Kişi milliyetini ve
öğretilen inancını kendisi seçemez bu nedenle hayatta esas olan kişinin tam
dürüstlüğü - başkalarına saygısı ve “yanılgılardan sakınmak için” gerektiğinde
bireysel öğrenmek mecburiyetidir. 1930 doğumluyum, iddiam yok, lambada gazım bitti,
fitil yanıyor. 70 yıllık mesleğim “dış ticaret” olduğu için gitmediğim (kıtalar
değil) ülkeler (parmakla sayılacak kadar azdır. Kişinin dürüst ve güvenilir
olmasında derisinin rengine, pasaportuna, neye tapınıp tapınmadığına veya
kişisel hayat tercihlerine (hatta okumuşluk derecesine) bakılmaz. Hasbelkader,
ilkokuldan ve mahalle hayatından itibaren Rum, Musevi ve Ermeni arkadaşlarla
cidden “içli-dışlı” oldum, bugüne dek yakından tanıştığım menfaatsiz can-ciğer
dostluk kurduğum veya ticaret yaptığım “yamuk” bir Türk Ermeni’ye rastlamadım.
Hatta dış ticarette de...
Fakat 1974'lerde
başlayan ve 1985’te Orly’de noktalanan diplomatlarımızın öldürülmesi nedeniyle
ve özellikle çok sempati duyduğum Ermeni komşu ve arkadaşlara saygımdan dolayı,
1990’lardan itibaren bu işin aslını okumaya başladım. İç kaynaklar yeterli
değildi, zira gerçekler Ermenileri kullanan emperyalistlere yaramazdı. Bu
sebeple daha çok “tarafsız veya Türk aleyhtarı” kaynakları ve “birkaç on bin
sayfayı kurcaladım”.
Okuyunca, meselenin esas
olarak Rus Ermenilerce başlatılan ve Türk Ermenilerini kurtarmak bahanesiyle
kurulmuş çok şahane bir örümcek ve kahramanlık, hürriyet, zimmete geçirmek,
aldatmak ve alkışlanmak gibi erdemleri içeren ayrıca Ermenilerin hangi ülkede
olurlarsa olsunlar birliklerini sağlayan ve gereğinde sosyal faaliyetler ve
yalanlarla herkesi mutlu edebilen bir emme-basma, döner dolaplı eşi bulunmaz
bir dolandırıcılık sistemi olduğuna... 2002'de Amerika’da verilen bir doktora
tezini ve diğer kaynakları okuyunca kanaat getirdim.
Düne kadar (çok sanatkâr
ve çalışkan bir millet olan) fanatik Ermenileri şahsen takdir ederken, bu
konuda da maalesef fanatik Türkler, dünya çapındaki devasa Fetoş teşkilatı ve
içerdiği sövüşleme, öldürme, yıldırma vs. sayesinde, “Daşnakçı Ermenileri bile modern
şarlatanlıkta kilometrelerce geçmiştir”. Demek
ki, ihanet, kalleşlik, öldürebilme, çalabilme, yalanlarla kişi ve milletleri
düşman edebilme becerileri kişinin diplomasına, kafa kâğıdına veya tabutunun
nereye gömüleceğine bağlı değil.
Çalışkan, ülkesini ve
toplumu seven idealist gencin başarma azmi sınavlarda ceza görmeden
çalınabilmektedir. Çoğu sandalye sahipleri, (onlarda olmayan) bilgilerini
dağıtacaklarına, sandalyeden gelen kablo gücü oranında oturduktan sonra
örenmeye başlamaktadırlar; bu bilgilenme de okuyarak ve tartışarak değil, duyum
ve bilgilerine pek güvenilemeyen tavsiyelerle olmaktadırlar.
ERMENİ
SOYKIRIMI SAFSATASI
“Ermeni Soykırım”
safsatalarına karşı ülkemizde “hiçbir ciddi, güvenilir ve donatımlı kurum”
hatta “ayrı bilgi dilimlerini derleyen” ve parmakla sayılacak kadar az kişinin
bir ortak bilgi haznesi de yoktur. Bu işin doğrusunu birazcık bilenlere tüm
ekran ve köşeler kapalıdır; yüzleşme olamaz ve diyasporanın çalgıcıları gelir Ankara’da ve ülkenin her yerinde
serbestçe atarlar-tutarlar...
Bu durumlarda, herhangi
bir özel veya resmi kurum, siyasi parti, vakıf, gazete, siyasetçiden medet
umarsanız “konuya eğilmekten / öğrenmekten korktuklarından” olaylardan veya
konuşanlardan cüzammış gibi kaçtıklarını hayretle görürsünüz.
