Birinci Körfez Savaşı ve Özal İktidarı
1979 İran İslam Devrimi
Orta-Doğu’da Batı lehine yaratılan dengeleri bozar. Hem ABD’nin bölgedeki çıkarları hem de nüfusun çoğunluğu Şiilerden
oluşan Sünni Saddam rejimi için bir
tehdit unsuru olur. İran İslam devrimi bu iki ülkenin çıkarlarını ortaklaştırır.
1980-1988 yılları arasında 8 sene süren
ve İranlıların ‘Mukaddes Müdafaa’ dedikleri Irak-İran savaşı bu ortaklığın
ürünüdür.
Henry Kissinger,‘‘1970’lerin sonuna değin İran, Körfez’deki Amerikan
güvenlik politikasının güven kaynağıydı. Birleşik Devletlerin önleyemediği ve
denetim altına alamadığı bir iç devrim, bu ülkeyi bölgenin güvenliği için en
büyük tehdit haline dönüştürdü. Körfez’de Batı çıkarlarını koruma görevi,
bölgedeki ikinci en büyük ülke olan Irak yüzünden daha da karmaşıklaşmıştı ve
1988 yılında İran’la yaptığı savaşın sonunda yeniden düşmana dönüştü. Böylece,
Körfez’in güvenliği, en güçlü iki ülkenin en zayıf ve en güvenilmez yerde olana
karşı koyduğu (kıskanılacak bir ayrım değil) bir ortamdan çekilip alınmalıdır.
Oldukça basit bir şekilde, gerçek şudur: Endüstriyel demokrasiler
Körfez’deki petrole ulaşamamayı kabul edemezler ya da Körfez’in kendilerine
düşman bir ülke veya ülkeler grubu tarafından yönetilmesine razı olamazlar.’’[1]
İran’a
karşı bu savaşta başarısız olan ABD
destekli Saddam, bu sekiz yıllık
savaş sona erdiğinde hem ekonomik hem de politik olarak önemli açmazlar
içindedir. Saddam Hüseyin Irak’ın
içine düştüğü ekonomik ve politik sorunların çözümü için, ABD Büyükelçisinin
saldırıya onay veriyor görünmesinin de etkisiyle, Kuveyt’e yönelir. 2 Ağustos
1990’da Kuveyt’e saldırır ve iki
gün içinde Kuveyt topraklarını
Irak’a katar. Kuveyt topraklarını
Irak’ın 19. ili olarak ilan eder. Bu işgalin nedenlerini ve gerekçelerini ünlü ABD stratejisti Joseph S. Nye şöyle
açıklar:
‘‘…
(Irak ile Kuveyt arasındaki y.n)
krizin daha derin ekonomik ve siyasi nedenleri vardı. İran’la yaptığı sekiz
yıllık savaş Irak’ı ekonomik olarak çok yıpratmıştı. Ülkenin yılda 10 milyar
dolarlık bir hızla artan, 80 milyar dolar dış borcu vardı. … muazzam bir petrol
fazlası ve küçük bir nüfusu olan …. Kuveyt komşusuydu. Irak, ayrıca izlediği
petrol politikası (savunduğu düşük petrol fiyatları y.n.)
nedeniyle Kuveyt’le kavgalıydı’’
‘(Irak
yönetimi y.n.) Kuveyt’in sömürgecilik döneminin
yarattığı yapay bir devlet olduğu ve ayrı bir devlet olmaması gerektiği
iddiasındaydı. 1961’de Kuveyt’in yönetimini devralmaya çalışmış, ama Britanya
tarafından bundan caydırılmıştı. … Sömürgecilik dönemi sınırlarının anlamsız
olduğu düşüncesi sömürgecilik sonrası dünyada muazzam bir kargaşa yaratma
tehlikesi taşıyordu.
Amerikan
politikasının tutarsızlığı Saddam Hüseyin’i yanılttı ve Kuveyt’i ciddi bir
misilleme görmeden istila edebileceğine inandırdı.’’ [2]
1989’da
Berlin Duvarı’ı yıkılmış ve Varşova Paktı dağılmıştır.
