Türkiye dış politikasının (ülke
güvenliğinin), iç politikasının ve ekonomik yapısının, 1945’ler sonrasında
ABD’nin ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmesinde yaşananların bir benzerini son
25 yıldır yaşıyoruz. SSCB’nin çöküşü sonrası ‘tek kutuplu dünya’ ortamında,
ABD, Yeni Dünya Düzeni Projesinin en önemli parçasını oluşturan
-Balkanlar-Kafkasya ve Orta Doğu’yu- ABD kendi ihtiyacına göre yeni yeniden
düzenlemeye girişir. Bu coğrafyanın merkezinde yer alan Türkiye’nin de ABD
emperyalizminin bölge planlarına uygun olarak biçimlendirilmesi kaçınılmaz hale
gelir.
ABD’nin SSCB’nin etkinliğini yitirdiği bölgeler dâhil tüm dünyada hegemon
bir güç olması için RAND Corporation’un strateji-politika üretim merkezi,
Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu ve bu bölgeleri birbirine bağlayan Türkiye
üzerine çalışmalarını 1990’ların başından itibaren yoğunlaştırır.
RAND Corporation ve onunla eşgüdümlü çalışma içindeki vakıfların, think-tank kuruluşlarının
vb. Türkiye’ye ilişkin yaptıkları seminerler-toplantılar, hazırladıkları
raporlar, yayınladıkları kitaplar (tanıtımı yapılan 13 kitap) bir bütün olarak
ele alındığında, gerek konu başlıklarının seçiminde gerekse ele alınış
yönteminde aynı temel amacı güttükleri görülüyor.
Bu amaç, hedef bölgedeki ülkelerin ABD’nin Yeni Dünya Düzeni projesine
uygun olarak tanziminde Türkiye’nin konumu ve üstleneceği roldür. ABD’nin tüm
bu bölgelerdeki amacına Türkiye’yi işin içine katmadan ulaşabilmesi son derece
güçtür. Graham H. Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabının başlığının yayıncı
kuruluş tarafından konduğunu söyler. Kendisinin ise yazısına koyduğu başlığın ‘Türkiye’nin
Dünyadaki Yeni Yeri’ olduğunu yazar, böylelikle de tüm çalışmaların amacını
net olarak ifade eder.
1985 sonrası RAND ve diğer düşünce kuruluşları eliyle hazırlanan tüm raporlar ve seminer
notları, 1990’lı yılların ilk yarısında -Özal döneminde- hızlanan, ikinci
yarısında ise –merkez sağ ve sol koalisyon hükümetleri döneminde- yavaşlayan,
AKP iktidarı ile yeniden ivme kazanan Türkiye dış ve iç politikasındaki
değişimlerin anlaşılmasına büyük katkı sunmaktadır. Bunların Türkçeye
kazandırılması 1990’ların ikinci yarısında başlar, 2000’li yıllarda ise artar.
Kitap şeklinde yayınlanan bu raporlarda, Özal’ın ölümüyle birlikte ABD’nin Türkiye dış politikasındaki
etkinliğinin kırılmaya başladığı görülür. Söz konusu raporlarda; Refah-Yol, ANASOL-D ve DSP-ANAP-MHP
koalisyon hükümetlerinin dış politikası “milliyetçi
dış politika” olarak eleştirilir. 2002 genel seçimlerinde tek başına
iktidara gelen AKP’nin dış
politikasının ABD’nin bölge politikalarıyla sağladığı uyumdan övgüyle
bahsedilir.
1995’den 2010’a kadar arka arkaya yayınlanan bu raporların, kitapların
güncelliklerini yitirdiği söylenebilir. Ancak RAND yazarlarının da vurguladığı gibi RAND ve diğer düşünce
kuruluşlarının hazırladığı raporlar dönemsel değişimleri de kapsayacak şekilde
revize edilip, güncelleniyor. Dolayısıyla yapılan çalışmalar ömrünü doldurdu
diye kenara atılmıyor, gelişmelere göre yeniden ele alınarak düzenleniyor,
güncelleniyor. Kısa erimde yaşanan değişimlerin ‘uzun vadeli eğilimler ve
incelemenin temel çizgileri değiştirmeyeceği’ özellikle belirtiliyor. Yazılanların tek
doğrulaması, ülkemizde ve bölgemizde yaşananlardır. Gerçekten de 1990’lı
yılarda yazılıp, çizilenler ve günümüzde hepimizin iç ve dış politikada şahit
olduğumuz değişimler, bu raporların hem önemini hem de içinde yaşadığımız
tabloyu daha anlaşılır kılıyor. Yine de temkinli olmakta tabi ki yarar
var. Çünkü çalışma raporunda yazılanlar ile kitapta yer verilenler birebir
örtüşmeyebilir. Hatta bazı bölümler es geçilerek ya da farklı yazılarak
yanıltmaya da gidilebilir.