Yabancı ülke vakıfları,
konsolosluklar ve özelikle “Üç buçuk ünlü üniversitelerimiz” bu işin
propagandasını büyük desteklerle yaparken, bizde de Soros paraları ile zengin
olan vakıflar ve kişiler şu bu yerli kuruma veya devlete de ücretli “danışman
olup ısmarlanan sesi vermeye” devam ederler.
Bu konunun “herhangi bir
yetki, bütçe ve devamlı kadrosu olmaksızın” yıllarca evvel anında kolay çare
olarak “Dışişlerinin sırtına atıldı”. Sistem itibariyle süreli rotasyonla yer
değiştiren ve çok az sayıdaki bu konuda hiçbir temel eğitim almamış diplomata
yüklenmesi orta şark idareyi maslahatçılığının tipik örneğidir. Mesele o denli
kopuktur ki; Sayın RTE’nin 2005’te Munich Avrupa Güvenlik Konferansı'ndaki
“zehir zemberek meydan okuması” (2007’de de New York’ta tekrarlandı) ve
ardından Sayın Davutoğlu’nun aldırmazlığı ve hatta tescilli Türk düşmanı Başkan
Wilson ödülünü sevinçle alması, ardından Ermenistan’a maç gezisi ve son
günlerdeki Sayın RTE’nin Münih konuşmasına ters gereksiz empati beyanı, dış
propagandaya inananların hangi mevkilere gelebildiğini göstermektedir.
Zaten dış ülkelerde de
“cemaatçiler” ABD’de de FETÖ’cüler, parmakla az sayılacak kadar az sayıda
doğrucu ve gerçekleri “belgelere dayalı” bilenlerden uzak dururlar. Bu genel
manzaradan sonra, bazı olay, gerçek ve belgeleri “dar sayfamızın yettiği kadar”
ve bütün Türk ve dünya basını ile Akademik sözcülerine açık olarak göz
geçirelim:
BASINDAN İZLER
“AGOS 28 Nisan ve Taner Akçam’ın bitmez tükenmez uydurmaları-saptırmaları ve ESAS BİLGİ FIKDANI:”
Bugüne kadar “bir tek geçerli soykırım belgesi” bulamamış olan ve bir Ermeni ailesinin Üniversite maaşını
ödediği ve konunun en hararetli amigosu Bay Akçam,
bu defa tutmuş Bahattin
Şakir’in 4.7.1915 tarihli
bir telgrafına “şifreli tefsirleri” ekleyerek varsayımlara dayalı, mesnetsiz ve
çocuksu analizlerle suya yazı yazmaktadır. Bir de 1919-1921 yılları için de
“yamuk-eksik-ters” yorumlar getirmektedir. 1915’in kısaca cevabı şudur.
(1919-21 daha sonra): Bahatttin Şakir’e mi, yoksa vekile mi, veya 3’cü Ordu
Kumandanı'na mı inanalım?
A- Dâhiliye Vekaletinden Emniyet, Umumiye’ye 12.7.1915:
...Ermeniler hakkında ittihaz edilen inzibati tedbir ve siyasinin diğer
Hıristiyan arada teşmili katiyen gayri caiz olduğundan efkarı umumiye üzerinde
pek fena tesir bırakacak ve bilhassa alel ıslak Hıristiyanların hayatını tehdit
edecek bu kabil vakalara derhal hitam verilmesi ve haki katı halin işarı...
Nazır (BOA.DH.Şfr.nr.54/406)
B-
Bu bölgedeki 3’cü Ordu Kumandanı Mahmut
Kâmil Paşa’nın 31.7.1915 tarihli tek satır emri:
Refakat ettiğiniz kafilelerdeki insanlara karşı kaba lisan kullanmayın ve
onların mallarını sıkıca koruyun.
C-
Bu tarihlerdeki bazı ABD gazetelerinden haberler:
| “Daily Kennebec Journal”–28.5.1914: Ermeni gönüllü sayısı
15.000’e çıkacak.
| “Lowa Recorder”– 1.6.1914: Birçok kasaba imha edildi. Bitlis Valisi'nden gelen
habere göre Sasun bölgesinde 17 köy Ermeni ihtilâlcılar tarafından imha edildi.
