30 Mart 2017 Perşembe

Fırat Kalkanı’nın Açmazları – 2

Bu yazının birincisini, yani “Fırat Kalkanı’nın Açmazları – 1”i, harekat başladıktan hemen sonra, 25 Ağustos 2016’da yazmıştık.
İkincisini de bugün, harekatın bitirildiğinin açıklanmasından hemen sonra yazıyoruz…
HAREKÂT NE AMERİKANCIDIR NE DE ABD’YLE SAVAŞTIR
Fırat Kalkanı Harekâtı başladığında iki uç görüş vardı. Soldan, sol çevrelerden yapılan değerlendirmelerde Fırat Kalkanı’nın Amerikancı bir operasyon olduğu iddia ediliyordu. Sağdan, ulusalcı kesimlerden yapılan değerlendirmelerde ise operasyonun vatan savaşı olduğu, ABD’yle Türkiye’nin savaştığı iddia ediliyordu.
Çokça belirtiğimiz gibi, ikisi de doğru değildi. Fırat Kalkanı Harekâtı Amerikancı bir harekat değildi ancak stratejinin düzeltilememesi ve doğru ittifaklar kurulamaması durumunda Amerika’nın kucağına düşme riski vardı. Ve elbette Fırat Kalkanı harekâtı Türkiye’nin ABD’yle savaşı da değildi!
Zira bölgedeki gelişmeler ve ilişkiler bir düz doğru şeklinde ele alınamayacak durumdadır. Kaldı ki, doğada da aslında durum böyledir. Süreç ne tek başına düz doğru boyunca ilerler, ne de sadece dalga şeklinde hareket eder. İkisi iç içedir. Çünkü madde, yalnızca kütlesi olan bir parçacık değil aynı zamanda enerji transferi yapan bir dalgadır.
Konu Ortadoğu olunca, düz doğru ile dalgalı hareket daha da iç içe geçer; DNA sarmalı halini alır…
SADECE OLUMLU OLGULARA BAKMA HATASI
İlk günkü değerlendirmemizde kimi olgulara ve tabii stratejideki yanlışlığa bakarak şu uyarıyı yapmıştık: “Fırat Kalkanı’nın başarısı şu iki şeye bağlıdır: 1) ABD’yle değil, Rusya’yla hareket edilmesine. 2) Sahada ÖSO’yla değil, Şam’la iş birliğine.”
Bu iki temel noktanın sadece 0.5’i gerçekleşti. Ankara Rusya’yla hareket etti ama ABD’yle pazarlık yapmaktan, Rakka için ortak harekât aramaktan, ABD’ye üsleri açık tutmaktan vazgeçmedi. Dahası ABD’nin bu üslerden mücadele ettiğimiz terör örgütlerine yardım taşımasına engel olmadı!
Kimi ulusalcı tezlerde dile getirilen “Türkiye’nin mecburiyetleri var, AKP nasıl olsa Şam’la iş birliği yapmaya mecbur kalacak” iddiasına karşın, AKP Şam’la iş birliğine yönelmedi. Hatta bir ara harekatın ana hedefinin Esad rejimini yıkmak olduğunu bile dile getirdi.
Kaldı ki süreç “mecburiyetler” yaklaşımından sıyrılarak incelenebilse, Suriye uçağıyla yapılan bombardıman mesajından, Rusya’nın Türkiye’ye Suriye hava sahasını kapatması mesajından bile önemli sonuçlar çıkarılırdı.
Salt olumlu görünen olgulara bakılmayıp, tüm olgular incelense Moskova’dan gelen “Suriye’nin kuzeydoğusunda ‘küçük bir Türkiye’ oluşmasından endişe ediyoruz” mesajlarından köklü sonuçlar çıkarılırdı…
Olmadı, hatta şu son aşamada, gayet net görülen Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi ile AKP Hükümeti’nin Astana sürecini gevşetmeye başlaması arasında bağ bile görülemedi…
FIRAT KALKANI’NIN ZAAFI: ERDOĞAN
Harekatın en büyük zaafı, Türkiye’nin Tayyip Erdoğan tarafından yönetiliyor oluşuydu.
Erdoğan’ın ABD’yle karşı karşıya konumlandığı, milli saflara geldiği, Avrasya’ya yöneldiği gibi hayaller bir kenara bırakıldığında görülecektir ki, Erdoğan’ın Fırat Kalkanı harekatındaki bir numaralı hedefi, askerden farklı olarak, harekâtı iktidarını konsolide etmenin bir aracı olarak kullanmaktı. AKP medyasının “82. İl Halep” manşetleri attığı, Erdoğan’ın “harekatın hedefi Esad’ı yıkmaktır” dediği şartlarda hâlâ “Türkiye’nin mecburiyetleri var, Erdoğan Esad’la anlaşacak” demek, idealizmdi…
Öte yandan Erdoğan’ın harekât boyunca ABD’ye “ortağın PKK mı, yoksa ben miyim” diye seslenmesi ve pazarlık araması, Fırat Kalkanı harekatının zaaflarındandı.