Tabi ki, politika belgesi olarak hazırlanan bu raporların olduğu gibi
kitaplaştırılması, bire bir yayınlanması, kamuya açık hale getirilmesi düşünülemez.
Yine de farklı düşünce kuruluşlarının çalışmaları, RAND raporları vb. bir bütünlük
içinde ele alındığında, Türkiye’nin iç ve dış politikasında yaşanan değişimde,
dış gücün yani ABD ve AB’nin, iç güçleri yönlendirdiği görülür.
ABD’nin
Orta-Doğu ve Türkiye uzmanı tüm politika üreticilerinin yazılarında,
Türkiye’nin Birinci Körfez Savaşı ve sonrasında ABD’nin bölge politikalarına
direnç gösterdiği ve ABD’nin bölge politikasını zora soktuğu görülmektedir. Bu zora sokma durumu ABD’yi,
Türkiye’nin dış politikasını belirleyen iç dinamikler üzerine yoğunlaştırır.
“Atatürk milliyetçiliği” (sağ ve sol merkez partiler), ‘‘ırkçı ve dinci
milliyetçilik’’ (MHP ve RP) ve bunların devlet kurumlarındaki uzantıları ile
toplum içindeki örgütlü yapıların dış politika anlayışları ele alınır. Bunların
dış ve iç politikadaki güçleri kırılmadan, etkinlikleri sınırlanmaksızın
ABD’nin Türkiye’nin dış politikasını denetimi altına almasının mümkün
olamayacağı belirlenir.
Bu
nedenle ABD çıkarlarıyla uyumlu aynı zamanda da sürekli olacak bir Türkiye dış
politikası için iç politikanın buna uygun şekilde biçimlendirilmesi tartışılır.
ABD’nin dış politikasına en uyumlu davranma eğilimi içine girebileceklerin
desteklenmesi, iktidara taşınması, zorluk çıkaranların da iktidardan uzaklaştırılması,
devre dışı bırakılmasının yolları değerlendirilir. Bu değerlendirmelerin siyasi
sonuçları süreç içinde bir bir ortaya çıkar:
- · REFAH-YOL’un iktidardan 28 Şubat ile indirilmesi, Milli Görüş’ün millici yanının tasfiye edilerek İslamcı Gayri Milli Görüş’e dönüştürülmesi,
- · ANAP-DSP-MHP Koalisyon hükümetine ekonomik krizin ağır bir şekilde yaşatılıp halkın gözünden düşürülmesi ve hemen arkasından erken seçime gidilmesi,
- · ABD-İngiltere-İsrail projesi olarak AKP’nin iktidara getirilişi, ordudan ana akım Atatürkçülerin operatif davalarla tasfiyesi vb.
ABD çıkarlarıyla örtüşen bir devlet ve toplum yapısının oluşturulması
amacıyla ‘toplum mühendisliği’ ile ‘Yeni Türkiye’ tasarımına da girişilir.
Laik Cumhuriyet’in yerine ılımlı İslami
bir rejimin oluşturulması ve toplumun
da bu rejime uygun olarak dincileştirilmesi, RAND Corporation Arroyo
Merkezinin Strateji ve Doktrin Programı’nca Müslüman ülkeler için geliştirilen Ilımlı İslami rejim stratejisine
uygun olarak gerçekleştirilir. Arroyo Merkezinin Strateji ve
Doktrin Programı bünyesinde hazırlanan raporlar: 1995’te ‘Kuşatılanlar: İslam ve Batı’nın Jeopolitiği’,
2003’de ‘Siyasal
İslam’ın Geleceği’ ve 2010’da ‘İslamsız Dünya’ başlığıyla
yayınlanır. Bu raporlarda laik devlet ve
toplum yapılarının sosyal mühendislik anlayışı içinde niçin ve nasıl
değiştirilmesi detaylı bir şekilde ele alınır.
