31 Ekim 2010 Pazar

TUNCAY ÖZKAN ve MUSTAFA BALBAY SÖYLEŞİSİ:"ERGENEKON ÜZERİNE.." 2

Cumhuriyet 31.10.2010

Suikast timinde yer aldığı iddia edilenlerin tümü sorgusuz serbest bırakıldı
Mahkeme de inanmadı
Suikast yok; “yapacaklardı” diye terörle mücadele eden gencecik teğmenler, polisler, bir de senle ben tutukluyuz... Bu ne yaman çelişki...
Suikast yok, cinayet yok, geriye kaldı darbe... O nerede? Pilavdan plan, hayalden de darbe üretmişler... Sen hiç darbe planı diye lazer ışık gösterisi, internet reklam çalışması gördün mü?
2005’te Prof. Yücel Aşkın tutuklandığında Prof. Bernay ve Prof. Hilmioğlu’nun da “sırada” olduğu iddiaları vardı. O gün olmadı, görev süreleri doldu, Ergenekon oldular...




Ö: Ne garip bir davanın içindeyiz. Son dönemde JİTEM’i ben kurdum, ben kapattım diyen, davanın sanıklarından Arif Doğan tutuksuz, ev eşyalarını koyduğu deponun sahibi emlakçı tutuklu... Kuvvet komutanları davada yok, dönemin emekli subayları tutuklu... Suikast yok, yapacaklardı diye terörle mücadele eden gencecik teğmenler, polisler, bir de senle ben tutukluyuz... Bu ne yaman çelişki...

B: Sen davanın değişik renklerini oluşturan bir yelpaze ortaya koydun, buradan devam edelim, iddianamenin dayanaklarının bir yılda ne hale geldiğine bakalım.

Ö: Silahlı kanattan başlayalım... Ali Balkız, Kazım Genç, Mutafyan suikastları ve 5-1 ve teftiş planı listesinde adı geçen suikast iddiası...

B: Öyle bir plan ki 22 kişi bir telefon mesajıyla Siirt’ten, Hakkâri’den, Diyarbakır’dan, Adapazarı’ndan Türkiye’nin her yerinden 24 saat içinde Ankara’ya gelecek, Ali Balkız’ın oturduğu sokakta suikast için sıralanacak...

Ö: Suikastı yapacakların kodlarını açıklayalım: aaa, bbb, ccc, bu “ı”ya kadar gidiyor. Niye tek a değil, niye bir iki kişi suikast yapmıyor da 22 kişi yapıyor? Belli değil... Bunlar birbirlerini gördüler mi ellerini ceplerine sokuyor, sigara yakıyor, şapkasını çıkartıyor... Haberleşiyorlar.

B: Okuyucu bunları mizahi bir oyunun metni sanabilir, iddianamede aynen böyle geçiyor...

Ö: Evet, aslında trajikomik. Ancak, bir ayrıntı var ki inanılmaz. Suikast yapılacak kişi bir yıl önce plan yapılan evden taşınmış. Asrın örgütünün bundan haberi yok... İlginç bir ayrıntı daha verelim. Suikastçılar, yani 5-1 listesinde adı suikastçı olarak geçtiği ileri sürülen bir teğmen var, terörle mücadelede iken birliğinden gözaltına alınıp getirilmiş. Yargıç sormuş, “Senin 5-1 listesindeki ‘hhh’ olduğunu düşünüyorlar, ne diyorsun?” Teğmen, “Benim adım Emre Baltacı, adımda h yok” demiş. Telefon tapen var, demişler; o da yok demiş. Yargıç, “gerçekten yok” demiş. Teğmen mahkemede dedi ki, “Yargıç bana, özür dileyerek seni tutukluyorum, dedi ve tutuklandım...”

Bu teğmen terör örgütüne üyelik ve 5-1 listesinde adı var diye 16 ay tutuklu kaldı. Savunmasını yapmadan, kendisine bu listede var mısın diye sorulmadan tahliye edildi.

B: Ki o teğmen tutuklanmadan önce İstanbul’daki Formula-1 yarışlarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü korumuş, Gül’le fotoğrafları Alman dergilerinde yayımlanmış.

