Körfez Savaşı ve ‘İktidar Bloğu’ nun Çatlaması
Körfez Savaşı’nın patlak vermesiyle
birlikte, Türk dış politikasının belirlenmesinde aktif rol oynayan kesimler
arasında izlenecek tutuma ilişkin önemli bir ayrışma yaşanır. Başta Ordu, Dış
İşleri Bakanlığı olmak üzere devlet içindeki, düzen-istikrar ve devamlılık
isteyen Geleneksel Batıcı kesimle Yeni Dünya Düzenci (YDD), Amerikancı kesimler
karşı karşıya gelirler.
Ana akım “Atatürkçü” gelenekselci
kesimler iki nedenden dolayı Körfez Savaşı’na karşı çıkarlar.
·
Birincisi ve en önemlisi; Körfez Savaşı’nın Türkiye’de Kürt sorununu daha da
derinleştireceği kaygısıdır. Bu kaygıları ABD’nin bölge uzmanları şöyle
sıralarlar:
o
Saddam’ın ABD tarafından devrilme çabalarının Irak’ı istikrarsızlığa
sürükleyeceği ve Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti oluşumuna yol
açacağından endişeleniyorlardı.
o
Irak’ta özerk bir Kürt eyaletinin Türkiye’deki Kürtleri hareketlendireceği
ve PKK’ya karşı yürütülen savaşı zaafa uğratacağından kaygılanıyorlardı. [1]
o
Saddam’sız federe bir Irak yerine, Saddam’ın yeniden güç kazanarak güçlü
bir üniter devlet kurmasını tercih ediyorlardı.[2]
Alan Makovsky, ‘‘Türk karar
vericilerin çoğunun Saddam Hüseyin’den kuşkusu vardır. Ancak onlar, Irak’ta
devletin bölünmesi ve bunu izlemesi muhtemel Kürt bağımsızlığı ihtimaline
karşı, Saddam gibi biri tarafından yönetilecek olsa bile, Irak’ta güçlü bir
merkezi yönetimi de su götürmez biçimde desteklemektedirler.’’[3]
·
İkincisi, Soğuk Savaş sonrasında, NATO’nun ‘alan dışı’ askeri müdahalelerde
bulunmasını, Ordu istemiyordu. Türkiye’nin askerlerini ülke dışında –Orta
Doğu’da yabancı bir ülkede- konuşlandırılmasına, hatta Irak sınırında büyük
ölçekli operasyonlar düzenlemesine de karşıydı.
Ordu (ana akım “Atatürkçü”ler) ve ‘milliyetçi’-İslamcı kesimler,
Türkiye’nin güvenliği açısından ne ABD’nin Orta-Doğu politikalarına aktif
olarak katılmak ne de Arap ülkelerinin ve halklarının düşmanlığını üzerine
çekmek isterler. Bunu ABD’nin Türkiye
Büyükelçisi Morton Abramowitz, açıkça dile getirir.
‘‘Türkiye
ile Batı arasında Orta Doğu’ya kadar uzanan “bölge dışı” bir güvenlik
anlaşmasının yapılmasının Türkiye’de büyük bir iç muhalefetle karşılaşacağına
inanıyorum. … Arap komşulara karşı Türkiye’de derin bir hoşnutsuzluk mevcuttur.
Türk ordusu süren Batı yardımlarını hoş karşılamakla birlikte, Orta Doğu’da Batı
tarafından oluşturulacak bir ittifak sistemine katılarak ilişkilerini bozmaya
pek hevesli değildir.’’ [4]
lan O. Lesser, ‘Köprü mü Engel mi? Soğuk
Savaşın Ardından Türkiye ve Batı’ başlıklı RAND için hazırladığı Rapor’da Türk ordusunun ‘alan dışı’ askeri müdahalelere karşı çıkışını şöyle açıklar:
‘‘NATO’nun Güney Sahasındaki
diğer ülkelerdeki ordunun müttefik operasyonlarına aktif katılım isteğinin
siyasal liderlerin muhafazakâr tutumu nedeniyle yumuşatıldığı durumun aksine,
Türk Genel Kurmayı Körfez’e askeri katılım konusunda son derece ihtiyatlı bir
tutum benimsemiştir. Bu muhafazakârlık Atatürk’ün dış maceracılık ve
Türkiye’nin egemenliğinden taviz verilmesi karşıtı görüşlerine olan bağlılık
ile kısmen açıklanabilmektedir (koyulaştırma ya.).’’
