3 Haziran 2016 Cuma

Ermenistan'ın İlk Başbakanı KAÇAZNUNİ:"Türklere Biz Savaş Açtık"



Hovhannes Kaçaznuni (1868, Ahıska – 1938, Erivan), Ermeni siyasetçi ve Ermenistan'ın ilk başbakanı.

1868'de Ahıska'da doğmuştur. İlk öğrenimini doğduğu kentte, orta öğrenimi Tiflis'te tamamladıktan sonra 1887'de Petersburg'daki Mimarlık Enstitüsünden 1893'te birincilikle mezun olmuştur. Mimarlık okurken Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun) Partisine katılmış ve zamanla partinin en önemli üyelerinden biri olmuştur. Mezuniyeti sonrasında 1893-1895 ve 1899-1906 atasında Bakü, 1895-1897 arasında Batum ve 1897-1899 arasında Tiflis'te mimar olarak çalışmıştır.

1911'de Rusya'da görülen Taşnak davasında tanık olarak çağrılmışsa da deşifre olmamak için Kafkasya'yı terketmiş ve 1914'e kadar önce İstanbul, sonra da Van'da yaşadıktan sonra Kafkasya'ya dönmüştür.

1917 yılında Rusya Meclisine Bakü delegesi seçilmiş, 1918 yılında Transkafkasya Parlamentosu'nda Taşnak temsilcisi olarak görev almıştır. Transkafkasya hükümeti ile Türkiye arasında Trabzon ve Batum'da yapılan barış görüşmelerine delege olarak katılmıştır. Transkafkasya Cumhuriyeti'nin dağılmasından sonra 1918 yılı Mayıs ayında kurulan Ermenistan Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı olmuştur. Kaçaznuni başbakan olarak 1919 yılının Ağustos ayına kadar görevini sürdürmüştür. Kaçaznuni 1920'de Ermenistan Meclisi başkanı seçilse de görevi Sovyetlerin Ermenistan'ı işgali yüzünden 1 ay sürmüştür.


Ermenistan'da 1920'de Bolşevik yönetiminin kurulmasından sonra tutuklanmış ve 1921'de serbest bırakılmasının ardından ülkesini terketmiştir. 1921-1924 arasında Bükreş'te yaşadıktan sonra 1925'te ülkesine dönmüştür. Hem Leninakan kentinde mimar olarak çalışmış, hem de Erivan Devlet Üniversitesi'nde inşaat ve mimarlık dersleri vermiştir. 1930'da o dönem üniversiteye bağlı İnşaat Enstitüsü'ne geçmiş ve İnşaat Mühendisliği dalında profesör olmuştur. 1937'de Büyük Temizlik kapsamında tutuklanmış ve 1938'de hapiste ölmüştür.

Ovanes Kaçaznuni’nin 1927 yılında SSCB (Tiflis)’te yayımlanan Taşnaksutyun’un Artık Yapacağı Bir Şey Yok” adlı kitabı, aslında, 1923 yılı Nisan ayında Taşnaksutyun Partisi’nin Bükreş’te yapılan Yurtdışı Konferansı’na sunulmuş rapordur. Ovanes Kaçaznuni, denebilir ki, Taşnak hareketinin en önemli lideridir. “Ermeni soykırımı” diye nitelenen 1915- 1923 döneminde Taşnak hareketinde sorumlu konumlarda bulunmuştur. Söz konusu rapor, işte o dönemin özetidir.

Kaçaznuni, bu konferansın raporunda, geçmiş dönemin özeleştirisini yapar. Bu özeleştiri aslında bir itirafnamedir. Kaçaznuni, çekilen acılardan Taşnaksutyun Partisi’nin sorumlu olduğunu dürüstçe ve açık yüreklilikle saptar. Raporun sonunda Taşnaksutyun’un kendisini feshetmesi ve siyasi arenadan çekilmesi gerektiğini savunur. Son cümleleri çarpıcıdır, “Evet intiharı öneriyorum, Parti kendisini feshetmelidir” der.

Kaçaznuni, hemen o yıl raporunu kitap olarak yayımlatır. Koyduğu başlık, yine intihar önerisini vurgulamaktadır: “Taşnaksutyun’un Artık Yapacağı Bir Şey Yok”. Ermenice basılan kitap, dört yıl sonra, 1927 yılında Rusça’ya çevrilerek Tiflis’te “ibreti alem” olması amacıyla 2 bin adet basılır. Kitabın İngilizce basımı ise, 1955 yılında, “The Armenian Revolutionary Federation Has Nothing To Do Any More” başlığıyla “Armenian Information Service” (Ermeni İstihbarat Servisi) tarafından New York’ta yayımlanıyor.

