11 Mayıs 2017 Perşembe

Hiç Susmayan 'Soykırım Korosu' ve Paralı Çalgıcıları


Kişi milliyetini ve öğretilen inancını kendisi seçemez bu nedenle hayatta esas olan kişinin tam dürüstlüğü - başkalarına saygısı ve “yanılgılardan sakınmak için” gerektiğinde bireysel öğrenmek mecburiyetidir. 1930 doğumluyum, iddiam yok, lambada gazım bitti, fitil yanıyor. 70 yıllık mesleğim “dış ticaret” olduğu için gitmediğim (kıtalar değil) ülkeler (parmakla sayılacak kadar azdır. Kişinin dürüst ve güvenilir olmasında derisinin rengine, pasaportuna, neye tapınıp tapınmadığına veya kişisel hayat tercihlerine (hatta okumuşluk derecesine) bakılmaz. Hasbelkader, ilkokuldan ve mahalle hayatından itibaren Rum, Musevi ve Ermeni arkadaşlarla cidden “içli-dışlı” oldum, bugüne dek yakından tanıştığım menfaatsiz can-ciğer dostluk kurduğum veya ticaret yaptığım “yamuk” bir Türk Ermeni’ye rastlamadım. Hatta dış ticarette de...

Fakat 1974'lerde başlayan ve 1985’te Orly’de noktalanan diplomatlarımızın öldürülmesi nedeniyle ve özellikle çok sempati duyduğum Ermeni komşu ve arkadaşlara saygımdan dolayı, 1990’lardan itibaren bu işin aslını okumaya başladım. İç kaynaklar yeterli değildi, zira gerçekler Ermenileri kullanan emperyalistlere yaramazdı. Bu sebeple daha çok “tarafsız veya Türk aleyhtarı” kaynakları ve “birkaç on bin sayfayı kurcaladım”.

Okuyunca, meselenin esas olarak Rus Ermenilerce başlatılan ve Türk Ermenilerini kurtarmak bahanesiyle kurulmuş çok şahane bir örümcek ve kahramanlık, hürriyet, zimmete geçirmek, aldatmak ve alkışlanmak gibi erdemleri içeren ayrıca Ermenilerin hangi ülkede olurlarsa olsunlar birliklerini sağlayan ve gereğinde sosyal faaliyetler ve yalanlarla herkesi mutlu edebilen bir emme-basma, döner dolaplı eşi bulunmaz bir dolandırıcılık sistemi olduğuna... 2002'de Amerika’da verilen bir doktora tezini ve diğer kaynakları okuyunca kanaat getirdim.

Düne kadar (çok sanatkâr ve çalışkan bir millet olan) fanatik Ermenileri şahsen takdir ederken, bu konuda da maalesef fanatik Türkler, dünya çapındaki devasa Fetoş teşkilatı ve içerdiği sövüşleme, öldürme, yıldırma vs. sayesinde, “Daşnakçı Ermenileri bile modern şarlatanlıkta kilometrelerce geçmiştir”. Demek ki, ihanet, kalleşlik, öldürebilme, çalabilme, yalanlarla kişi ve milletleri düşman edebilme becerileri kişinin diplomasına, kafa kâğıdına veya tabutunun nereye gömüleceğine bağlı değil.

Çalışkan, ülkesini ve toplumu seven idealist gencin başarma azmi sınavlarda ceza görmeden çalınabilmektedir. Çoğu sandalye sahipleri, (onlarda olmayan) bilgilerini dağıtacaklarına, sandalyeden gelen kablo gücü oranında oturduktan sonra örenmeye başlamaktadırlar; bu bilgilenme de okuyarak ve tartışarak değil, duyum ve bilgilerine pek güvenilemeyen tavsiyelerle olmaktadırlar.

ERMENİ SOYKIRIMI SAFSATASI

“Ermeni Soykırım” safsatalarına karşı ülkemizde “hiçbir ciddi, güvenilir ve donatımlı kurum” hatta “ayrı bilgi dilimlerini derleyen” ve parmakla sayılacak kadar az kişinin bir ortak bilgi haznesi de yoktur. Bu işin doğrusunu birazcık bilenlere tüm ekran ve köşeler kapalıdır; yüzleşme olamaz ve diyasporanın çalgıcıları gelir Ankara’da ve ülkenin her yerinde serbestçe atarlar-tutarlar...

