22 EKİM 1999
Kırılmayacak Kadar Çoğuz!
1990'lı yılların başındaki siyasal cinayetler yelpazesinin iki ana hedefi vardı:
''Atatürkçülük ve laiklikten ödün vermeyenler!''
Önce Prof. Muammer Aksoy evinin önünde katledildi. Onu Turan Dursun , Doç. Bahriye Üçok izledi...
Ardından, 24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu katledildi.
Bu cinayetlerin hiç biri aydınlatılamadı.
Uğur Mumcu'nun ardından yürüyen yüz binler, bu cinayetleri tezgâhlayanlara şunu gösterdiler:
- Biz kırılmayacak kadar çoğuz!
''Kalpaksız Kuvvayı Milliyeci'' Uğur Mumcu'nun katlinin ardından Türkiye'de siyaset yapma biçimi de değişti. Herkes şunu gördü:
- Türkiye'de Atatürk 'e, Kuvvayı Milliye ruhuna rağmen politika yapılamaz.
O güne dek 10 Kasımlarda bir bahane uydurup Anıtkabir'e gitmeyen siyasiler bile politikalarını değiştirdiler, ''Atatürk yaşasaydı bizden olurdu'' demeye giriştiler.
Aradan altı yıl geçti... Dün sabah acı bir haberle sarsıldık. Atatürkçülüğü, laikliği bir düşünce yapısından öte, yaşam biçimi haline getiren, bu değerlerin simgesi Ahmet Taner Kışlalı , Uğur Mumcu cinayetine benzer bir yöntemle öldürüldü.
Olayın iki boyutu var:
- Polisiye...
- Siyasal...
Birinci boyutu kendi süreci içinde başladı. Dün sabah saatlerinden itibaren jandarmadan polise, İçişleri Bakanlığı'ndan savcılığa dek tüm birimler harekete geçti. Artık namus sözü istemiyoruz.
Artık ''en kısa sürede'' diye başlayan demeçler istemiyoruz. Artık, ''derin soruşturmanın evreleri'' açıklaması istemiyoruz...
Bu cinayetin bir an önce aydınlatılmasını istiyoruz. Mumcu, Aksoy, Üçok cinayetleri aydınlatılmadığı için Kışlalı öldürüldü!
Olayın siyasal boyutu ise salt toplumun bir kesimini ilgilendirmiyor. Türkiye'nin geleceğini bağlıyor. Bu düğümler çözülmezse Türkiye'nin yakın geleceğini görmesi olanaksızdır... Kışlalı cinayeti yeni bir sürecin de başlangıcı olabilir.
Tıpkı, 90'ların başındaki karanlık dönem gibi, Türkiye'yi korku denizinde boğmak isteyenler bir dizi plan yapmış olabilir. Bu oyunlar Kışlalı cinayeti çözümlenmeden ortaya çıkarılamaz...
Uğur Mumcu'ya selam
Dün sabah saatlerinden itibaren gazetemize gelen, telefon eden duyarlı insanların sorduğu ortak soru şuydu:
- Kim yapmış olabilir?
Bu soruyu şöyle de sormak olası:
- Bu cinayetten kimlerin ne çıkarı olabilir?
Çok gerilere gitmeyelim, salt ekim ayı içinde olup bitenler bile, Türkiye'nin yönü belirsiz bir yola sokulduğunu ortaya koyuyor. Bunun temel nedeni, siyasetin yönsüz olmasıdır. Siyasiler, sadece hukuksal süreci olan olaylara bile tamamen ''siyasi çıkar'' açısından bakınca Türkiye rotasız kalıyor.
''Kışlalı cinayetini şu kesim işledi, başka biri olamaz'' gibi bir önyargımız yok. Ancak Türkiye'de irticanın giderek kurumsallaştığı, ekonomiden kitle öngütlerine, üniversitelerden siyasi partilere kadar geniş bir cephe açtığı gün gibi ortada... Bu yelpazeye şunu da eklemek gerekiyor:
Dini esaslara dayalı devlet kurmak isteyenler, yukarıda saydığımız mücadele yöntemlerinin yanına terörü de eklediler. Bu yöndeki örgütleri zaman zaman açığa çıkarılıyor.
İşte bu noktada siyasilere temel bir görev düşüyor. Artık, irticacılara ödün vermekten vazgeçin. Onlara verdiğiniz her ödün, alabilecekleri ödünün boyutunu büyütüyor.
Cinayetin siyasal hedeflerinden biri de şu:
Atatürkçülere, laikliği bayrak edinenlere göz dağı vermek...
İşte bunda yanılıyorlar. Bu tür cinayetler bize ''göz'' verir, ''dağ'' vermez.
Kırılmayacak kadar çoğuz!
Ama bunu salt ağlayarak, üzülerek, içimizde hissederek değil... Kışlalı'yı uğurlama töreninde göstermeliyiz...
Kışlalı'nın cenaze töreninde Uğur Mumcu'ya da selam vermeliyiz!