[5]
Ordunun yanı sıra Batı yanlısı gelenekselciler (ana akım “Atatürkçü”ler) ve
Erbakan liderliği altındaki İslamcılar da Körfez Savaşı’na karşı çıkarlar.
Orta-Doğu’da Müslüman ülkelere karşı Türkiye’nin Batı’nın çıkarları
doğrultusunda “güvenlik rolü” üstlenmesini istemezler. Ian O. Lesser bu karşı çıkışları söyle tanımlar:
‘‘ABD-Türkiye
savunma işbirliğinin resmen artırılmasına yönelik umutlar sınırlı kalmıştır,
Özal’ın çatışma sırasında ve sonrasında ABD ve müttefiklere üs sağlama
konusundaki istekliliği, Türk solundan milliyetçi ve köktenci sağa ve bizzat
ordu liderlerine dek birçok çevrede güçlü bir iç muhalefet ile karşılaşmıştır,
tamamen Batı yanlısı olan … Ordu liderleri, Türk tesislerinin yabancı kuvvetler
tarafından büyük ölçekli olarak kullanımını Türkiye’nin egemenliğine aykırı bir
durum olarak görmüşlerdir. Ayrıca Körfez monarşilerine yönelik aktif desteği
ile iç politikada dinci sağı destekleme taktiği arasında bir bağlantı
olabileceğinden şüphe eden birçok üst düzey komutan, Özal’ın Körfez konusundaki
hedeflerine güven duymamıştır. … Bu deneyimin net sonucu siyasal yelpazenin tüm
kanatlarında, ABD ile güvenlik işbirliği de dahil olmak üzere, ulusal
egemenliğe ilişkin konularda hassasiyetin artması olmuştur.’’[6]
Körfez krizinde YDD’ci Amerikancıların başını çeken Özal, devletin kurumsal (Dış İşleri
Bakanlığı, Ordu-MGK) ve politik yapılarında (siyasi partilerde) egemen
durumdaki Batı yanlısı gelenekselcilerin direncini, oldubitti ile aşmaya
çalışır. ABD’nin bölgeye ilişkin taleplerinin Özal büyük ölçüde karşılasa da, buna karşı
çıkan kesimlerin ileride de yeni sorunlar yaratacakları ortaya çıkar.
‘‘Körfez
Savaşı boyunca Özal’ın uyguladığı politikanın kural değil istisna olması
kuvvetle muhtemeldir. Bu yüzden ABD’nin, Türkiye’nin çıkarları tehlikeye
girmedikçe, Türkiye’nin kendisine üslerini kullandıracağını beklemesi akıllıca
değildir.’’ [7]
Özal, Hükümette Batı yanlısı gelenekselcilerle birlikte
davranan Başbakan Yıldırım
Akbulut’u ve Dışişleri Bakanı Ali
Bozer’i devre dışı bırakır.
Dışişleri Bakanı Bozer, Ağustos 1990’da Kerkük- Yumurtalık
petrol boru hattının kapatılması kararını gazetecilerden öğrenir. Cumhurbaşkanı Turgut
Özal’ın ABD’yi
ziyaretinde, Başkan George
Bush’la yaptığı görüşmede ABD Dışişleri Bakanı James
Baker de yer alırken Türk Dış İşleri Bakanı Ali
Bozer toplantıya alınmaz. Bakan da dönüşte, 11
Ekim 1990’da, istifa eder. Bu ilk istifadan sonra Aralık ayının başında Milli Savunma Bakanı Safa
Giray, sonrasında da Genel Kurmay Başkanı Necip
Torumtay istifa eder.
