26 Ekim 2010 Salı

TÜRBAN YAZILARI/ Türban Hikâyesi -I

Cumhuriyet 25.10.2010

Türban Hikâyesi -I


Prof. Dr. Erendiz ATASÜ / Ankara Üniversitesi Emekli Öğr. Üyesi


Bir Dönemin Tanıklığı

Yenilgi duygusu tehlikeli bir ruh halidir, adamı sersemletir. Doğramacı YÖK’ü ile militan grupların ortaklaşa düzenledikleri bu maskeli baloyu ciddiye alıp da kız öğrencilerin rektörlük bahçesinde kurdukları “özgürlük çadırına” çiçek gönderen sosyal demokratlarımız, solun yenilgi duygusuyla malul kısmının düştüğü acınası ama vahim düşünce sefaletini kanıtlıyordu.

Son günlerde, 163. madde ve Muammer Aksoy sözcükleri çın çın çınlıyor beynimde. Gençler bilmeyebilirler; Türk Ceza Kanunu’nun üç kritik maddesi vardı; 141, 142 ve 163 numaralarıyla anılan maddeler. İlk ikisi sınıf egemenliğine dayanan devlet düzeni kurmaya yönelik siyasi etkinliklere (burada sınıftan kasıt işçi sınıfıdır, zaten burjuvazinin egemenliğinde olduğumuza göre!); 163 ise dinci tutuculuğun, bağnazlığın siyasal erk peşinde koşan türüne, yani yasada “irtica’’ sözcüğüyle tanımlanan etkinliklere ağır yaptırımlar getiriyordu.

12 Mart askeri darbesinin sivilleştiği Özal döneminde, Türkiye’ye dayatılan küresel kapitalizmin (namı diğer neoliberalizm) rahat işleyebilmesi, göreli bir özgürlük alanına ihtiyaç gösteriyordu ve anılan maddelerin kaldırılması gündeme geldi. Türk solunun her kesimi 141 ve 142’den çok çekmişti ve elbette solun tümü bu maddelerin kaldırılmasından yanaydı.

Solun birçok kesimi özgürlükçülüğün bir gereği olarak 163. maddenin kaldırılmasını da desteklemekteydi, hukuk bilgini Prof. Dr. Muammer Aksoy gibi birkaç kişi dışında. Muammer Aksoy, 141 ve 142 ile 163. maddelerin bambaşka tarihsel ve toplumsal ilişkilerin sonucu oldukları; aralarında herhangi bir denklik varsaymanın büyük yanılgılara yol açacağı görüşündeydi.

Muammer Aksoy’un katledilmesi

Atatürkçü Düşünce Derneklerinin kurucusu Muammer Aksoy, düşüncelerinin bedelini 1990 yılında faili meçhul bir cinayette katledilerek ödedi. O yıllarda, kurduğu derneğin şubelerinin bombalanması, eskilerin deyimiyle umuru adiyeden yani gündelik işlerden olmuştu. Dönemin kökten dinci terörün henüz dünyada yükselmeye başlamasından önceye rastladığının altını çizelim.

Üç madde de kaldırıldı; ülkemiz solu belli bir özgürlük kazanmıştı, ancak Sosyalist blokun yerle bir olduğu, komünist ideolojinin uzun bir süre için dünyadan silindiği bir dönemde bu özgürlük solun elinde karşılıksız çek gibi duruyordu; üstelik Terörle Mücadele Yasası adı altında, birçok yaptırım geri dönmüştü! Tarikatların iktisadi ve siyasi örgütlenmeler olarak güçlenmeleri, 163. maddenin kaldırılmasından sonraya rastlar. Ülkemiz solu dinci siyasaların karşısında korunmasız kalmıştı! Birtakım eski solcunun selameti tarikat şeyhlerinin cüppelerinin altında aramalarına şaşmalı mı!

