bir olay, belki de kasıtlı olarak yönlendirilmeye çalışılan bir eylem ansızın ülke çapında milyonlarca insanın hiç beklenmedik sloganlarla yaygın protesto gösterilerine dönüşmüştür. Hiçbir örgüt ya da kuvvet İstanbul’un doğu yakasında yaşayan insanların gecenin ilerlemiş saatlerinde evlerinden çıkarak köprüden geçip Beşiktaş’ta polisle çatışmasını sağlayamazdı.

Devrimler de böyledir. Ne Ekim Devrimi, ne de Çin Devrimi tekrarlanabilmiştir. Devrimleri içinde gerçekleştikleri coğrafi sınırların dışına yayma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Gerilla savaşıyla başarılan Küba devrimini aşağı yukarı aynı maddi ve siyasi koşullara sahip Latin Amerika ülkelerinde aynı yöntemlerle tekrarlama çabaları sonuç vermemiştir.

Haziran Ayaklanması hükümete yönelik bir protesto gösterisi olarak başladı: “Hükümet istifa!”, fakat kısa süre içinde Beyoğlu’ndaki birkaç sokağı ve liberter solumsu insan profilini aşarak hızla yaygınlaştı; bütün ülkeye yayıldı, genç Mustafa Kemal posterleriyle bayraklarla başka bir şeye, ümmet olmak istemeyen aydınlanmış kitlelerin gösterisine dönüştü. Bu dönüşümün hükümetin moralini nasıl bozduğunu gördük. Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi siyasi iktidar şahsiyetleri paniğe kapıldılar. Milli Eğitim Bakanı “Herkesi kendimize karşı birleştirdik” gibi anlamlı laflar etti. Hükümet şaşırmıştı. Paniğin yatışması için RTE’nin Fas’tan dönüp sokak mitingleri yapması, bakanlar kurulunu toplayıp herkesi fırçalayarak dağılma belirtileri gösteren hükümetin dizginlerini toplaması gerekti.

En anlamlı tepki Demirtaş’tan geldi. İçinde yer aldıkları senaryonun kitlesel ayaklanmayla bozulmasından korktu. Şu sözlere bakın: Sırrı Bey de ağaç için oradaydı ama sonradan olay öyle bir boyuta vardı ki Sırrı bey bu konuda dikkatli davrandı. O da darbecilere hizmet etme girişiminde bulunmadı sadece duyarlılık için oradaydı.” Çok manidar sözler. Olay laiklik ve Kemalizm boyutu kazanınca Sırrı beyin ağaç duyarlılığı yerini “darbe” korkusuna bırakıyor. O sırada gizli müzakerelerle anlaştıkları hükümetin laisizm talep eden bir halk hareketiyle devrilmesinden korktular. Güneydoğu’da tek bir gösteri olmadı. O bölgeden getirilen tomalar Ankara sokaklarında dolaşıyordu.

Bu türden hareketlerde, eylem sürerken kitlenin ana meydanlardan ve geniş bulvarlardan dağılmaması, semt çatışmaları ya da romantik ve faydasız park toplantılarıyla kademeler halinde gücünü kaybetmemesi önemlidir. Bu noktada önderlik sorunu ortaya çıkıyor. Önderliğin kitle hareketinin gücünü belirli hedeflere yöneltmesi gerekir. Hükümette panik, poliste yorgunluk belirtileri vardı; birkaç noktada tertiplenen jandarma müdahalede isteksizdi. Sokakta, olay sırasında örgütlenmek, Gezi Parkı Komitesi’nin dışında merkezi bir yapı oluşturmak gerekiyordu. “Bu nasıl olur?” demeyin. Ya böyle olur, ki tarihsel olarak netice alan her kitle hareketinde hep böyle olmuştur ya da hiçbir şey olmaz.

Haziran Ayaklanması hükümet tarafından itinayla dağıtıldı. Potansiyeli kanalize edecek alternatif hareketler oluşturuldu. Sosyalist hareketin bir bölümü Haziran Ayaklanması’nın niteliği üzerine yapılan tartışmalardan sağ çıkamayıp bölündü. HDP, kuruluş dönemindeki ÖDP’nin sloganları ve söylemiyle ortaya çıktı. Birleşik Haziran Hareketi denilen oluşum özünde laik ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diyen bayraklı kitleleri belirsiz bir sol fikirler bulamacına doğru dağıtmaya çalışırken kendisi dağıldı.

Haziran Ayaklanmasının aynı boyutta ve biçimde tekrarlanması mümkün değil. Ancak bu hareketin netice alabilecek yegâne muhalefet tarzı olarak bir model oluşturduğunu belirtmek gerekir. Bu hareketin, yanı sıra 2007’de yapılan Cumhuriyet mitinglerinin, TGB’nin yaptığı yürüyüşlerin, Silivri duvarlarını yıkan gösterilerin, mevcut siyasi partiler rejiminin ve “demokrasi” sanılan sandık sisteminin ötesini işaret eden bir özelliği var. Birilerinin (araştırmacılar, sosyologlar vs) sokaklarda toplanan milyonlarca insanın iradelerini neden seçimlerde sistem dışı partilere yöneltmediğini araştırmaları gerekir. Önemli olan sistemin devrimci muhalefet hareketlerini önleme potansiyelini aşabilmektir. Bu da ancak büyük kitleleri toplayıp onlara önderlik etmekle mümkündür. Aksi halde yüz binlerce insanın katıldığı gösterilere rağmen sandıkta hezimete uğramaya, “Haziran yaşıyor!” gibi sözlerle kendimizi avutmaya devam ederiz. İçinde yaşamıyorsanız hiçbir şeyi yaşatamazsınız.


Yavuz ALOGAN
Aydınlık/04.06.2016