Keşke orada ölseydim

Ö: Benim içimi en çok acıtan iki şey var; o gencecik teğmenler, astsubaylar, X-Ray güvenlik cihazından geçerken aletlerin cayır cayır ötmesi... Çünkü hepsinin vücudunda ya kurşun ya şarapnel parçası var... El bombası atılmış mağaranın önünde, Astsubay İrfan Bolayır, arkadaşlarını kurtarmak için el bombasının üstüne yatmış. Vücudunda 6 tane şarapnel parçası kalmış... Zorla çatışma bölgesinden uzaklaştırmışlar. Mahkemede kalktı dedi ki, “Keşke orada ölseydim de burada bana terörist denildiğini duymasaydım.”

B: Sözünü ettiğin kişilerin tümünün sorgusuz serbest bırakılmasıyla mahkeme heyeti de inandı ki, suikast timi yok... Ordu ve emniyet de bu iddialara inanmıyor ki, serbest bırakılan personelini ertesi gün göreve başlatıyor...

Ö: Suikast yok, cinayet yok, geriye kaldı darbe... O nerede? Pilavdan plan, hayalden de darbe üretmişler... Sen hiç darbe planı diye lazer ışık gösterisi, internet reklam çalışması gördün mü?

B: Gördüm, iddianamede var. Üstelik darbe planlarını yazdı dedikleri albayı sorgusu yapılmadan, yani hiç dinlemeden serbest bıraktılar, ama 16 ay tutuklu kaldı. İşin en ilginç yanı da yasalar, darbe iddiasının yargılama konusu olabilmesi için cebir ve şiddeti zorunlu kılıyor. Nerede cebir ve şiddet diye sorduğumuzda, Danıştay ve Cumhuriyet saldırıları diyorlar. Darbe planları ne zaman? 2003-2004... Söz konusu saldırılar ne zaman? Mayıs 2006...

Ö: Bir çelişki daha var. Bana soruyorlar, Cumhuriyet mitinglerini yaptın mı? Evet yaptım... İddianame bu mitingler için darbeye zemin hazırlama diyor. Hangi darbe? 2003-2004. Mitinglerin tarihi ne? 2007-2008... Hangi darbeyi kapsıyor? İddianame diyor ki, emekli darbesi... Mahkeme salonunda darbe de darbe diye dolaşan bir Hüseyin Keskin vardı, onu da tahliye ettiler... İşsiz bir gençti.

B: Hüseyin Keskin’in öyküsünü kısaca anlatalım... İddianamede Sarıkamış’ta yakalanan Keskin, burada Kürt-Türk çatışması çıkartmak, Kandil Dağı’na Karayılan’ı öldürmeye gitmekle suçlanıyordu. Belinde tabanca ile yakalanmış.

Ö: Ama tabancanın tetiği ve iğnesi çalışmıyor. İddianameye göre tamirciye götürülürse silah olarak kullanılabilirmiş...

B: O zaman 23-24 yaşındaki Hüseyin, önce Sarıkamış’ta bir silah tamircisi bulacaktı, sonra bu işlere girişecekti. Mahkeme heyeti Hüseyin’i dinledikten sonra Sarıkamış Emniyet Müdürlüğü’ne bir yazı yazdı. Hüseyin Keskin’in Sarıkamış’ta bulunduğu dönemde herhangi bir toplumsal olay meydana gelip gelmediğini sordu. Gelmedi yanıtı alınınca 18 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi. Kısaca Hüseyin, Sarıkamış’tayken bir kız kaçırılsa, bir kavga çıksa yanmıştı... Yanmıştık!

Ö: Asrın teröristi Hüseyin, asrın davasında mahkeme heyetine seslenişiyle kazındı kafama, “Sayın başkanım, darbe de darbe, darbe de darbe, yapılacaksa yapılsın, bana ne. Ya ben anlatıyorum, anlatıyorum, anlatamıyorum. Ben Sarıkamış’a tatile gittim. Ben kötü bir şey yapacak olsam, benim sırdaşım annemdir. İşte annem orada, (annesine dönerek) anne söylesene ben böyle kötü bir şey yapar mıyım ya, başkanım benim her şeyimi annem bilir ya” diye bağırmıştı.

B: Davanın bir ayağı da Toplumsal Dönüşüm Yayınları etrafında oluşan grup. Kendi içlerinde bir ortak anlayış oluşturmuşlar, iç içe giren dostluklar oluşmuş, bunu savcılar kafalarında oluşturdukları Ergenekon şablonuna monte etmek için her şeyi yaptılar...

