CHP güzel ve yerinde ve çok doğru bir politik muhalifliğe soyundu, mağdurlara ne olacak diyor?
Gerçi FETÖ’ye el uzatmış başkanıyla mağdur Beşiktaş’a pek sahip çıktığı yok, olsun, diyelim.
Yazarlık, medya, partilerin politik öncelikleri konusunda tuhaf ‘dengesizlikler’den kuşkulanarak ahlak tartışmamıza girelim.
Ahlak tartışmamıza şöyle başlayalım, bir FETÖ’cü pilot, uçakla bomba atıp yüzlerce insanı öldürmüş. Ve hala bu FETÖ’cü katillerin daha hangi bombaları atacağından habersisiz.
Bir de aynı FETÖ’cü subayın, maaşı kesildiği için evde aç kalan kızını düşünün.
Büyük ‘ahlaki sorumuzu’ soralım, önceliğiniz hangisidir?
Bence ‘dengeli’ olmalıyız, bu vahşi terörist pilotu bir kenara bırakıp, kızının mağduriyetini öne çıkartamayız, kızının mağduriyetini de öne çıkartıp, terörist babasının muhtemel vahşiliklerini göz ardı edemeyiz.
Her iki olaya da eşit adil hukuk ölçülerinde ve dengeli bakabilmeliyiz.
Ama şayet, kızının mağduriyetini çok öne çıkartıp, vahşi terörist babasını görmezden gelirsek, burada ‘tuhaf bir dengesizlik’ oluyor demek.
İşte CHP politikalarında kuşkulandığımız yer burası.
CHP ve Cumhuriyet gazetesi kızın mağduriyetine gereğinden çok fazla eğilerek terörizme karşı muhalefeti ‘pasifize mi?’ ediyor.
Mesela Ahmet-Mehmet Altan gözaltına alınınca Cumhuriyet gazetesi başyazarı bu büyük ve kahraman yazarları(?) öve öve bitirememişti, aklıma, geldi, bunu ekranda da söyledim.
Yalçın Küçük seksen yaşında bilge bir yazar, haksız hukuksuzca kumpasla içeri atıldı ve bu söyleyeceklerim mahkeme tutanaklarında geçiyor, yani herkesin bilgisinde.
Yalçın Küçük’ü gardiyanlar Zekeriya Öz’ün emriyle taciz ederler, Yalçın Küçük direnir ve gardiyanlar seksen yaşında bu bilge adamı yerlerde sürükleyip tekme tokat girişirler, muhtemelen Zekeriya Öz kameralardan gardiyanların .te parmak tacizlerini ve dayağını ekrandan afiyetle izlemiştir, sebep, Yalçın Küçük’ün seksen yaşında dahi kırılmayan iradesini kırmak.
Başta Cumhuriyet gazetesi, Yalçın Küçük gibi bir insanın taciz edilip yerlerde sürüklenip dövülmesini haber dahi yapmadı, hatta o tutanakları inceleyen gazeteci merakları hiç olmadı.
İşte bu işkenceleri görmeyen gazeteci yazarlar kanlı bir darbe yapmış FETÖ’nün en gözde yazarlarının içeri alınmasına dayanamayıp, bize insanlık ve özgürlük dersleri vermeye başlayınca, insan bu soruları sormadan edemiyor, hangisine öncelik vermeliyiz, hangi haberi daha çok öne çıkartmalıyız, bunun bir ölçüsü dengesi yok mu?
Cumhuriyet gazetesinin Ahmet Altan’ın gözaltısıyla Yalçın Küçük’e yapılan işkence arasındaki ‘seçiciliği’ bu yazımızda bize ahlaki olarak rehberlik etsin.
Neyi seçip neyi manşete çekiyoruz, dediğimizde, bir politik duruş yansıtıyoruz, demektir ve bu politik duruşun ahlaki zafiyetlerinde bir kasıt var mı yok mu işkilleniyoruz.
Mesela iki gün önce Cumhuriyet gazetesi ve CHP’nin nasıl bir ‘politik’ muhalefete yöneldiklerini bize bu yeni durumu çok iyi anlatıyor.