İlk Ermeni başbakanının bu tarihi raporu Ermenistan’da yasaklanmıştır. Yayınların Avrupa’daki kütüphanelerden Taşnaklar tarafından toplatıldığı da biliniyor. Kitabın çeşitli dillerden yayımlanan basımları, Avrupa kütüphanelerinden toplatılmıştır. Kitabın katologlarda adı var, ancak raflarda bulunmuyor.

Kaçaznuni’nin kitabının Rusça basımını, Ermeni Meselesi üzerine çalışmalarım sırasında, Moskova’daki Lenin Kütüphanesi’nde buldum.
….
Ülkemizde Kaçaznuni’nin raporunun bugüne kadar değerlendirilmemiş olması bir bakıma şaşırtıcıdır; bir bakıma da olağan sayılabilir. Çünkü Türkiye hükümetleri ve Türk araştırmacıları, tezlerini emperyalizme karşı mücadele zeminine, Kurtuluş Savaşı’nın haklılığı gibi sağlam bir temele oturtmamışlardır. Çünkü bu raporun önemi, gerek bilim ve araştırma çevrelerinde, gerekse Dışişleri Bakanlığı tarafından anlaşılmamış ve değerlendirilmemiştir. Kaçaznuni Raporu’nun Türkçe çevirisi yayımlanmamış, adeta saklanmıştır. Kuşkusuz bunda, Türkiye makamlarının ve araştırmacılarının, Rus ve Ermeni arşivlerinden uzak durma eğilimleri, Rus kaynaklarını değerlendirmeyi Bolşevikliğe bulaşmak olarak algılamaları, birinci derecede etkili olmuştur. Resmi Türk tezlerini Batılı emperyalistlere beğendirme kaygısının belirleyici olduğu buradan da anlaşılmaktadır. Mesele buradadır.
….
Taşnak Hükümeti’nin ilk başbakanı, özellikle şu saptamalarda bulunuyor:

·         Dünya Savaşı öncesinde gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hataydı.
·         Kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlanmışlardı.
·         Türklerden yana olan güç dengesini hesaba katmamışlardı.
·         Tehcir kararı amacına uygundu.
·         Türkiye, savunma içgüdüsüyle hareket etmişti.
·         1918  sonlarındaki İngiliz işgali, Taşnakların umutlarını yeniden kabartmıştı.
·         Ermenistan’da Taşnak diktatörlüğü kurmuşlardı.
·         Denizden denize Ermenistan projesi gibi emperyalist bir talebe kapılmışlar, bu yönde kışkırtılmışlardı.
·         Müslüman nüfusu katletmişlerdi.
·         Ermeni terör eylemleri Batı kamuoyunu kazanmaya yönelikti.
·         Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıydı.
·         Taşnak Partisi’nin artık yapacağı bir şey yoktu; intihar etmeliydi.

Kaçaznuni’nin bu saptamaları bazılarını şaşırtmaktadır. Oysa yenilgi sonrasında Ermeni devlet adamları ve tarihçilerinin birçoğu aynı değerlendirmeleri yapmaktadır. 1921 sonrası, Ermeni aydınları için yoğun bir özeleştiri dönemidir. Ayaklar suya ermiştir. Gerçeklere ulaşılmasında kuşkusuz Ermenistan’da kurulan Bolşevik yönetiminin de önemli etkisi var. Emperyalizme karşı konumlanmak, Ermeni aydınlarını ister istemez gerçeklerle buluşturmakta ve Lenin- Atatürk ittifakının mevzilerine çekmektedir. Bu nedenle özellikle 1921 sonrasına ait Ermeni ve Taşnak belgeleri, Kaçaznuni’nin görüşlerini doğrulamaktadır. Bir kısmı Ermenistan devlet arşivlerinde bulunan Taşnak belgeleri, soykırım yalanını aynı Kaçaznuni gibi çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bizzat Taşnak kaynakları, Çarlık Rusyası ve Batı emperyalizmi tarafından Türkiye’ye karşı nasıl kullanıldıklarını, işgal sırasındaki Ermeni mezalimini ve Türk ordusunun buna karşı verdiği haklı savaşı zengin belgelerle ortaya koymaktadırlar.
…..
Mehmet PERİNÇEK


Kitaptan bir bölüm:

YOLDAŞLAR!

   Bu meseleler, benim gayet uzun ve gayet üzücü düşüncelerimin ana konusunu oluşturmuştur. Sizin de bu konuları düşünmüş olduğunuzdan kuşku duymuyorum. Yalnız, sizin de aynı sonuca varıp varmadığınızı bilmiyorum. Korkarım ki, böyle değildir. Daha fazlasını söyleyeyim: Korkarım ki, benim son kanaatim- ki bunu telaffuz etmek gayet zordur ve ben sadece vicdanımın sesini dinleyerek bunu söyleyeceğim- konferans katılımcılarının toptan tepkisini, belki de öfkesini çekecektir.