Türkiye Dış Politikasının Değerlendirilmesi
Türkiye dış politikasına yönelik
olarak hazırlanan kitapların Giriş ve Sonuç kısımlarında Soğuk Savaş sonrası
dünyada ve bölgemizde ‘Adriyatik’ten-Çin’e, Kafkaslardan-Orta-Doğu’ya uzanan
değişimden bahsedilir. Bu değişimin Türkiye için ‘Yeni sorunlar-Yeni
fırsatlar-Yeni umutlar’ yarattığı söylenir. Türkiye’nin uzun yıllardır izlediği
geleneksel Atatürkçü ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ dış politika
anlayışıyla bir yere varılmayacağı, değişen dünya ortamında Türkiye’nin ‘aktif
bir dış politika’ içine girerek, geçmişin ‘pısırık, içe kapalı dış
politika’ anlayışından sıyrılması gerektiği vurgulanır.
Bu doğrultuda Türkiye dış politikası:
·
Balkanlar-Türkiye,
·
Yunanistan/Kıbrıs-Türkiye,
·
Orta-Doğu-Türkiye (Irak-Suriye-İran-İsrail),
·
Kafkasya-Türkiye (Gürcistan-Ermenistan-Azerbaycan),
·
Orta Asya-Türkiye (Türki devletler),
·
Rusya-Türkiye,
·
AB-Türkiye,
·
ABD-Türkiye,
·
Enerji Politikaları ve Türkiye
başlıkları altında ele alınır. Tüm bu bölgedeki gelişmeler ile Türkiye’nin
güvenlik politikası ilişkilendirilir ve Türkiye’nin Batı politikalarından
uzaklaştığı ölçüde dış güvenlikte sıkıntıya gireceği söylenir.
Ordu-bürokrasi-üniversiteler-aydınlar
içindeki ana akım Atatürkçü yaklaşımların ulusalcı-milliyetçi özellikleri
nedeniyle dış politikada yaratabilecekleri riskler ele alınarak bu kesimlerin
tasfiyesinin gerekliliği vurgulanır. Neo-liberal ekonomi politikalar temelinde
iktidarların doğrudan desteği ile yukarıdan aşağıya doğru geliştirdiği yeni bir
sermaye sınıfının (yeşil sermayenin) sahip oldukları -ya da olacakları- medya
aracılığıyla hem dış politika hem de iç politikadaki etkinlikleri
değerlendirilir.
Türkiye İç Politikası
Kitaplarda ele alınan ikinci ana konu,
Türkiye içyapısındaki değişimdir:
- · Türkiye’nin ekonomik yapısının neoliberal ekonomi politikalarına uygun hale getirilmesi ve devlet yapısının da buna paralel olarak reforme edilmesi gerektiği,
- · Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı ekonomik-politik sorunları ancak insan hakları ve demokrasiyi geliştirerek aşabileceği,
- · TSK’nın iç-dış politikadaki etkinliğinin sınırlandırılması, Siyasi İslam ve Kürtler üzerindeki devlet baskısının-kontrolünün kaldırılması ile içerde yaşanan sorunların aşılabileceği söylenir.
‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti ‘ve ‘Türkiye’nin Kürt Meselesi’ isimli kitaplarda daha
detaylı olmak üzere, diğer kitaplarda da Kürt
sorunu ve Siyasi İslam konuları
dış politika temelinde ele alınır. Ayrıca Türkiye’den yapılması istenen
bir dizi ekonomik – sosyal ve politik reformların hayata geçirilmesini
engelleyen en temel faktör olarak da Milliyetçi-Ulusalcı ideoloji- politikalar
ve yapılar gösterilir. Bir diğer ortak konu başlığını Türkiye-ABD
ilişkileri oluşturur. Türkiye-ABD ilişkilerinin stratejik temelleri, Birinci
Körfez Savaşı sonrası genişleyen ortaklık, Türkiye’nin bugünkü çıkarları,
geleceğe bakış vb. birçok yönüyle ele alınır.
Haluk BAŞÇIL / 14 Ocak, 2015
anafikir.gen.tr