Bu durumlarda, herhangi bir özel veya resmi kurum, siyasi parti, vakıf, gazete, siyasetçiden medet umarsanız “konuya eğilmekten / öğrenmekten korktuklarından” olaylardan veya konuşanlardan cüzammış gibi kaçtıklarını hayretle görürsünüz.

Yabancı ülke vakıfları, konsolosluklar ve özelikle “Üç buçuk ünlü üniversitelerimiz” bu işin propagandasını büyük desteklerle yaparken, bizde de Soros paraları ile zengin olan vakıflar ve kişiler şu bu yerli kuruma veya devlete de ücretli “danışman olup ısmarlanan sesi vermeye” devam ederler.

Bu konunun “herhangi bir yetki, bütçe ve devamlı kadrosu olmaksızın” yıllarca evvel anında kolay çare olarak “Dışişlerinin sırtına atıldı”. Sistem itibariyle süreli rotasyonla yer değiştiren ve çok az sayıdaki bu konuda hiçbir temel eğitim almamış diplomata yüklenmesi orta şark idareyi maslahatçılığının tipik örneğidir. Mesele o denli kopuktur ki; Sayın RTE’nin 2005’te Munich Avrupa Güvenlik Konferansı'ndaki “zehir zemberek meydan okuması” (2007’de de New York’ta tekrarlandı) ve ardından Sayın Davutoğlu’nun aldırmazlığı ve hatta tescilli Türk düşmanı Başkan Wilson ödülünü sevinçle alması, ardından Ermenistan’a maç gezisi ve son günlerdeki Sayın RTE’nin Münih konuşmasına ters gereksiz empati beyanı, dış propagandaya inananların hangi mevkilere gelebildiğini göstermektedir.

Zaten dış ülkelerde de “cemaatçiler” ABD’de de FETÖ’cüler, parmakla az sayılacak kadar az sayıda doğrucu ve gerçekleri “belgelere dayalı” bilenlerden uzak dururlar. Bu genel manzaradan sonra, bazı olay, gerçek ve belgeleri “dar sayfamızın yettiği kadar” ve bütün Türk ve dünya basını ile Akademik sözcülerine açık olarak göz geçirelim:

BASINDAN İZLER

AGOS 28 Nisan ve Taner Akçam’ın bitmez tükenmez uydurmaları-saptırmaları ve ESAS BİLGİ FIKDANI:” Bugüne kadar “bir tek geçerli soykırım belgesi” bulamamış olan ve bir Ermeni ailesinin Üniversite maaşını ödediği ve konunun en hararetli amigosu Bay Akçam, bu defa tutmuş Bahattin Şakir’in 4.7.1915 tarihli bir telgrafına “şifreli tefsirleri” ekleyerek varsayımlara dayalı, mesnetsiz ve çocuksu analizlerle suya yazı yazmaktadır. Bir de 1919-1921 yılları için de “yamuk-eksik-ters” yorumlar getirmektedir. 1915’in kısaca cevabı şudur. (1919-21 daha sonra): Bahatttin Şakir’e mi, yoksa vekile mi, veya 3’cü Ordu Kumandanı'na mı inanalım?

A- Dâhiliye Vekaletinden Emniyet, Umumiye’ye 12.7.1915: ...Ermeniler hakkında ittihaz edilen inzibati tedbir ve siyasinin diğer Hıristiyan arada teşmili katiyen gayri caiz olduğundan efkarı umumiye üzerinde pek fena tesir bırakacak ve bilhassa alel ıslak Hıristiyanların hayatını tehdit edecek bu kabil vakalara derhal hitam verilmesi ve haki katı halin işarı... Nazır (BOA.DH.Şfr.nr.54/406)

B- Bu bölgedeki 3’cü Ordu Kumandanı Mahmut Kâmil Paşa’nın 31.7.1915 tarihli tek satır emri: Refakat ettiğiniz kafilelerdeki insanlara karşı kaba lisan kullanmayın ve onların mallarını sıkıca koruyun.