   Ben buna hazırlıklıyım.

  Yalnız şuna inanmanızı rica ederim: Benim açımdan bu sözleri yazmak ve imzalamak, bunları benden duyarken hissettiklerinize kıyasla çok daha zor olmuştur. Söyleyeceğim söz, laubaliliğin ya da yeterince düşünülmemiş kanaatlerin bir sonucu değildir. Köklü kanaatlerin ve net bir bilincin sonucudur, zira ben düşünmek ve anlamak, muhakeme etmek, değerlendirmek ve duruş belirleyebilmek yeteneğine sahibim.

   Bu yüzden, azıcık sabır göstermenizi ve konulara önyargısız yaklaşmaya çalışmanızı rica ediyorum. Biliyorum, parti kaygılarıyla yaşayan ve parti kıstasları çerçevesinde düşünen kişilerin bunu yapabilmesi kolay değildir.

   Bu yüzden bu konuyu yersiz buluyorsanız, sizlerden özür diliyorum. Başka koşullarda bu sözler gereksiz ve yersiz görünebilirdi. Fakat benim sunacağım tebliğin farklı içeriği, sizlerin geniş bakış açınıza ve bilinçlerinize hitap etmemi zorunlu kılıyor ve bana hak veriyor. Konuya geçiyorum.

 Varacağım sonuçların esaslı biçimde gerekçelendirilmesi amacıyla, büyük savaştan başlayarak Lozan Konferansı’na kadar geçen dönemde Ermeni meselesinin bazı aşamalarını ve Taşnaksutyun Partisi’nin rolünü belleklerimizde tekrar canlandırmak isterim.

   1914 yılı sonrasında Ermeni meselesi hangi aşamalardan geçti, olaylar nasıl gelişti, nasıl oluştu, birbirini nasıl izledi ve nereye getirdi, bu arada partimiz ne yaptı ve ileride ne yapması gerekir ?

  Bu konulara yoğunlaşarak, yakın geçmişi hatırladığımda, önemli hususları ikincil ve tesadüfi olanlardan ayırdığımda ve olayları kronolojik düzen içinde sıraladığımda şu manzarayı görebiliyorum:

1. 1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmamış, fakat savaş hazırlıkları içindeyken, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı. Sadece birkaç hafta önce Erzurum’da yapılan kongrede gönüllü birlikler konusunda alınan olumsuz karara rağmen, Ermeni Devrimci Taşnaksutyun Partisi (EDDP) hem bu birliklerin oluşturulmasına hem de bunların Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri askeri operasyonlara aktif biçimde katıldı. EDDP’nin Güney Kafkasya birimleri ve partinin bazı önde gelenleri, gayet ciddi sonuçları da beraberinde getirecek olan böylesine zor ve sorumluluk gerektiren bir konuda partinin üst karar organı olan kongrenin iradesine karşı geldiler.

   Neden?

   Çünkü kendileri de kitle sendromuna yakalanmış olup, akıntıya kapılmışlardır.

 Bu vesileyle, daha önceki dönemde de Taşnaksutyun’un Güney Kafkasya’da kendisi dışında oluşan bazı hareketlerin kurucusu ve müteşebbisi değil, sadece katılımcısı olduğunu hatırlıyorum ve sizlere de hatırlatmak istiyorum. 1903 (kilise malvarlıklarına el konulması dolayısıyla yapılan protesto ve gösteriler) ve 1905- 1906 yıllarında (Ermenilerle Müslümanlar arasındaki kanlı çatışmalar) durum böyle olmuştur. Keza ilk geniş çaplı işçi hareketleri (1903- 1906) sırasında da böyle oldu ve Taşnaksutyun Bakü’de, Tiflis’te, Batum’da diğer sosyalist partilerin politikaları ve taktikleri doğrultusunda yönlendirildi.

   İleride göreceğiniz gibi, bu özgün çizgi bizim sonraki dönem faaliyetlerimizde de kendini belli etmiştir.

   “Gönüllü birliklerin kurulması gerekir miydi” sorusu günümüzde elbette anlamsızdır. Tarihsel olayların kendine özgü çelik bir mantığı vardır. 1914 sonbaharında Ermeni gönüllü birlikleri kuruldu ve Türklere karşı faaliyete geçti. Bu gelişme, Ermeni halkının hemen hemen çeyrek yüzyıl boyunca beslenmiş olduğu psikolojik ortamın doğal ve kaçınılmaz bir sonucuydu. Bu psikoloji kendine bir biçim bulmalıydı ve onu buldu.

