7 Haziran 2016 Salı

Restorasyon Talebi




CHP’ye bir şey oldu. 19 Mayıs günü Kılıçdaroğlu Anıtkabir’in önünde “Hepimiz Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye bağırdı. O ortamda, “Dersimli Kemal’im ben!” diye bağırması elbette tuhaf kaçardı, fakat bu kadarını herhalde kimse beklemiyordu. Daha önceleri partinin gençlik kolları “Mustafa Kemal’in yurttaşlarıyız” sloganını benimsemiş, Kılıçdaroğlu bunu onaylamış, sloganı icat eden CHP PM üyesi “Postalları 1923’te çıkardık” gibi derin laflar etmişti.

Partinin meclis grubunda heyecanlı bir hava seziliyor. “Avrupa yerel yönetimler özerklik şartını getireceğiz!” diye bağırmıyorlar mesela. Onun yerine, “Türkiye laiktir laik kalacak!” diye slogan atarak Meclis Başkanı’nı protesto edip genel kurulu terk ediyorlar.

Böyle ani dönüşler siyasi partilerde huzursuzluk yaratır. Yönetime kürtçüler, şeriatçılar, zararsız kemalistler, neo-liberal Kemal Derviş takımı gibi her unsurdan birer tutam katınca toplumun bütün kesimlerinden oy alabileceği gibi tuhaf bir görüşü benimseyen Y-CHP, dokunulmazlıkların kaldırılması meselesinin referandum konusu olmamasını sağlayarak HDP’yi alenen savunma konumundan kendisini kurtardı. Fakat bundan sonra AKP’den, HDP’den ve kendi tabanındaki “Kimsenin askeri olmayın” demeye başlayan unsurlardan gelen üçlü baskıya maruz kalacak ve parti içindeki her fraksiyon kendi bayrağının altında saf tutacak. Bu yeni durumu CHP’nin yutsever tabanı açısından taşları yerinden oynatan olumlu bir gelişme olarak değerlendirmek mümkün.

Bu gelişmeden önce, TÜSİAD’ın söylemindeki vurgular dikkati çekti. Ülkemizin esas burjuvazisinin zenginler kulübü, geçmişte gazetelere çarşaf çarşaf ilan vererek hükümet devirecek kadar atak davranırdı. Fakat bu kez, zarif başkanının ağzından nezaketle hükümeti eleştirdi. Burjuvazi kârları tehlikeye girdiği zaman hırçınlaşır. Şimdilik hırçınlığa gerek yok. Kârlar yüksek, sendikalar etkisiz, siyasallaşma eğilimi gösteren bir sınıf hareketi yok; işçi düşmanı yasalar birer birer çıkıyor.

Fakat TÜSİAD’da emperyalist kapitalist “küresel” sistemle sürtüşme kaygıları ağır basıyor. Başkan, Türkiye’yi şöyle tanımlıyor: “Türkiye laik, demokratik, piyasa ekonomisini uygulayabilen, Müslüman çoğunluklu nüfusa sahip bir NATO üyesi ve AB üyelik adayıdır.” Ardından laiklik vurgusu geliyor; onu, “yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, mülkiyet hakkına saygı, temel özgürlüklerin korunması” gibi talepler izliyor. Arada, insanı güldüren, annelerin yaramaz çocuklarına “Sen ne uslu çocuksun” diyerek pedagojik yaklaşımlarını andıran cümleler de var. Mesela şu cümle: “Cumhurbaşkanından başlayarak tüm sorumluların laiklik ilkesine sahip çıkması güvencemizdir.” Bak sen şu işe!

Özetle, esas burjuvazi, şeriatçı diktatörlük ihtimalinden kaygılanıyor ve restorasyon istiyor. Ancak burada bir güvenceye, denetleyici bir güce ihtiyaç var. “Bağımsız yargı” bir güvence olamaz; zaten talepler arasında yer alıyor. Daha önce olsa, belki “sivil toplum”dan söz ederlerdi. Fakat öyle bir şey de yok. AKP siyasetleri ülkeyi üçe böldü: Öfkeli Haziran kitleleri, alttan alta faaliyet gösteren tarikatların yasadışı koalisyonu (% 8 IŞİD sempatizanı) ve özerklik isteyen etnik bölücülük.

Bu noktada The Wall Street Journal’daki “Türk Askeriyesinin Nüfuzu Yeniden Yükseliyor” başlıklı yazı önem kazanıyor (WSJ, 15.05.16). Yazıda, TSK’nin yeniden merkezi aktör haline geldiği; geçmişte askerleri potansiyel hasım olarak gören Mr. Erdogan’ın kendi muhaliflerini, bu arada “özenle seçilmiş” Davutoğlu’nu “kenara ittiği,” böylece “küresel nüfuzunu genişletme girişimlerinin biçimlenmesinde” generallerin daha büyük bir rol oynamalarına imkân verdiği söyleniyor. Yeni bir subay kuşağının inşa halinde olduğu, bu kuşağın “İslami Devlet”e karşı Türkiye’yle yakın işbirliği içinde olan ABD ve NATO’yla güçlü bağlarının olduğu belirtiliyor; bu işbirliğinde Mr. Erdogan’a neden gerek duyulduğu belirtilmiyor. Yazar, Erdoğan her ne kadar “kutuplaştırıcı bir figür” olsa da darbeye gerek olmadığını ima ediyor. Özetle, merak etmeyin TSK bizim yanımızda, diyor. Elbette, laiklikten söz etmiyor. Laiklikten Y-CHP ve TÜSİAD söz ediyor. Bütün bunlardan, AKP’yi yöneten kliğin etki alanı azaldıkça ordunun nüfuz ve etkinliğinde artış istendiği ve TSK’nin “küresel güçler” tarafından bir “garantör” olma yönünde teşvik edildiği sonucunu çıkarıyoruz.

Elbette gâvurun görüşlerine göre çözümleme yapamayız. Ancak onlar bizim gibi her akıllarına geleni yazmazlar. Toplamda; laisizmi, TÜSİAD Başkanı’nın sözleriyle sekülarizmi (“Cumhuriyet Devrimi toplumumuza bir sekülerleşme perspektifi vermiştir”), hukukun üstünlüğünü, kuvvetler ayrımı ve dengesini tesis edecek, CHP yönetiminin slogan atarak desteklediği bir restorasyon talebi yükseliyor. AKP’yi yöneten kliğin bu talebi karşılaması mümkün mü? 

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/24.05.2016