Çözülüş SSCB’ni de içine alarak
devam etmektedir. Dünyanın önemli bir değişim içine gireceğini gören ABD, yeni döneme ilişkin yeni
politikalar da oluşturmuştur. SSCB’nin
kendi sorunlarının içine gömüldüğü ve dünya ölçeğinde olduğu gibi Orta Doğu’da
da etkinliğini yitirmiştir. Orta-Doğu’daki SSCB-ABD
çekişmesinde durum ABD lehine
gelişmekte ve ABD açısından önemli
bir fırsat döneminin kapısı açılmaktadır. Saddam’ın Kuveyt’i işgali bu konjonktürde ortaya çıkar. ABD
hızla harekete geçer ve SSCB’nin de
desteğini alarak, 2 Ağustos 1990’da
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden Irak’a karşı bir dizi ekonomik
yaptırım kararı çıkartır.
Bu
ambargo kararını Türkiye hızlı bir şekilde uygulamaya koyar. Cumhurbaşkanı Özal, danışmanlarının karşı önerilerine rağmen, 7 Ağustos 1990’da Kerkük-Yumurtalık
boru hattını kapatır. [1]
Alan Makovsky, ‘‘ABD büyükelçisinin aktardığına göre, Irak’ın
işgalinin hemen ertesi günü Bush’u arayarak, Kuzey Irak’tan Türkiye yoluyla
Akdeniz’e ulaşan petrol boru hattının kapatılmasını öneren bizzat Özal İdi.’’[3]
Özal’ın bu kararını ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz şu şekilde yorumlar:
‘‘Özal,
cesur kararları çabuk verebilen bir kişiydi. Özal, halkın şüphelerine ve
Türklerin Orta-Doğu anlaşmazlıklarından uzak durma geleneğine rağmen, Kuveyt
işgalinden sonra Türkiye’nin kaderini Amerika ile birleştirdi. Ülke içinden
yükselen güçlü itirazlar nedeniyle, Irak petrolünü Türkiye üzerinden taşıyan
boru hattını hemen kapattı. … Körfez Savaşı gibi kritik bir zamanda Türkiye’nin
tereddütlü olmadığını, bu hayati öneme sahip stratejik girişimde Amerika’ya
destek vermek için kısa dönemli ekonomik ve siyasal maliyetleri kabullenmeye
hazır olduğunu göstermek istedi’’[4]
Özal, ayrıca, Kuveyt ve Irak’ın
Türkiye’deki mal varlığı dondurur ve iki ülkeyle ithalat, ihracatı da durdurur.
‘‘Körfez
Savaşı’ndan sonra Ortadoğu ile olan ticaretindeki kayıp Türkiye’nin güvenliğini
etkilemiştir. Irak’a karşı yaptırımlar sadece kazançlı Irak piyasasını Türk iş
çevrelerine kapatmakla kalmamış, ayrıca Türkiye’nin Körfez ülkeleri ve Suudi
Arabistan’a hammadde ve işlenmiş tarım ürünleri satma konusundaki görece
üstünlüğüne de zarar vermiştir. Türkiye’nin Ortadoğu’ya olan ihracatı Körfez
Savaşı’ndan hemen önceki toplam ihracatının yüzde 23’ünden 1996’da yüzde 14’ün
aşağısına gerilemiştir. … Türkiye ayrıca Kerkük-Yumurtalık petrol boru
hattından da gelir kaybetmiştir. 1998’de Türk Dışişleri Bakanı bu gelir ve
ticaret kaybının 35 milyar doları aştığını belirtmiştir.’’[5]
BM Genel Kurulu’ndan ambargo
kararını çıkartan ABD, hızla askeri
müdahale hazırlıklarına da başlar. Türkiye,
Ağustos 1990’da, ABD öncülüğünde İngiltere, Fransa’nın yanı sıra 33 ülkenin
oluşturduğu askeri koalisyonu katılır. Böylelikle Türkiye, Soğuk Savaş
döneminin anlayışına göre ‘ortak düşmana karşı ortak çıkarlar’ anlayışına
dayalı dış politika yaklaşımından, ABD’nin Yeni Dünya Düzeni planı
doğrultusunda, –iki ülke çıkarlarının ortaklaşmadığı- BOP projesine uygun bir
dış politikaya doğru yönelir. Özal iktidarı, Türkiye’nin orta ve uzun erimde iç
– dış güvenliğini tehlike atacak şekilde ABD’nin bölge politikalarına
eklemlenir.
Cumhurbaşkanı
Özal ve etrafındaki neo-liberalci
klik, Irak’a yönelik operasyonda ABD’nin askeri konulardaki isteklerine olumlu
yaklaşırken, ordu üst yönetimi başta olmak üzere siyasi partiler ve geniş
kamuoyu Türkiye’nin uluslararası koalisyona girmesine karşı çıkar.
