9 Mart 2017 Perşembe

Uzaktaki Düşman


1969’da Mao Zedung, özel doktoru Li Çisuiye, “Bütün düşmanlarımız birleşip bize kuzeyden, güneyden, doğudan ve batıdan saldıracak olurlarsa, sence ne yapmalıyız?” der.  “Japonya’nın ötesinde ABD var. Atalarımız yakındaki düşmanla savaşırken, uzaktaki düşmanla anlaşma yapmayı tavsiye etmemişler midir?” O sırada yakındaki düşman Sovyetler Birliği, uzaktaki düşman ABD idi. Mao’nun Nixon’la buluşup dünya dengelerini altüst etmesine daha üç yıl vardı.
Günümüzde uzak-yakın-dost-düşman kavramları 50 yıl öncesinden çok farklı ve  hızla yer değiştirmeleri eskisinden daha muhtemel. Çin’e yönelik kuzeyden bir saldırı ihtimali yok. Bununla birlikte, Duginin “Moskova-Pekin Mihveri sağlam değil, şartlıdır, tarihen tesadüfidir” sözlerini unutmamak gerekir (Dugin, 2005, s. 345).
Dugin’e göre, Moskova kendi coğrafyasının zorlamasıyla “Avrasyacılığın kutbu olarak kalmaya mahkûmdur” (agy). Çin’in böyle bir zorunluluğu yok; güney istikametinde bir etki alanı oluşturabilir. Fakat güney istikametinde ABD; Japonya (iç içe geçen hava savunma alanları, Senkaku-Dioyu adaları ve çevresindeki Çunksiao doğal gaz kaynakları), Güney Kore (Yüksek İrtifa Hava Savunma Sistemleri), Malezya (Malakka Boğazı), Filipinler, Kamboçya, hatta stratejik işbirliği anlaşmasıyla  Hindistan’ı kullanarak Çin’i çok geniş bir alanda askeri ve iktisadi olarak çevrelemeye çalışıyor.
Trump’ın “iki Çin” ifadesi  patavatsızlık olarak kabul edilemez. Global Times (Renmin Ribao/Halkın Günlüğü’yle aynı çizgide bir dış politika yayını) Çin büyüdükçe stratejik risklerinin arttığını, Dongfeng-41 balistik füzelerinin Trump’ın Çin’le ilgili provokatif sözlerine bir tepki olarak görüldüğünü yazdı (23.01.17). Rusya sınırına yerleştirilen balistik füzeler Chinese Military’de (Çin Ordu Gazetesi) haber olarak yer aldı (29.01.17). Nihayet Çinli bir “üst düzey askeri yetkili” ABD’yle savaşın artık bir “olasılık” değil, “pratik  bir gerçeklik” haline geldiğini söyledi ve bu sözler bütün dünya basınında yer aldı. Bu arada ABD, Rusya ve Çin’in nükleer saldırıya dayanma kapasitesini araştırıyor (Sputnik, 30.01.17).
Uzatmayalım ve “Avrasya coğrafyasına mahkûm” olan Rusya’ya gelelim... Rusya, Ukrayna’yı, Kiev’i; yani kendi anakarasının “sınır bölgesi”ni (Ukrayna/Ruthenya’nın sözcük anlamı “sınır bölgesi”dir)  kaybetti. Donetsk’te çatışma var. En önemlisi, Baltık ve Polonya üzerinden II. Savaş’tan bu yana en kapsamlı ABD askeri yığınağıyla karşı karşıya.
Batı ekseni kapanan Rusya, Kırım’ı elde tutuyor ve İran-Irak-Suriye-Türkiye gibi “bölgesel devletler”i kendi  jeostratejisiyle bütünleştirmeye çalışıyor (Astana zirvesi). Rusya’nın belki de en önemli stratejik  hedefi Ortadoğu-Doğu Akdeniz’de elde ettiği köprübaşı ile  kendi arasında kalan bölgeyi, yani Anadolu Yarımadası’nı NATO’dan koparmaktan ve  Amerikan donanmasının Karadeniz’e hâkimiyetini önlemekten ibarettir. Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin kendisini bölmek isteyen ABD’ye ve Batı’ya karşı kullanabileceği çok önemli bir stratejik koz oluşturuyor. AKP hükümetinin bu  sınırlı-süreli kozu şimdilik gayet iyi kullandığını görüyoruz.
Yukarıda anlatılanlar açısından şu anda yaşadığımız soruna baktığımız zaman; Türkiye’de rejim değişikliği ne Batı’nın ne de Doğu’nun umurundadır. Bu bizim sorunumuz; bizim onurumuzla, tarihimizle, hayat tarzımızla ilgili bir sorundur. Yoksa onlar Türkiye’de şantajla, havuç-sopa’yla manipüle edebilecekleri ve bunun için doğrudan muhatap olabilecekleri, özellikle sicili tartışmalı bir şahsın diktatörlüğünü isterler. Onu “diktatör” diye hem eleştirirler, hem de kullanırlar.
Mesela Rusya elbette halkımızın terörden arınmış olarak, huzur ve sükûnet içinde diktatöre teslim olmasını ister; çünkü onu şu anda “alternatifsiz” görüyor, onunla bölgesel  işbirliği yapıyor.  Laiklik, Kuruluş İlkeleri, misak-ı millî vs bunların ilgi alanına girmez. Dolayısıyla anayasa/referandum sorunu uzaktaki ve yakındaki dostlarımızı ve düşmanlarımızı seçmemizden bağımsız olarak, bizim iç sorunumuzdur. Bizim tarihî  hesaplaşmamızdır. Batı’nın ve Doğu’nun gözüyle değil, “tam bağımsızlık” anlayışıyla ve kendi gözümüzle bakacağız.
Yavuz ALOGAN
Aydınlık/04.02.2017