Ayrıca Erdoğan’ın siyasi hevesler uğruna sürekli harekatın hedefleriyle ilgili açıklamalar yapması, gizli kalması gereken askeri hedefleri açıklaması, asker ile siyasetçilerin birbirini tutmayan açıklamaları harekatın zaaflarındandı. Örneğin asker “El Bab tamamlandı” derken, AKP “tamamlanmadı” diyordu. Örneğin kimi AKP sözcüleri “El Bab’dan sonra Münbiç” derken, kimi AKP sözcüleri de “önce Rakka” diyordu.
Bir başka zaaf da, sürekli hedefin 5 bin kilometrekarelik alanın güvenli bölgeye dönüştürülmesi diye konulmasıydı. Neticede 2 bin kilometrekarede kalındı. Yani salt bu yönüyle bile harekata “başarısızlık” damgası vurdurulmuş oldu!
Diğer yandan Erdoğan ve AKP Hükümeti’nin harekât boyunca İran düşmanlığı yapması da harekatın zaaflarındandı.
KÜRDİSTAN’IN MİMARLIĞINA GİDEN YOL
Fakat en önemli mesele “Kürt Koridoru” ile ilgiliydi:
1) Irak Kürdistanı ile ittifak kurmak ama Suriye Kürdistanı’na karşı çıkmak, stratejik bir yaklaşım değildi.
2) Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD kantonlarını kabul edip, “Fırat’ın batısına geçemezsiniz” demek gerçekçi değildi. “Kaldı ki, kantonlardan Afrin zaten Fırat’ın batısındaydı)
3) Barzani’ye evet, Öcalan’a hayır demek sürdürülemezdi.
4) İstanbul ve Ankara’da Irak Kürdistanı bayrağı sallandırmak ama Kerkük’te asılmasına karşı çıkıp, “Irak anayasasına aykırı” diye açıklama yapmak, sonuç getirmezdi.
5) Bağdat’la kavga edip Barzani’yle ittifak kurarak, Esad’la kavga edip ÖSO’yla iş tutarak ve İran’la karşı karşıya gelerek, ABD’nin Basra’dan Doğu Akdeniz’e uzatmaya çalıştığı Kürt Koridoru’na karşı olabilmek mümkün değildi.
6) Hem ABD’nin Kürt Koridoru’na karşı olup, hem ABD’yle ortak kalmak, yeni ABD Başkanı’ndan destek aramak, birlikte Suriye’de ortak operasyon yapmayı istemek, “devlet aklı” değildi!
Bu tür ikilemlerin gideceği sonuç bellidir: Tıpkı Irak’ta olduğu gibi, Suriye’de de kendinizi müteahhit ABD adına Kürdistan’a mimarlık yaparken bulursunuz!
DEVRİMCİ MUHALEFET İHTİYACI
Sonuçta ne oldu? “Menbiç’e giriyoruz” denilirken, TSK’nin etrafı fiilen sarılmış oldu; bir yanda ABD, bir yanda Rusya, bir yanda Suriye Ordusu, bir yanda PKK/PYD…
Rusya’yla anlaşılmış hedeflerin dışına çıkan Erdoğan, TSK’yi El Bab’da sağa sola dönemez, ileriye gidemez, sadece geriye dönebilir hale düşürdü ve 29 Mart 2017 tarihli Milli Güvenlik Kurulu kararıyla Fırat Kalkanı Harekatı’nın bittiğini açıklamak zorunda kaldı. Tam da yeni ABD Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’yi ziyaret edeceği 30 Mart 2017’den bir gün önce!
Esas vahim tabloyla asıl bundan sonra karşılaşabiliriz: AKP Hükümeti Türkiye’yi tamamen ABD’nin kucağına düşürebilir…
Zira Rusya’yla bozuşmaya başladık: Rusya’dan ithal ettiğimiz tarım ürünlerine %130 vergi koyduk. Ekonomi Bakanı, Rusya’yla normalleşmenin istenilen düzeyin çok çok altında olduğunu söylüyor. Rusya Tarım Bakanlığı tarım ürünlerimize koyduğu kotanın bir kısmını kaldırmadı. Turizm beklendiği gibi canlanmadı.
Dahası Moskova, suikasta uğrayan Ankara Büyükelçisi’nin yerine üç aydır yeni bir atama yapmadı!
Kısacası hem içeride hem de dışarıda oldukça sert bir viraja giriyoruz. Bu sert virajı arabayı devirmeden alabilmemizin ilk yolu, öncelikle 16 Nisan’da Erdoğan’ın başkanlık hayallerine hayır diyebilmemizden geçmektedir!
Ardından, Erdoğan’ın milli saflara geldiği, vatan savunması yaptığı, ABD’yle savaştığı, Avrasyacı olduğu, NATO’dan çıkıp ŞİÖ’ye gireceği yanılsamalarını bırakarak ve onunla bir “milli seferberlik hükümeti” kurulabileceği hayalinden sıyrılarak, devrimci muhalefet yapabilmeye odaklanmalıyız!
Çok çok geç olmadan…
Mehmet Ali Güller

30 Mart 2017