Cumartesi Anneleri’nin dramını Cumhuriyet gazetesi sekiz sütun manşete çekti, şüphesiz Cumartesi Anneleri’nin dramı manşet değerindedir, hak, hukuk aramak, her gazetenin ve yazarın en birinci sorumluluğudur, burada sorun yok, az bile yapılıyor.
Sorun, aynı gazetenin, tarihlerde eşi görülmemiş Balyoz ve Ergenekon davasının bitişini dahi haber yapmaması, Balyoz ve Ergenekon’ın mağdur ettiği yüzlerce aileden kimseyi haber yapmayışı
Geçelim, aynı gazete, doğuda öldürülen masum öğretmenleri ve sivil köylüleri aynı ölçekte ve aynı büyüklükte manşete çekmeyişidir.
Bunlar hep ‘yayın politikası?’
Manşetlerdeki ‘vicdan’ dengesizdir ve geçmişte başımıza gelen felaketlere bakarak bu dengesizliklerin tesadüfi olmadığını söyleyecek tecrübedeyiz.
Bu politik yayınların sebebi, sol, sosyal demokrat, cumhuriyetçi muhalif kitleyi, terörizmle savaşta, yeniden ‘pasifize’ etmektir.
Sadece bir tarafın acılarını romantize etmek diğer tarafı hiç görmemek, taraf olmaktır, kime taraf?
Bu meşum gazete ve onun gaspçıları, oysa, öldürülen öğretmenlerin hayat hikayelerinden yüzlerce romantize edecekleri bol malzeme bulabilirlerdi.
Ancak, başka bir şey yaptılar, mesela, teröristlerle ‘diyalog’ sürecine manşetleriyle girdiler. Mesela teröristlere ‘taviz veren’ yazılar yazıp haberler yaptılar, mesela, teröristler bu gazeteyi hep kendilerine ‘açık kapı’ gördüler.
Tabii ki gasp edilen bu gazete ve CHP, bu sinsi politikalarla kendi kitlesine güvenini zedeledi, vatan sevgisi ve ahlakı, zarar gördü. Ve partileri ve gazeteleri baştan aşağı FETÖ’cü ve PKK’lı unsurlarla dolup taştı.
Üstüne terörizmle savaşı ‘güvenlikçi politikalar’ deyip küçümseyip vatan savunmasını sulandırdı ve hendekleri ve iç savaşı haklı bir isyan gibi gösteren sözcüleri dahi genel başkan yardımcılığı bünyesinde barındırdı.
Ve şimdi görüyoruz ki, hem İngiliz elçisi hem ABD elçisi, eleman kaybından dolayı olacak, sahaya kendileri çıkmaya başlamış, Karadeniz’de çevrecilerle ve Doğu’da güvenlik dolayısıyla girilemeyen bölgelere vızır vızır girip çıkmaya, diplomatik dokunulmazlıklarıyla savaş alanlarında dahi halı saha gibi top çevirmeye başladılar.
ABD elçisinin vızır vızır girip çıkmaya başladığı yerlerin başında da CHP geliyor.
Sormayalım mı, ABD elçisinin en çok görüldüğü yer neden Cumhuriyet gazetesi ve CHP’dir.
Hepimiz geçmiş tecrübelerimizle biliyoruz, bu CHP’nin, politik tereddüdü bir politik nezaketi değildir, Cumhuriyet gazetesi ve CHP, ABD elçisinin elinde kalan son silahtır.
ABD, 15 Temmuz gecesi kırk bine yakın FETÖ’cü ajanını kaybetti ve kırk yıllık mevzi elinden çıktı en azından zayiat fazla.
Şimdi boşalan bu mevzileri yeniden tahkim etmek için, Cumhuriyet gazetesi ve CHP’yle çalışması, yayın politikalarına ve önceledikleri muhalefet politikalarına bakarsak, bizi hiç şaşırtmaz.
ABD’nin Türkiye’nin PKK ve FETÖ’yle savaşını CHP içinde pasifize etme çabaları yeni değildir, sadece yeniden ‘toparlanmadır.’
Cumhuriyet gazetesi ve CHP vasıtasıyla terörizme karşı savaşta bir yığın mantıksızlıklar bulması düne kadar zor olmadı bugünden sonra da pek zahmetli olmayacak.
‘Mantıksızlık şeyler’in CHP’li vekiller ve ihanet içindeki liberaller ve Cumhuriyet gazetesi etrafında çoğaltılması yaygaralaştırılması hiç de sürpriz değildir.