Ö: Öyle bir çelişki ki, o arkadaşlar Tuncay Özkan’ı sevmiyorlar, Cumhuriyet mitinglerine katılmamakla övünüyorlar, katılınmaması için çalışmışlar, Kanaltürk için Yahudi sermayesi, benim için de Yahudi yalanını uyduruyorlar. Mahkeme Başkanı bile onlardan birine en ağır hakareti etmişsin diye söyledi. Ben sorunca sizi tanımıyorum ama öyle düşünüyorum diyor. Aynı örgütün o yöneticisi ben üyesiyim. Ötesini ben söylemeyeyim...

O gün olmadı ama..

B: Bir de rektör ayağı var...

Ö: Sen birlikte de kaldın, neler yaşandı, ne oldu?

B: Evet, 17 Nisan 2009’da eski ve yeni rektörler tutuklandı. Ben Fatih Hilmioğlu ve Ferit Bernay’la kaldım. Biz ayrı bir bölümde yaşadıklarımızı aktaracağız ama, onlar da bizim gibi mesleki ve toplumsal sorumluluklarından kaynaklanan, tümü yasal faaliyetleri nedeniyle suçlanıyorlar. Aslında onlar rektörlüğü sürdürürken hedefti. 2005’te Van 100. Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın tutuklandığında Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Bernay, Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Hilmioğlu’nun da “sırada” olduğu iddiaları vardı. O gün olmadı, görev süreleri doldu, Ergenekon oldular...

Ö: Mehmet Haberal diye bir tıp adamı var. Rektörlüğü, işadamlığı, toplumsal konumu, doktorluğunun altında ezilmiş kalmış. Karaciğer, böbrek nakilleri konusunda Türkiye’de çığır açmış, dünyada öncü olmuş. Böyle bir doktoru iki yıldır hakkında bir tek delil göstermeden 3 metrekarelik bir hastane odasında tutuklu yargılıyorlar. Bütün sorgusu boyunca ‘hangi suç, hangi eylem beni kuvvetli şüphe ile burada tutuklu bırakıyor’ dedi...

B: Yani Haberal Hoca, üniversite kurmuş, yanık tedavi merkezi kurmuş, hastaneler, oteller kurmuş, on bini aşkın çalışanı olmuş, televizyon kurmuş, arada kalan zamanda da terör örgütü kurmuş.

Ö: Aynen öyle... Ama acı olan, terörle ilgili tek soru sormadan terörist diye suçlanmak. Neredeyse eceliyle ölen rahmetli Bülent Ecevit’i öldürmekle bile suçlayacaklardı. Soruyorum, senin sorgunda benim sorgumda terör faaliyeti diye ne sordular? Gazeteciliğimiz, yaşam biçimimizdi sorgulanan.

B: Zaten bu davanın özelliklerinden biri, insanları en hassas oldukları konuda suçlamak ki, psikolojik etkisi çok ağır olsun. Organ nakline hayatını adamış bir Prof. Haberal’ın bir başbakanın hayatına kastettiğinin iddia edilmesi, hatta düşünülmesi, nasıl yorumlanmalı? Bundan sonrasına da halkımız karar versin..

Ö: Sen gazetecilik için, demokrasi için, cumhuriyet ve insan hakları için hayatını ortaya koydun. Şimdi neyle suçlanıyorsun? Bunları ortadan kaldırmaya çalışmakla... Ben gazeteciliğimi, yolsuzluk, mafya, çeteleşme, terör örgütleriyle mücadeleye adadım; şimdi bunların parçası olmakla suçlanıyorum. Davada pek çok insan terörist kurşunlarıyla yaralanmış, ölümden dönmüş, ama şimdi hepimize terörist deniyor.

Böyle bir davanın ayakta kalması mümkün mü?

B: Elbette mümkün değil. Ancak görünen o ki, bu davayı başlatanlar için asıl olan davanın sonuçlanması değil, bitmemesi, bazı kişilerin tutuklu kalması... Tutuklu kalanlar üzerinden toplum üzerinde Ergenekon kılıcının sürekli sallanması... Bu iktidarın, devletin tüm katlarında istediği dönüşümü, toplumsal muhalefeti sindirerek sürdürmesi...