600 kadar Ermeni aile, Bitlis’e bağlı Muş kasabasına iltica etti.
| “The Washington Post” – 10.8. 1914: Bombalarla öldürüldüler –
Türk Garnizonuna Ermeni İsyancılar Hücum Etti-Katliamların intikamı... Sasun
yöresindeki çarpışmalarda yüzlerce asker öldürüldü...
| “Fort Wayne Journal” – 6. 11.1914: Ermeniler Rus Ordusuna
Katılıyor.
| “The New York Times” - 7.11. 1914: Ermeniler Türklerle Savaşıyor
- Van muhasara altında – Diğerleri Türk Ordusunun Arkasında operasyonda.
| “Manitoba Free Press” –7.11. 1914: Türkiye aleyhine kampanya -
Rusların Türklere karşı savaşında Ermeniler Ruslara yardım ediyor. Erzurum
şehrinin 140 mil güneyindeki Van şehri Ermenilerin muhasarası altında…
“The Ogden Standard” - 12.11.1914: Ermeniler Rusları Sevinçle Karşılıyor Beklenilen
Türklerden kurtuluş günü - Halk fedakârlığa razı.
| “Manitoba Morning Free Press” – 13.11.914:
– Ermeniler İsyanda – Gizlice Silâh Toplamışlar.
| “Reno Evening Gazette” - 14.11.1915: İyi niyetli fakat ön yargılı Amerikan Misyonerleri tarafından
desteklenen bazı ajanslar, aynı zamanda yapılmamış Ermeni mezalimlerini
duyurarak, Amerika ve İsviçre’deki Hıristiyan yardımseverleri ayartarak, konuşulmaz
Türk’ün varsayılan kurbanları için bağışa davet etmektedir... Aslında, ülkenin
büyüklüğü göz önüne alındığında bu önemli değildir, fakat şöyle bir tehlike
vardır. Başkan Wilson gibi kendine yeterli bir kimse bu katliam masallarına
doğruymuş gibi inanabilir ve Ermenilerin yakınmalarının doğrudan kendileri için
para topladıklarını anlamayabilir. Bunlar profesyonel dilencilerdir ve kendi
milletlerinin kanını yıllardır... Görünüşte (ABD) Büyükelçi bu alçakların eline
düşmüştür; bunlar imkânsız vahşet hikâyeleri ile burada veya başka ülkelerde
kendi Ermeni toplumundan bağışlar toplayarak, bunlar sayesinde 30 yıldır lüks
içinde yaşamaktadırlar. Şimdi bu “ekseriyetin” yalnız 32.000 kişi olduğu ve
bunların Türkiye’ye hasım oldukları ve bu nedenle Erzurum’daki evlerinden
çıkarılıp güneye, Türk kıtalarının gözetiminde tutulacak bir bölgeye
yollandıkları öğrenilmektedir. Ne öldürülen ne de ölmekte olan vardır.
İngilizler, yurtlarındaki Almanlara bundan daha kötüsünü yapmıştır ve Almanlar
da Alman eyaletlerinde yerleşik İngilizlere aynını yapmıştır.
Soykırım Mızıkacıları ABD Harput Konsolosunun satırlarını
okuyarak kime alet olduklarını da öğrensinler: Bugünkü durum hakkında Amerikan misyonerlerin Ermeni halk arasındaki
çalışmalarında yaşadıkları, hayal sükûtudur; onların dinsel ve moral
prensiplerdeki zaafı ve bu ırkın genel olarak alçaklığıdır. Geçen yıl cereyan
eden olayların arasında, onların kahramanca bir hareketini veya kişisel
fedakârlıklarını veya asaletli hareketlerini duymadım, olmuşsa da her halde çok
azdır. Bunun tersine, anneler kızlarını en alçak ve kötü Türklere vererek kendi
hayatlarını kurtardılar. Onlar için din değiştirmek fazla önemi olmayan bir
harekettir; halkın çoğunluğu yalancı ve hilekârdır. Aşırı para hırsı ve ecelin
gölgesinde bile günahtan çekinmeyişleri... Hiçbir yönü ile bu ırk (millet)
takdire şayan değildir, aksine acınılacak bir millettir.