Ancak bu mantıksız bir çok şeyle sol muhalefetin yeniden ‘zehirlenmesi’, ABD elçiliğinin darbe sonrası acil gündemi olduğu açıktır.
Hedef, düne kadar PKK ve FETÖ’yle içi içe yan yana politikalar oluşturan CHP’yi zehirleyen politikalara CHP’yi yeniden kitlesiyle birlikte hizalamaktır.
Yarın bu ülkede ikinci bir darbe olur mu, ya da bambaşka bir felaket yaşar mıyız, ciddi bir güvenlik endişemizdir ve ne zaman olur hangi ölçekte olur, bilemeyiz.
Ancak, Cumhuriyet gazetesi ve CHP’deki yeni muhalif ayarları gördükçe artık bir şeyden eminiz.
Mesela Allah korusun, yarın birgün olabilecek bir iç karışıklıkta, Cumhuriyet gazetesi ve CHP, FETÖ ve PKK’ya uzakta ve karşısında bir yerde asla olmayacağını, önceledikleri bu politikalarla yavaş yavaş hissediyoruz.
Cumhuriyet gazetesi ve CHP’ye hazırlanan yeni yer, bir iç kalkışmada PKK ve FETÖ’ye yakın bir yerde ‘beklentiler’ içinde olmak.
FETÖ ve PKK’yla savaşı, mantıksız kafa karıştırıcı politik bir söylemle zehirlemek ve sol muhalif kitlenin kafasını yeniden karıştırmak, CHP ve Cumhuriyet gazetesinin darbe sonrası yeni ev ödevi olduğu, kuşkudan öte manşetlerindeki politikalarında ve söylemlerinde apaçık duruyor.
15 Temmuz gecesine kadar başardıkları gibi, vatana sahip çıkmak isteyen sol muhalefeti CHP’de bir daha pasifize edip etkisizleştirmek.
Bu amaç, Cumhuriyet gazetesi ve CHP’yi bir iç karışıklıkta galeyana gelmiş kitlelerin hedefine saldırısına açık bir ‘politik yerde’ tutmak.
Bu kabusların kabusu bir faciadır, bu yüzden, bugünden, Cumhuriyet gazetesi ve CHP ‘politik önceliklerini’ ve ‘politik dengesinin’ ayarını iyi yapabilmeli.
ABD’nin yanında verdiği bu görüntüyü hızla eleştirmeli, vatan savunması ve terörizmle savaşı, mantıksız argümanlarla zayıflatıp kendi muhalif kitlelerini zehirlememeli.
ABD, ülkemizde FETÖ’sü ve PKK’sıyla pek mutlu ve uzun bir hayat yaşadı, bırakın, ABD kendi enkazını kendisi toplasın.
Bırakın ABD yeni oyunlarını yine FETÖ’sü ve PKK’sıyla kendince yoluna koysun, CHP ve Cumhuriyet gazetesine girip çıkan ne?
FETÖ ve PKK’nın kırılan kollarını ve boşluğunu doldurmak CHP’nin ve Cumhuriyet gazetesinin görevi değildir.
Aksine muhalefet ABD’nin güvenini değil halkın güvenini kazanmalı ve terörizmle savaşta en küçük kuşkuya fırsat vermemeli.
Görülen o ki, 17-25 Aralık’ta da MİT Tırları’nda da 15 Temmuz darbesi öncesi de CHP’yi şeytani ‘beklentiler’ içine sürükleyenler yine iş başında.
ABD’nin CHP’yi bir daha yeni şeytani ‘beklentiler’ içine sokmayı bu kadar ‘hızlı’ başarması manidardır, demek ki, bu şeytani beklentilerle siyasette yapanların CHP’de ve Cumhuriyet gazetesinde taraftarları çoktur ve hepsi hareket halinde tetiktedir.
Yani darbe gecesi ve sonrası hem Cumhuriyet gazetesinde hem CHP’de, CHP’nin birkaç günlük ‘milli duruşunu’ dahi hazmedemeyenlerinin sayısının çokluğu, darbe gecesi hayal kırıklıkları sonrası ABD’yi çok heveslendirmiştir.
Nihat GENÇ
Aydınlık/27.09.2016