‘‘Türk Genel Kurmayı Körfez’e
askeri katılım konusunda son derece ihtiyatlı bir tutum benimsemiştir. Bu
muhafazakarlık Atatürk’ün dış maceracılık ve Türkiye’nin egemenliğinden taviz
verilmesi, karşıtı görüşlerine olan bağlılık ile kısmen açıklanabilmektedir.
Bunun ötesinde ise, askeri liderler açık bir şekilde Türkiye’nin kuvvetlerini
ülke dışında konuşlandırabilme, muhafaza edebilme ve hatta Irak sınırında büyük
ölçekli hareketli operasyonlar düzenleyebilme yeteneğinden ciddi olarak şüphe
duymuşlardır.’’ [6]
Dönemin ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz,
Cumhurbaşkanı Özal’ın bu süreçte ABD ile yakın ilişkisini anılarında
şöyle dile getirir.
ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz, ‘‘16
Ocak 1991 günü Ankara’daydım. Eşim ve ben geç vakitte yatmıştık. Uyumak zordu.
Irak’la savaşın çok yakında başlayacağını biliyor; ancak, tam olarak ne zaman
başlayacağını bilmiyordum. … Sabah saat iki civarında Washington’dan telefon
geldi. …Milli Güvenlik Konseyi üst- düzey memurlarından olan Dick Clarke’dı.
B-52’’lerin İspanya’dan Irak istikametine havalandıklarını ve hemen Türk hava
sahasından geçiş izni alınmasına ihtiyaç duyulduğunu söyledi. … Cumhurbaşkanı
Turgut Özal ile irtibat kurduktan sonra onu arayacağımı bildirdim.
Gerektiğinde uçuşların makul bir şekilde
tekzip edilebilmesini sağlamak amacıyla, uçakların Suriye sınırına yakın uçup
uçamayacaklarını sordu. Evet, diye cevap vererek, bunu hemen Washington’a
ileteceğimi söyledim. O da, geçiş izni verdiğini belirtti. Ben daha sonra Cumhurbaşkanına,
Amerikalıların Kuzey Irak’taki hedefleri bombalamak için Türkiye’de hava
üslerine ihtiyaç duyduğunu ve bu konuyu defalarca müzakere ettiğimizi
hatırlattım. Konu şimdi çok önemliydi ve acilen Türk hükümetinin üslerin
kullanımına izin vermesine ihtiyacımız vardı. … Aynı gün Özal TBMM’nin onayını
almak için girişimi başlattı. … Özal’ın partisi Mecliste çoğunluğa sahipti ve
Meclis öğleden sonra teklifi onayladı. Akşamın erken saatlerinde Özal aradı ve
ilk sözleri şunlardı: “Pekala sayın Büyükelçi, memnun oldunuz mu?”
Memnuniyetimi itiraf ettim ve teşekkür ettim.
Meclis
içinde ve dışında pek çok kişi üstlerin kullanılmasına karşıydı. Bunlara
Türkiye’yi 2000’lerde yöneten Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakan Bülent
Ecevit de dâhildi.’’[7]
Ülke
içindeki yoğun tartışmalara rağmen, Turgut
Özal’ın Körfez Savaşı koalisyonuna katılma kararını TBMM’den geçirir.
ABD Türkiye Büyükelçisi Morton Abramowitz; ‘‘Özal, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni
Ortadoğu’da çok daha aktif bir dış politika izleme yönünde çağrıda bulunmuş ve
parlamentonun Irak’a karşı müttefiklerin askeri operasyonlarını destekleme
konusunda kendisine daha geniş savaş yetkileri verme konusundaki
isteksizliğinden hayal kırıklığına uğramıştır. Bununla birlikte Meclis’ten
Irak’a karşı BM yaptırımlarına destek sağlamayı başarmış ve nihayet koalisyon
güçlerinin Türk askeri tesislerini kullanması için izin alabilmiştir.‘’[8]
ABD’nin Körfez Savaşı’nda
Türkiye’den isteklerini, dönemin ABD
Büyükelçisi Morton
Abramowitz, üç başlık altında toplar.
‘‘ABD, Körfez Savaşı esnasında Türkiye’den üç adet istekte
bulundu: Kuzey Irak’a karşı yoğun hava saldırılarının
gerçekleştirilmesi amacıyla üslerin kullanımı, Saddam’ı
Türkiye sınırındaki askerlerini Kuveyt cephesine sevk etmekten caydırmak
amacıyla daha fazla Türk askeri birliğinin sınır bölgesine kaydırılması,
Suudi Arabistan’da toplanan müttefiklere bir Türk taburunun da katılması.’’[9]
Özal, Türk
kamuoyunun, siyasi ve askeri kuruluşların karşı çıkışlarına rağmen ABD
önderliğindeki koalisyon kuvvetlerine Türk topraklarını kullanma hakkı verir.
