4 Eylül 2016 Pazar

Gerçek Altın Nesiller


Yaklaşık 2.000 yıl devam eden sürgün hayatından sonra 1948 yılında, kutsal toprak olarak nitelendirdikleri Filistin’de kurulan İsrail devletinin ilk temellerinin çok daha uzun yıllar önce, 1897’de, İsviçre’nin Basel şehrinde atıldığını söyleyebiliriz.

I.Siyonist Kongresinde alınan karar uyarınca Yahudiler aile bazında örgütlenerek çocuklarının iyi bir eğitim almaları sağlamışlar. O tarihten başlayarak dünyanın en iyi okullarına çocuklarını göndermiş ve bu çocukların okul, barınma, gıda... gibi her türlü ihtiyaçlarını karşılamışlardır.

Yahudi çocuklarını bir arada tutansa “din, Siyonizm ve kutsal toprakları ele geçirme” fikri olmuştur.

Zamanla akademik olarak yükselen bu gençler, prestijli eğitim kurumlarının kontrolünü ele geçirmiş ve dünyanın birçok ülkesinde karar verici noktalara ulaşarak sistemin en tepesine kadar egemen olmuşlardır.

Bu gelişmelerle birlikte, özellikle medya ve finans sektörlerinde, organize olarak ülkeleri kontrol etmişlerdir.

FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ

Geçmişte sağ partilerin, her türlü uyarıya rağmen “Hizmet” diye tanımladığı FETÖ, İsrail’in uyguladığı örgütlenme modelini alıp bunu Türkiye’ye uyarlamıştır.

FETÖ, özellikle ekonomik yönden zayıf olan ailelerin çocuklarını hedeflemiştir. Dershaneler vasıtasıyla iletişim kurulan öğrencileri “Işık Evleri” adını verdikleri yerlerde önce 1 haftalık sonra 10 günlük ve ardından bir aylık dönemler için ve etüt, sınav kampı, yarıyıl kampı, yaz kampı gibi farklı isimlerdeki aktivelerle sürekli örgüte çekmeye çalışmışlardır.

Bu okullar sadece müfredat eğitimi vermekle yetinmemiş tam aksine öğrenci yerine mürit yetiştirmeye odaklanmışlardır. Dershaneler, etütler ve kamplar; FETÖ’nün “Beyin Yıkama Kurumları” olarak çalışmıştır.

Öğretmenler de boş durmamış, öğrencilerin yanında velilerle de irtibat kurmaya gayret etmişlerdir. Adeta birer ahtapot gibi çocukların velilerini sürekli taciz edip, kendilerini zorla evlere davet ettirip, velileri de kendilerine çekmeye çalışmışlardır.

Üniversite için ailesinden uzaklaşmış gençler; cemaat evlerindeyken ya da yurtlardayken sözde “eğitim” faaliyetleri adı altında sorgusuz itaat eden beyinler haline dönüşmüşlerdir.

Sürekli telkine maruz kalan ve sadece cemaat üyeleriyle yakın olabilen bu çocuklar, süreç içinde, başkalarıyla iletişim kurmakta zorlanmaya başlamışlardır. Böylesine yoğun eğitimden ve baskıdan geçenler için “cemaat” asla kopulması düşünülmeyecek yapılara dönüşmüştür.

Beyni yıkanan FETÖ’cü çocukları bir arada tutmaya yarayan ve onları motive eden yegâne şeyse: “Bu rejimin tek yönetici sınıfı olma” iddiasıdır.

GELELİM PKK’YA

Bu tarz yöntemleri gören PKK da boş durmayıp benzer şeyleri uygulamaya geçirdi. Başımdan geçen bir olayla konuyu anlatmak istiyorum.

Yaklaşık 8 yıl önce bir seminer için ODTÜ’ye gitmiştim. Seminerde sunum yapan bir kadın doktora öğrencisinin İngilizcesi dikkatimi çekmişti. Verilen öğle yemeği arasında tesadüfen aynı masaya düştük. Kısa sürede diğerlerinin ona “Zozan” diye hitap ettiklerinin ve kadının Kürtçe konuştuğunu fark ettim. Selamlaştık. İstanbul’dan gelmişler. Neden kendisine Zozan dediklerini sordum, “Özgür Yayla” anlamına geldiğini ve arkadaşlarının kendisine bu şekilde hitap ettiğini söyledi. Sohbet geliştikçe lisans eğitimini Amerika’da, yüksek lisansı İngiltere’de, doktorayı da İstanbul’da özel bir üniversitede yaptığını öğrendim. Memleketini sorduğumda Siirt, Bağgöze’ye bağlı bir köyden olduğunu söyledi. Uzun yıllar yurt dışında pahalı okullarda okuduğunu anladığım için “Baban köyün ağası herhalde!” dedim. “Hayır! Babam çiftçi.” dedi. Öyleyse İngiltere’de ve Amerika’da nasıl okuyabildiğini sordum. Hiç çekinmeden “Beni örgüt okutuyor!” deyince kafamdan aşağı kaynar sular döküldü.

Aynen FETÖ gibi, PKK da uyuşturucudan, toplanan haraçlardan ve kara para aklamaktan elde ettiği gelirlerle ülkeyi bölmek için kadrolar yetiştirmekteydi.

Yani yarınların PKK’lı hâkimlerini, doktorlarını, akademisyenlerini, gazetecilerini, televizyoncularını yaratıyorlardı. Bir kısım PKK’lılar dağlarda dolaşırken başka bir kısmınıysa yurtdışında eğitim yoluyla sistemin en kritik pozisyonlarına getirmek için uğraşıyorlardı. Desteklenen PKK’lı çocukların bu kadar hırslı olmalarını sağlayan motivasyonsa “Bağımsız bir Kürdistan’ın” kurulacağı beklentisiydi.

ŞEHİT ve GAZİ ÇOCUKLARI

FETÖ ve PKK, ülkeyi bölmek için yıllara varan planlar yaparken biz de kendimize biraz bakalım.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu ülkeyi kurarken şehit ve gazi çocuklarına çok önem vermiş ve onların okumalarını sağlamıştır. Devletin en kritik noktalarına eğitimli, yetenekli, dürüst, vatansever şehit ya da gazi çocuklarını yerleştirmiştir.

Ben de tıpkı Atatürk gibi, bu ülkenin sigortasının şehit ve gazi çocukları olduklarına inanıyorum. Çünkü bu çocuklar daha küçücükken ağır bedeller ödediler. Kimisi canından çok sevdiği babasını kaybetti, kimisi de tekerlekli sandalyede kolu, bacağı kopmuş gazi babasını her gün göre göre kahroldular.

Peki, bu ülkenin bölünmemesi için babalarını feda eden bu çocukların eğitimleri nasıl? İnanın ne FETÖ’cüler kadar ne de PKK’lılar kadar imkânları var! Bırakın yurtdışında okumalarını, yurt içinde bile yeterince korunup kollanmıyorlar. Oysa eğer imkân verilirse bu çocuklar da kendilerini yetiştirebilir, devletin ve milletin ihtiyacı olan donanıma sahip olabilirler. Ve daha önemlisi edindikleri bilgileri terör örgütleri gibi vatanın bölünmesi için değil, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü için kullanırlar. Emin olun o zaman Türkiye çok daha yaşanılır ve güvenli bir ülke haline dönüşür. O çocuklarla beraber “gerçek altın nesiller” de yetişmiş olur. Bence bu konu üzerine uzun uzun düşünülmeli...


Koray GÜRBÜZ
Aydınlık / 01.08.2016