“Atatürkçü” Geleneksel Batıcılar Türkiye’nin savaşa sokulma gayretlerine
istifalarla karşı koymaya çalışırlar. Bu istifalar ABD’de değerlendirilir.
‘‘Özal’ın
politikası Türkiye’nin Orta Doğu olaylarına çok fazla karışmaktan kaçındığı
geleneksel politikasından önemli bir ayrılışı ifade eder ve özellikle Türk
ordusu tarafından güçlü bir muhalefetle karşılaşmıştır. [8]
‘‘…(Özal yn.) Bir taraftan
müttefik uçaklarına kendi hava üslerinden Irak hedeflerine saldırmalarına
müsaade eden, diğer taraftan Irak ordusunun önemli bir bölümünü kuzeyde
bağlayan Türkiye Irak’ın yenilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak Özal’ın
politikası Türkiye içinde hatırı sayılır derecede eleştiri ve muhalefete yol
açmış ve Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay, Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve
Savunma Bakanı Sefa Giray’ın istifalarına bile sebep olmuştur. Ancak, Turgut
Özal bu gelişmelerden etkilenmiş gibi görünmemektedir. Bunun yerine iyice
yerleşmiş Türk politikasından önemli bir sapma olarak, Saddam Hüseyin’e karşı
ayaklanmış Kuzey Iraktaki Kürt liderleri ile Mart 1991’de diyaloga geçmiştir.
Sonuçta, koalisyon üyelerini Kuzey Irak’ta güvenlikli bir bölge oluşturmaya ve
aşağı yukarı yarım milyon Iraklı Kürt mültecinin ülkelerine geri
gönderilmelerini sağlamak için Çekiç Güç Operasyonu’nu başlatmaya ikna etmede
önemli bir rol oynamıştır.’’ [9]
Körfez Savaşı krizinde, hâkim ittifak
içinde çıkan görüş ayrılığından YDD’ci Amerikancılar ve bölgede Kürt oluşumunu
savunanlar güçlenerek çıkarlar.
Körfez savaşı sürecinde Ordu ve politik
arenadaki Batı yanlısı gelenekselcileri ikna etmek için ABD’nin bölge-Türkiye
uzmanlarının geliştirdikleri tezler, ülkemizde de belirli dönemlerde basında ve
politik alanda dile getirilen bir takım önermelere de kaynaklık etmektedir:
· Paul
Henze: ‘Türkiye ve Atatürk’ün
Mirası’
adlı kitabında, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” temel politikasının onun
dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk yılları için mantıklı olduğunu, ancak
bunun, 20. Yüzyılın sonlarında, çağdaşlaşan ve Batılılaşan Türkiye için artık
yeterli bir politika olamayacağını söyler. [10]
· Graham
E. Fuller: RAND için hazırladığı raporlarda ve makalelerinde, Türkiye’nin
muhtemelen Atatürk’ün zamanından bu yana görülen en büyük değişimin içinde
olduğunu, Atatürk ideolojisinin sonsuza dek hiç eleştirilmeden geçerli kabul
edilmesi yerine, geçmişi daha objektif bir şekilde ele alacak bir revizyona
ihtiyaç olduğu söyler. Yakın dönemde Türkiye’nin evrilmekte olan yeni kimliği
ile birlikte Müslüman dünyasındaki tarihi rolünü daha fazla fark edeceğini ve
Orta Doğu siyasetinde önemli bir oyuncu haline geleceğini dile getirir.