O tarihlerde, 163’ün kaldırılmasını destekleyen solcularımızın gerek din gerek özgürlük konularında ne kadar sezgisiz ve donanımsız olduklarını düşünmüştüm, hâlâ da öyle düşünüyorum. Özgürlük ince bir kristale benzer, çelikten mamul değildir; dine gelince, insanın doğa ve hayat karşısındaki kırılganlığının üstünde kurumsallaşan din -hangi din olursa olsun- hiçbir ideolojiyle kıyaslanamaz, denk tutulamaz, o fevkalade kendine özgüdür.

Belleği güçlü olan arkadaşlar bana katılacaklardır, üniversitelerde türban sorunu o yıllarda başlar. Benim öğrencilik yıllarımda ve asistanlık dönemimde, kimi arkadaşlarımızın kendi ifadeleriyle bir esin sonucu başlarını örterek derslere geldikleri olmuştu. Bu tekil olaylar hiçbir tepki çekmediği gibi bir idari krize de yol açmadı. Zaten küçük memurlar arasında başlarını geleneksel biçimde bağlayanlar da yok değildi.

Yanıltıcı bir varsayım

Arkadaşlarımızın bir kısmı örtünmeyi sürdürdü, bir kısmı bu kez tersine bir esinle başlarını yeniden açtı. 1950’lerin, 1960’ların, 1970’lerin Türkiyesi’nde, taşra kentlerinde, köylerde ve kasabalarda, büyük kentlerin kıyı semtlerinde, yani geleneksel kesimlerdeki çoğu kadın günlük yaşamda başını bağlar, ama önemli olaylarda -örneğin bir düğüne giderken- başını açardı. Yükseköğrenim görmüş kızların başörtüsünü temelli çıkartmasını kimse yadırgamazdı. Yani başını açmak bir modernleşme hareketiydi. Halka mal olmuş bir söz vardır: Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür, diye. 12 Eylül darbesinin sivilleştiği Özal döneminin ideolojik ortamında, kimi sosyal bilimcilerin iddia ettiği üzere, kadının ancak başını örterek modern hayata katılabildiği savı gülünç ama vahim derecede yanıltıcı bir varsayımdı.

Belleği güçlü arkadaşlar gene bana katılacaklardır. (Bk. Emre Kongar, Cumhuriyet, 7 Ekim 2010) 1980’lerde türban sorunu Türkiye üniversitelerine YÖK’ün kurucusu ve o zamanki başkanı İhsan Doğramacı’nın elleriyle taşınmıştır. YÖK’ten üniversitelere gelen yazılı bildirimde, laik kıyafetlerin dışında giyinmiş öğrencilerin derslere alınmayacağı kesin bir şekilde buyurulurken hemen alttaki cümlede “… ama başını modern türban” tarzında örten öğrencinin kabul edileceğine dair bir ifade yer alıyordu. İlk kez duyduğumuz bu modern türban deyimi ne ola idi! O tarihlerde, yönetim kurullarında görevli arkadaşların ansiklopediler karıştırarak ne kastedildiğini anlayabilmek için akla ziyan saatler harcadıklarını anımsarım! Sonunda modern türbanın ne olduğunu görerek anladık. Tarikatların uygun gördüğü renkteki, gene tarikatların buyurduğu düğümleme şekliyle bağlanmış eşarplarıyla saçlarını ve boyunlarını sımsıkı örtmüş bir kız öğrenciler ordusu karşımızdaydı. Besbelli, İslamın bin yıldır yerleşik olduğu bu topraklarda, Müslümanlığın hiçbirimizin -sade büyük şehirlerden değil, çeşitli taşra yörelerinden, köylerden, kasabalardan köken almış- biz öğretim üyelerinin aşina olmadığı yeni bir yorumu ülkemize egemen olmaya başlamıştı.

Yenilgi duygusu tehlikeli bir ruh halidir, adamı sersemletir. Doğramacı YÖK’ü ile militan grupların ortaklaşa düzenledikleri bu maskeli baloyu ciddiye alıp da kız öğrencilerin rektörlük bahçesinde kurdukları “özgürlük çadırına’’ çiçek gönderen sosyal demokratlarımız, solun yenilgi duygusuyla malul kısmının düştüğü acınası ama vahim düşünce sefaletini kanıtlıyordu.

























Hiç yorum yok :

Yorum Gönder