Tehcir mevsiminde, İran’a
Jandarma Teşkilatını düzenlemek için atla giden İsveçli Binbaşı Pravitz, (ve arkadaşı) yegane tarafsız göz
şahididir. Bazı İsveçli misyonerlerin
kulaktan dolma basında çıkan haberlerine cevap yazdığı 23.4.1917 “Nya Daghligt Allehanda” makaleden bazı cümleler
şunlardır: Şunu iddia edebilirim ki
başka hiç bir İsveçli benim gibi Ermenilerin arasında bulunmadı ve benim bu zavallıların
arasında yolculuk ettiğim yaklaşık bir ay içinde gördüklerimi görmedi. Ve benim
bu seyahatim, doğru zamanda, her iki yazarın da iddia ettikleri vahşetlerin
vuku vaktinde, 1915 sonbaharında oldu... Bu kitapçıkları yazan iki yazar da,
anladığıma göre, Almanları ve Türkleri apaçık tecavüz ve hatta vahşetler
işlemekle suçlamaktadır. Ben, aşağıdaki kanıtlara dayanarak ve orada bulunan
gözlemci şahit olmam nedeniyle bu iddiaları protesto ederim... (Tanrım, hangi
sefaletlere ve vahşetleri görecek ve şahit olacaktım?) Benim Doğudaki uzun
hizmet süresi içinde edindiğim kanı, Ermenilerin Hıristiyan olmakla beraber
Tanrının en seçkin evlatlarından olmadıkları yönünde olduğundan, gözlerimi dört
açarak, Türk tecavüzlerine dair duyumların doğruluklarını ve isimsiz
kurbanların dediklerinin gerçek olup olmadıklarını öğrenmeye karar verdim.
Şüphesiz çok sefalet gördüm, fakat tasarlanmış vahşet? Kesinlikle hiç!
AGOS yazarı ayrıca Bahattin Şakir’e, 1919-1921 İttihat Partisi
Yöneticisi olmakla açılan (İngilizlerde Kanguru mahkemesi bizde de
uydurma-kumpas bilinen ve Mustafa Kemali bile idama mahkum etmişlerdi) Nemrut Mustafa davalarından bahsederken
şu önemli gerçekleri her halde fazla okumadığı için atlamaktadır:
Mondros’ta 30.10.1918 günü teslim olan Osmanlı'nın
yeni Başbakanı Tevfik Paşa, galiplerin Ermeni meselesini
kaşıyacağını tahmin ederek, “tarafsız
bir araştırma – tahkim heyeti kurmak istedi” ve İngiliz Başkomiserinden gizli resmi sözlü nota (not verbal) ile
13.2.1919’da İsveç-İspanya-Danimarka-Hollanda hükümetlerinden (ve sonra
İsviçre’den de) konuyu araştıracak tarafsız heyet için ikişer yargıç talebinde
bulundu. Ne cevap vereceklerini şaşıran bu devletlerden İspanya Londra’ya sorunca, ayılan
İngilizler “Kendilerinin yargılama
yapacaklarını ve başkalarına hacet olmadığını” bildirdi . Şimdileri suçlama
yapan bu “tarafsız ülkelere” kimse olaylar taze iken verdikleri ret
mektuplarını göstermemekte veya Başbakanlık arşiv kitaplarına bile
bakmamaktadırlar. Bu olaydan sonra Tevfik Paşa istifa ettirilmiş, yerine işgalcilerin uşağı Damat Ferit
geçmiş ve aceleyle kurulan mahkemelerde Boğazlıyan
Kaymakamı idam edilirken, birçoğu
asker Osmanlı eşrafı ve paşası (144 kişi) Malta’da “suçlanarak mahkeme edilmek
üzere 30 ay” hapsedilmiştir. Dünyanın bütün arşivlerinde suçlama ve dava
açmak için “hiçbir geçerli yazılı kanıt
bulunamadığı için” bu zevat suçlama bile yapılamadan 1922 Ocak başlarında İnebolu’da
Türkiye’ye iade edilmişlerdir; bunların
bir kısmı Mustafa Kemal’e ve kurtuluş savaşına
katılmıştır. Davaya bakacak olan İngiliz Kraliyet başsavcısı, Mavi Kitap ve diğer uydurma propaganda
belgelerine itibar etmemiştir...
Tarihçi olarak olur olmaz
konuşanlara sesleniyorum: Bütün bunları Sayın Bilâl Şimir yıllarca
evvel ve Sayın Uluç
Gürkan da iki sene evvel, çok geniş
tafsilatlı belgeleri ile yazdılar, gösterdiler; hatta 2008’deki kitabımda da
yazılı. Ne diyelim? Acaba Akçam bey hayatta olup Bahattin Şakir’in söz konusu
telgrafını İngilizlere gösterseydi, 144 kişi soykırımdan mahkûm mu edilecekti?
Bu denli okuyucuyu saymamak ve ciddiyet eksikliği okurun takdirindedir.
Şükrü Server Aya
Aydınlık/10.05.2017