·
lan
O. Lesser: RAND için hazırladığı raporların
yanı sıra makalelerinde, Avrupa üzerindeki SSCB tehdidinin kalkmasının NATO’nun
işlevini tartışmaya açtığını dolayısıyla Türkiye’nin Batı ittifakı içindeki
öneminin azaldığını ve Batı güvenliğine ilişkin görevlerinde de bir belirsizlik
olduğunu yazar. Ortadoğu’nun istikrarsız ortamında, Türkiye’nin ABD’nin yanında
etkin bir rol almasının ve Batılı müttefiklerinin harekâtlarında üs görevi
üstlenmesinin, yer harekâtlarında da lojistik destek sağlamasının Batı nezdinde
yeniden önem kazanmasına yol açacağını iddia eder. Bu nedenle Körfez Savaşı’nın
Türkiye’ye “yeni stratejik ilişkiler” ve “fırsat kapılarını” açacağını söyler. [11]
·
Stephen
Larrabee: Türkiye’nin İslâmî mirasından yararlanarak, Orta Doğu ve Asya’nın Müslüman
ülkeleriyle bağlarını sıkılaştırabileceğini, fakat bunun içerde Türk dış
politikasına İslami bir etiket yapıştırılmasına yol açacağını söyler. Dış
politikada da önemli ağırlığı olan, kendilerini Atatürk devriminin koruyucusu
olarak gören Türk ordusunun yanı sıra bürokraside, üniversitelerde, medyada
büyük ağırlığı olan Batı yanlısı elitlerin de güçlü bir direnç göstereceğini
vurgular. Tüm bu kesimlerin Türkiye’nin Orta-Doğu’da önemli bir rol oynamasına
çekinceyle yaklaştıklarını belirtir. Türkiye’nin gelecekte AB üyesi olma şansı
düşük olduğundan, Washington’a daha fazla yaklaşmak durumunda kalacağı ve
istemlerine karşı duramayacağını söyler.[12]
·
Morton
Abramowitz: Türkiye’nin
dünyada çok az dosta sahip olduğunu, NATO ülkelerinin bile Türkiye’ye fazla
sempati duymadığını söyler. Komşularıyla bile sıcak ve yakın ilişkilerinin
bulunmadığına değinir. ABD’li mevcut karar vericilerin ve çok sayıda Amerikan
think-tank kuruluşunda çalışan siyaset yapıcıları, Türkiye’nin stratejik
önemine yönelik düşüncelerinin, hesaplarının çoğu zaman ülkenin iç politikasından
kaynaklanan güçlükleri aşamadığını söyledikten sonra ABD ile Türkiye arasındaki
karmaşık ilişkilerin ülkedeki iç gelişmelere ve AB adaylığı sürecinin nasıl
ilerleyeceğine bağlı olduğunu belirtir.
·
George
S. Harris: Körfez Savaşı’nın Türkiye’ye daha umut verici olanaklar sunacağını,
NATO’nun “bölge-dışı” operasyonları için ülkenin, bölgenin başlıca üslerinden
biri haline gelerek dünyanın gözündeki “karışık Orta Doğu’da istikrar ve huzur
merkezi” konumuna yükseleceğini söyler. [13]
ABD, Yeni Dünya Düzeni planlarına uygun
Orta-Doğu’ya yönelik emperyalist emellerini bölge politika üreticileri ve
Washington’daki yöneticiler Türkiye’nin geleneksel dış politikasını, Orta-Doğu
politikasını etkilemek, değiştirmek ve yönlendirmek için ülkemizin iktidar
çevrelerine, kanaat önderlerine benimsetmek için yoğun çaba harcarlar.
