RÖVEŞATA
MİNE G. KIRIKKANAT
Alaturka Mucizeler
İslam uygarlığının genelinde Yahudi-Hıristiyan, özelinde Batı uygarlığına göre örneğin temizlikte geri kalmışlığını vurgulayan biri; muhatabı ister Türk olsun, ister Araplaşmış Türk, eninde sonunda şöyle bir savunmayla karşılaşır:
“Onlar hamamı da helayı da bizden öğrendiler! Bizim hamamlara öykünüp alaturka helayı benimsemeden önce oturaklarını pencereden dışarı döker, yıkanmak yerine de parfüm sıkarlardı!”
Doğrudur.
Batı uygarlığı, temizliği Osmanlı’dan öğrenmiştir. Ancak İslamiyetin temizlikteki tarihsel önderliğini savunanların karşılık veremeyeceği çünkü ya bilmediği, ya da bilmezden geldiği iki gerçek vardır:
Bir, İslami toplumlar da temizliği üzerinde yaşadıkları coğrafyanın eski fatihleri Romalılardan öğrenmiş, hamamları Roma hamamlarının devamı, alaturka hela da antik kentlerde hâlâ görülebilir “latrine”lerin gelişmişidir.
İki, tarihte kim kime öğretmiş olursa olsun, bugün temizlik kültüründe boynuzun kulağı çoktan geçtiği, hangi toplumların yaşadığı mahalleden yediği gıdaya, temizliğe daha çok önem verdiği ve hatta insanların yıkanma sıklığından bellidir!
***
İslamiyetin çağda geri kalmışlığını tarihte ileri gitmişliğiyle savunanlar, “Bir zamanlar kartaldık, yine uçabiliriz...” umudunu içeren kanıtları kimi kez “Araplar sıfırı bulmasaydı, matematik olmazdı,” klişesine yaslar, çoğu kez de Endülüs Emevi uygarlığını örnek alırlar.
Bütün bunlar ve hatta, İslamiyetin Bağdat ve Şam ekseninde 8. yüzyılda başlayıp 12. yüzyıl ortasında “Birinci Fitne” ile biten bir “Altın Çağ” yaşadığı doğrudur.
Ne var ki 8. yüzyıl, Bizans diye anılan Doğu Roma İmparatorluğu’nun Ortodoksluk’ta bağnazlık virajını alıp Yunan felsefe okullarının özgür düşünce geleneğini sürdüren bilginleri, din dogmalarıyla çatıştıkları için linç etmediği zaman kapıya koyduğu dönemdir... Bu bilginlerden pek çoğu, kendilerini kovan dinin karşıtına, başta Arap yarımadası Akdeniz’deki İslam topraklarına sığınmışlardır. Başka bir deyişle İslamiyetin Altın Çağı’nda, hemen tüm Avrupa Orta Çağ’ın dinci karanlığına gömülürken Arap meslektaşlarına antik Yunan geleneğinin birikimini sunan düşünür ve bilimcilerin büyük katkısı vardır.
Endülüs Emevi Devleti’nin de aynı yüzyılda kurulup parlamaya başlaması, raslantı olmasa gerek... Birinci Abdurrahman’ın emriyle 785 yılında yapımına başlanıp 987 yılında biten Kordoba Camii’nde Bizanslı kalfaların, taş yontucuların ve sanatçıların çalıştığını, mozaiklerin Anadolu’dan getirildiğini, zaten Konstantinopolis’ten gelen mozaik ustaları tarafından döşendiğini bilir miydiniz?
Ya Endülüs’ün en büyük Arap düşünür, matematikçi ve tıp bilgini İbn-i Rüşd’ün (Averroes) İslami dogmalara karşı Aristo felsefesini savunduğunu, Aristo’nun eserlerini Arapçaya çevirdiğini ve bu çevirilere “şerhler” yazdığını?
***
Demem o ki İslami uygarlıkta zirve yapan Endülüs Emevileri, bu zirveye biraz da -hatta epeyce- başta Yahudi bilginleri, eski Yunan’dan Bizans’a değişik kültürlerden aydınlara yer açıp “düşünce özgürlüğü” sağladıkları için varabilmişlerdir. Sonlarını da İspanyollara karşı Mağrıp’tan yardıma çağırdıkları fanatik İslamcılar getirmiştir. İbn-i Rüşd, ulemanın “kâfir” ilanıyla Endülüs’ten kaçmak zorunda kalmış, İspanyollardan önce bağnaz Berberiler yakmıştır Abdurrahman sarayını, kitaplıkları, Berberiler öldürmüştür 4000 Yahudiyi, serbest dolaşan Müslüman kadınları ve şarap içen erkekleri...
Hıristiyanlıktan zaten 600 yıl sonra kuramsallaşan İslamiyet, o gün bugündür Orta Çağı’nı sürüyor.
***
Biz Türkler, dogmaları bilimin önüne geçiren ve bitmek bilmeyen bu çağın tam ortasında, “alla turca” mucizeler yarattık. Çürümüş imparatorluktan bir devlet, tutsak ümmetten özgür bir millet, kukla hilafetten laik bir Cumhuriyet yaratmayı başardık.
Ama bağnazlık, bir kez daha geri geldi. Din yine özgür düşüncenin önünü tıkıyor. Yine İslamiyetin bitmek bilmeyen Orta Çağı’na dönüyoruz. Üstelik, mucizenin sonunu getiren ayrımcı ve yasakçı kafa, Endülüs’teki İslam uygarlığını öve öve, Endülüs’ü bitiren kafa! Yüzyıllardır hiç değişmedi...
Hiç yorum yok :
Yeni yorumlara izin verilmiyor.