Türk ordusunu savaşa hazır duruma getirir. Irak’ın bombalanması için
Adana’daki İncirlik Havaalanı koalisyon kuvvetlerine açar. 150.000 askeri sınır
bölgesine yığar. Türk askerleri herhangi bir çatışmaya girmezler, ancak Irak’ın
8 tümen (yaklaşık 180.000 askerini) Kuzey sınırında tutmasını sağlayarak
ABD’nin güneydeki operasyonlarına katkı sağlar.[10]
Özal iktidarı ABD’nin Körfez Savaşı için Türkiye’den talepte bulunduklarından
sadece birini karşılayamaz.
Morton Abramowitz, ‘‘Özal bir Türk birliğini Suudi Arabistan’a gönderme isteğini reddetti. Bu
konuda da Amerikan isteğini kabul etmeye hazırdı; fakat Türk genelkurmayının
şiddetli muhalefeti ile karşılaştı.’’ [11]
Cumhurbaşkanı
Turgut Özal’ın Körfez Savaşı’nda ABD
çıkarları açısından oynadığı rolü, o dönemim ABD Büyükelçisi olan Morton Abramowitz, veciz
bir cümle ile ifade eder: ‘‘Amerika açısından Özal’ın yaptıkları
mükemmeldi. (vurgu y.a.)’’[12]
ABD’nin Körfez Savaşı politikası ve
Türkiye’den talepleri, savaş sonrasında oluşturulan Çekiç Güç politikası
ülkemizdeki İktidar
Bloğunu çatlatır. ABD’li stratejistler-politika
yapıcılarının hepsi Hakim İttifak içindeki çatışmayı ve bu çatışmanın Orta
Doğu’daki ABD politikaları için yol açacağı sorunları raporlarında bir çok
boyutuyla ele alırlar. Nitekim ikinci Körfez Savaşı öncesinde 1 Mart teskeresinin TBMM’de ret edilmesi
ile birlikte büyüyen çatlak, ana akım Atatürkçü, ‘Milliyetçi’-İslamcı
kesimlerin yenide sisteme entegre edilmeleri ve bir kısmının da tasfiyesiyle
sona erdirilir.
Devam
edecek…
Gelecek
yazı: Körfez Savaşı ve
İktidar Bloğu’nun Çatlaması
[2]
Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, Joseph S. Nye-David A. Welch, s
312-313, T. İş Bankası Yayınları, 2011
[3]
Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası, Derleyenler: Barry Rubin ve Kemal
Kirişçi, ABD – Türkiye İlişkileri: Yenilenen Ortaklıkta Yeni Belirsizlikler,
Kemal Kirişçi, s 209
[4]
Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, Amerika’nın Türkiye Politikasının
Belirlenmesi Sürecinde Karşılaşılan Güçlükler, Morton Abramowitz, s224
[5] Günümüzde
Türkiye’nin Dış Politikası, Derleyenler: Barry Rubin ve Kemal Kirişçi,
Türkiye’nin Ortadoğu Politikasının Geleceği, Kemal Kirişçi, s 158
[6] Köprü
mü Engel mi? Soğuk Savaşın Ardından Türkiye ve Batı, lan O. Lesser, Türkiye’nin
Yeni Jeopolitik Konumu s154
[7]
Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, Amerika’nın Türkiye Politikasının
Belirlenmesi Sürecinde Karşılaşılan Güçlükler, Morton Abramowitz, s 222-223
[8]
Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası, Derleyenler: Barry Rubin ve Kemal
Kirişçi, Türkiye’nin Ortadoğu Politikasının Geleceği, Kemal Kirişçi, s 162
[9]
Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, Amerika’nın Türkiye Politikasının
Belirlenmesi Sürecinde Karşılaşılan Güçlükler, Morton Abramowitz, s224
[11]
Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, Amerika’nın Türkiye Politikasının
Belirlenmesi Sürecinde Karşılaşılan Güçlükler, Morton Abramowitz, s225
[12] Türkiye’nin
Dönüşümü ve Amerikan Politikası, Amerika’nın Türkiye Politikasının Belirlenmesi
Sürecinde Karşılaşılan Güçlükler, Morton Abramowitz, s225
Haluk
BAŞÇIL
anafikir.gen.tr
/ 16.02.2015