ABD’nin Orta Doğu uzmanları ve yönetimde yer alan yönetici kadroları,
Orta-Doğu’nun Yeni Dünya Düzeni planlarına uygun olarak dönüştürülmesi için
Türkiye’nin geleneksel dış politikasını, Orta-Doğu politikasını etkilemek,
değiştirmek ve yönlendirmek için yoğun çaba harcarlar. Ülkemizin iktidar
çevrelerine, kanaat önderlerine vb. kendi politikalarını benimsetmek ve hiçbir
engelle karşılaşmadan hayata geçirilebilmek için de ikna, ödül, tehdit, şantaj
ve gözdağı verme dâhil her türlü yöntemi kullanırlar. Zaman zaman ortaya çıkan
kısmi bağımsız dış politikanın daha da daraltılmasını ve Atatürk’ün “Yurtta
Barış Dünyada Barış” şiarının terk edilerek, değişen dünyaya
uygun daha aktif politikalar izlenmesini isterler. Önerdikleri yeni
politikalar ABD’ye bağımlılığı daha arttırır ve geleneksel dış politikanın da
terk edilmesini gerektirir.
Başbakan/Cumhurbaşkanı Özal’ın ‘yeni politika anlayışı’ olarak dile getirdiği dış politika yaklaşımı,
ABD’nin Orta-Doğu’ya yönelik yeni emperyalist emellerinin Türkçe sürümü
olduğunu bugün daha da açığa çıkmış durumda. Bu yeni Amerikan politikasının bir
hedefi de Kürtlerdir. ABD bölgede ortaya çıkan Kürt dinamiğinin önünü açarak,
içine girerek, bu dinamiği hem içinden hem de dışarıdan müdahalelerle etkiler,
kendi çıkarlarına uygun bir şekilde çarpıtır. Günümüzden 1990’lara bakınca,
ABD’nin himayesinde ve bölge politikalarının bir unsuru, bir Kürt devleti
oluşturma politikaları artık daha net görülüyor.
[1]Türk
Batı İlişkilerinin Geleceği: Stratejik Bir Plana Doğru, Türk Dış Politikası ve
Güvenlik Politikası: Yeni Boyutlar, Yeni Güçlükler, F. Stephen LARRABEE, ASAM
Yayınları, 2001, s 34
[2] Sunuş,
Büyükelçi Morton Abramowitz, Balkanlar’dan Batı Çin’e, Türkiye’nin Yeni
Jeopolitik Konumu,S XII
[3]
Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, ABD’nin Türkiye Politikası-
Gelişme Ve Sorunlar, Alan Makovsky, s 340
[4]
Sunuş, Büyükelçi Morton Abramowitz, Balkanlar’dan Batı Çin’e, Türkiye’nin Yeni
Jeopolitik Konumu,S XIV
[5]
Köprü mü Engel mi? Soğuk Savaşın Ardından Türkiye ve Batı, lan O. Lesser,
Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu s154
[6]
Age, s 158
[7]
Age, s 158
[8]Türk
Batı İlişkilerinin Geleceği: Stratejik Bir Plana Doğru, Türk Dış Politikası ve
Güvenlik Politikası: Yeni Boyutlar, Yeni Güçlükler, F. Stephen LARRABEE, ASAM
Yayınları, 2001, s 34
[9]
Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası, Derleyenler: Barry Rubin ve Kemal
Kirişçi, Türkiye’nin Ortadoğu Politikasının Geleceği, Kemal Kirişçi, s 163
[10]
Türkiye ve Atatürk’ün Mirası, Paul B. Henze, Komen Yayınları, 2003, s 129
[11]
Türk Batı İlişkilerinin Geleceği: Değişmekte Olan Türkiye’de Batı’nın
Çıkarları, Ian O. Lesser, ASAM Yayınları, 2001, s 75
[12]
Türk Batı İlişkilerinin Geleceği: Stratejik Bir Plana Doğru, Türk Dış
Politikası ve Güvenlik Politikası: Yeni Boyutlar, Yeni Güçlükler, F. Stephen
LARRABEE, ASAM Yayınları, 2001, s 52
[13]
Türkiye’nin Yeni Dünyası, Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, A.B.D. –
Türkiye İlişkileri, George S. Harris, s 259
Haluk
BAŞÇIL
anafikir.gen.tr
/ 09.03.2015
Irak’ın Parçalanması ve Türkiye’nin Yeniden Yapılandırılması:
1- Birinci Körfez Savaşı ve Özal İktidarı