C- Bu tarihlerdeki bazı ABD gazetelerinden haberler:

| “Daily Kennebec Journal”28.5.1914: Ermeni gönüllü sayısı 15.000’e çıkacak.
| “Lowa Recorder”1.6.1914: Birçok kasaba imha edildi. Bitlis Valisi'nden gelen habere göre Sasun bölgesinde 17 köy Ermeni ihtilâlcılar tarafından imha edildi. 600 kadar Ermeni aile, Bitlis’e bağlı Muş kasabasına iltica etti.
| “The Washington Post” 10.8. 1914: Bombalarla öldürüldüler – Türk Garnizonuna Ermeni İsyancılar Hücum Etti-Katliamların intikamı... Sasun yöresindeki çarpışmalarda yüzlerce asker öldürüldü...
| “Fort Wayne Journal” 6. 11.1914: Ermeniler Rus Ordusuna Katılıyor.
| “The New York Times” - 7.11. 1914: Ermeniler Türklerle Savaşıyor - Van muhasara altında – Diğerleri Türk Ordusunun Arkasında operasyonda.
| “Manitoba Free Press” 7.11. 1914: Türkiye aleyhine kampanya - Rusların Türklere karşı savaşında Ermeniler Ruslara yardım ediyor. Erzurum şehrinin 140 mil güneyindeki Van şehri Ermenilerin muhasarası altında…
“The Ogden Standard” - 12.11.1914: Ermeniler Rusları Sevinçle Karşılıyor Beklenilen Türklerden kurtuluş günü - Halk fedakârlığa razı.
| “Manitoba Morning Free Press” 13.11.914: – Ermeniler İsyanda – Gizlice Silâh Toplamışlar.
| “Reno Evening Gazette” - 14.11.1915: İyi niyetli fakat ön yargılı Amerikan Misyonerleri tarafından desteklenen bazı ajanslar, aynı zamanda yapılmamış Ermeni mezalimlerini duyurarak, Amerika ve İsviçre’deki Hıristiyan yardımseverleri ayartarak, konuşulmaz Türk’ün varsayılan kurbanları için bağışa davet etmektedir... Aslında, ülkenin büyüklüğü göz önüne alındığında bu önemli değildir, fakat şöyle bir tehlike vardır. Başkan Wilson gibi kendine yeterli bir kimse bu katliam masallarına doğruymuş gibi inanabilir ve Ermenilerin yakınmalarının doğrudan kendileri için para topladıklarını anlamayabilir. Bunlar profesyonel dilencilerdir ve kendi milletlerinin kanını yıllardır... Görünüşte (ABD) Büyükelçi bu alçakların eline düşmüştür; bunlar imkânsız vahşet hikâyeleri ile burada veya başka ülkelerde kendi Ermeni toplumundan bağışlar toplayarak, bunlar sayesinde 30 yıldır lüks içinde yaşamaktadırlar. Şimdi bu “ekseriyetin” yalnız 32.000 kişi olduğu ve bunların Türkiye’ye hasım oldukları ve bu nedenle Erzurum’daki evlerinden çıkarılıp güneye, Türk kıtalarının gözetiminde tutulacak bir bölgeye yollandıkları öğrenilmektedir. Ne öldürülen ne de ölmekte olan vardır. İngilizler, yurtlarındaki Almanlara bundan daha kötüsünü yapmıştır ve Almanlar da Alman eyaletlerinde yerleşik İngilizlere aynını yapmıştır.

Soykırım Mızıkacıları ABD Harput Konsolosunun satırlarını okuyarak kime alet olduklarını da öğrensinler: Bugünkü durum hakkında Amerikan misyonerlerin Ermeni halk arasındaki çalışmalarında yaşadıkları, hayal sükûtudur; onların dinsel ve moral prensiplerdeki zaafı ve bu ırkın genel olarak alçaklığıdır. Geçen yıl cereyan eden olayların arasında, onların kahramanca bir hareketini veya kişisel fedakârlıklarını veya asaletli hareketlerini duymadım, olmuşsa da her halde çok azdır. Bunun tersine, anneler kızlarını en alçak ve kötü Türklere vererek kendi hayatlarını kurtardılar. Onlar için din değiştirmek fazla önemi olmayan bir harekettir; halkın çoğunluğu yalancı ve hilekârdır. Aşırı para hırsı ve ecelin gölgesinde bile günahtan çekinmeyişleri... Hiçbir yönü ile bu ırk (millet) takdire şayan değildir, aksine acınılacak bir millettir.