   Ve bu hareketi durdurmak (bunu istese bile) Taşnaksutyun’un görevi değildi. O sadece mevcut eğilimi kullanabilir, birikmiş istek ve umutları yönlendirerek dışa vurulmasını sağlayabilir, keza hazır bir gücü örgütleyebilirdi. İmkanları ve otoritesi bu kadarına yetecek durumdaydı. Harekete karşı gelmek ve kendi çizgisini sürdürebilmek konusunda ise partimiz güçsüzdü; çünkü partinin kendisi, güdüleri güçlü fakat bilinci zayıf olan bir kitle durumundaydı.

   Günümüzde kimin suçlu olduğunu sormak da anlamsızdır (eğer sorumluluk konusu gündeme gelebilirse). Piskopos Mesrop, A.Hatisov, doktor Zavriev, S.Arutyunov, Dro ve Andranik olmasaydı, başkaları bulunacak ve aynı şeyleri yapacaktı. Gönüllü birliklerin kurulması bir yanlışsa; bu yanlış, kökleri uzak geçmişte aranacak bir siyasal çizginin doğal devamı ve sonucudur. Şimdili şunu tespit etmek gerekir ki, biz bu gönüllü hareketine aktif biçimde katıldık ve bu katılım parti kongresinin kararına rağmen gerçekleşti.

2. 1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Taşnaksutyun da dahil olmak üzere, Rusya Ermenileri açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi.

   Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık.

   Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin (Güney Kafkasya Ermenistanı ile Türkiye’nin Ermeni eyaletlerinden oluşan) Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğine emindik.

   Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.

  Güya sarayda naip tarafından sarf edilmiş olan birtakım gizemli laflar dilden dile dolaşıyordu. Sürekli birtakım mektuplara (Vorontsov- Daşkov’un Katolikos’a yazmış olduğu mektup) atıf yapılıyor ve tarafımızca bu mektuplar, ileride taleplerimizi öne sürebileceğimiz ve haklarımızı savunabileceğimiz bir zemin olarak sunuluyordu. Oysa ustalıkla düzenlenmiş olan bu mektuplar, istek üzerine her türlü anlamın yakıştırabileceği gayet genel ve belirsiz öneriler dışında bir şey içermiyorlardı.

   Ermeni halkının gücü, onun siyasal ve askeri önemi, keza Ruslara verdiği destek fazla abartıldı. Bizim gayet mütevazi imkanlarımıza fazla değer vererek, sonuçta kendi umut ve beklentilerimiz de abarttık.

3. 1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu göçe (tehcir) tabi tutuldu, kitlesel sürgünler ve baskınlar gerçekleştirildi. Bütün bunlar Ermeni meselesine ölümcül bir darbe vurdu.

  Tarihsel Ermenistan’ın, bize devreden gelenekler ve Avrupa diplomasisinin vaatleri doğrultusunda, bağımsızlığımızın temelini oluşturması gereken bölgeleri boşaltıldı; Ermeni vilayetleri Ermenisiz kaldı.

   Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır; sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en keskin ve en uygun bir yöntemdi.

  Ve bugün, bizim milislerin savaşa katılmalarının Türkiye Ermenilerinin kaderini ne derecede etkilediği sorusunu sormak da abestir. Sınırın bu tarafında bizim farklı bir çizgi izlemiş olmamız durumunda, acımasız baskıların olmayacağını kimse söyleyemez. Türklere karşı düşmanlığımızın teraziye konulmaması durumunda söz konusu baskıların da aynı nitelikte olacağını kimse söyleyemez.

   Bu konuda değişik görüşler olabilir.

   Gerçek, gerçek olarak kalmaktadır ve burası çok önemli ki, Türk egemenliğine karşı onlarca yıl önce başlatılmış olan mücadele, Türkiye Ermenilerinin sürülmesi ve yok edilmesiyle, dolayısıyla Türkiye Ermenistanı’nın boşaltılmasıyla sonuçlanmıştır.

   Korkunç gerçek böyleydi.

   Bırak, bundan sonra uygar dünya Türklerin ifade edilmesi zor kötülükleri karşısında sarsılsın. Parlamentolarda ve sivil toplantılarda devlet adamları katil Türkleri tehdit etsin. “Sarı”, “mavi” ve diğer renklerde kitaplar yayımlansın. Her türlü dinin mabetlerinde rahipler zalim Türklerin cezalarını bulmalarını dilesin. Dünya basını korkunç tasvirler ve tanıkların anlatılarını yayımlasın. Bütün bunların ne anlamı var ? Gereken yapılmıştır ve Arabistan çöllerine saçılmış cesetleri sözcüklerle diriltmek, yıkılan evleri ve boşaltılan ülkeyi sözcüklerle kurtarmak imkansızdır.

Ovanes Kaçaznuni
TAŞNAK PARTİSİ’NİN YAPACAĞI BİR ŞEY YOK
Çeviri: Arif ACALOĞLU
(Sayfa 31-35)