Tehcir mevsiminde, İran’a Jandarma Teşkilatını düzenlemek için atla giden İsveçli Binbaşı Pravitz, (ve arkadaşı) yegane tarafsız göz şahididir. Bazı İsveçli misyonerlerin kulaktan dolma basında çıkan haberlerine cevap yazdığı 23.4.1917 “Nya Daghligt Allehanda” makaleden bazı cümleler şunlardır: Şunu iddia edebilirim ki başka hiç bir İsveçli benim gibi Ermenilerin arasında bulunmadı ve benim bu zavallıların arasında yolculuk ettiğim yaklaşık bir ay içinde gördüklerimi görmedi. Ve benim bu seyahatim, doğru zamanda, her iki yazarın da iddia ettikleri vahşetlerin vuku vaktinde, 1915 sonbaharında oldu... Bu kitapçıkları yazan iki yazar da, anladığıma göre, Almanları ve Türkleri apaçık tecavüz ve hatta vahşetler işlemekle suçlamaktadır. Ben, aşağıdaki kanıtlara dayanarak ve orada bulunan gözlemci şahit olmam nedeniyle bu iddiaları protesto ederim... (Tanrım, hangi sefaletlere ve vahşetleri görecek ve şahit olacaktım?) Benim Doğudaki uzun hizmet süresi içinde edindiğim kanı, Ermenilerin Hıristiyan olmakla beraber Tanrının en seçkin evlatlarından olmadıkları yönünde olduğundan, gözlerimi dört açarak, Türk tecavüzlerine dair duyumların doğruluklarını ve isimsiz kurbanların dediklerinin gerçek olup olmadıklarını öğrenmeye karar verdim. Şüphesiz çok sefalet gördüm, fakat tasarlanmış vahşet? Kesinlikle hiç!

AGOS yazarı ayrıca Bahattin Şakir’e, 1919-1921 İttihat Partisi Yöneticisi olmakla açılan (İngilizlerde Kanguru mahkemesi bizde de uydurma-kumpas bilinen ve Mustafa Kemali bile idama mahkum etmişlerdi) Nemrut Mustafa davalarından bahsederken şu önemli gerçekleri her halde fazla okumadığı için atlamaktadır:

Mondros’ta 30.10.1918 günü teslim olan Osmanlı'nın yeni Başbakanı Tevfik Paşa, galiplerin Ermeni meselesini kaşıyacağını tahmin ederek, “tarafsız bir araştırma – tahkim heyeti kurmak istedi” ve İngiliz Başkomiserinden gizli resmi sözlü nota (not verbal) ile 13.2.1919’da İsveç-İspanya-Danimarka-Hollanda hükümetlerinden (ve sonra İsviçre’den de) konuyu araştıracak tarafsız heyet için ikişer yargıç talebinde bulundu. Ne cevap vereceklerini şaşıran bu devletlerden İspanya Londra’ya sorunca, ayılan İngilizler “Kendilerinin yargılama yapacaklarını ve başkalarına hacet olmadığını” bildirdi . Şimdileri suçlama yapan bu “tarafsız ülkelere” kimse olaylar taze iken verdikleri ret mektuplarını göstermemekte veya Başbakanlık arşiv kitaplarına bile bakmamaktadırlar. Bu olaydan sonra Tevfik Paşa istifa ettirilmiş, yerine işgalcilerin uşağı Damat Ferit geçmiş ve aceleyle kurulan mahkemelerde Boğazlıyan Kaymakamı idam edilirken, birçoğu asker Osmanlı eşrafı ve paşası (144 kişi) Malta’da “suçlanarak mahkeme edilmek üzere 30 ay” hapsedilmiştir. Dünyanın bütün arşivlerinde suçlama ve dava açmak için “hiçbir geçerli yazılı kanıt bulunamadığı için” bu zevat suçlama bile yapılamadan 1922 Ocak başlarında İnebolu’da Türkiye’ye iade edilmişlerdir; bunların bir kısmı Mustafa Kemal’e ve kurtuluş savaşına katılmıştır. Davaya bakacak olan İngiliz Kraliyet başsavcısı, Mavi Kitap ve diğer uydurma propaganda belgelerine itibar etmemiştir...

Tarihçi olarak olur olmaz konuşanlara sesleniyorum: Bütün bunları Sayın Bilâl Şimir yıllarca evvel ve Sayın Uluç Gürkan da iki sene evvel, çok geniş tafsilatlı belgeleri ile yazdılar, gösterdiler; hatta 2008’deki kitabımda da yazılı. Ne diyelim? Acaba Akçam bey hayatta olup Bahattin Şakir’in söz konusu telgrafını İngilizlere gösterseydi, 144 kişi soykırımdan mahkûm mu edilecekti? Bu denli okuyucuyu saymamak ve ciddiyet eksikliği okurun takdirindedir.

Şükrü Server Aya

Aydınlık/10.05.2017