Çağdaş Eğitim
Vakfı eski Başkanı Gülseven G. Yaşer, Nurzen Amuran’ın sorularını
yanıtladı.
Nurzen
Amuran: Bütün Batı ülkelerinde siyaset arenasında
hareketlenme var. Sağ partilerin güçlenmesi, İslam karşıtı söylemlerin artması,
ırkçı yaklaşımların parti propagandalarında sıklıkla yer alması, gelişmekte
olan ve gelişmemiş ülkelerin korkulu rüyası haline geldi. Amerika’da Trump’ın
durumu nedir, hala eleştiriliyor mu?
Gülseven Yaşer: Trump inanılmaz şekilde eleştiriliyor. Kendisiyle alay
ediliyor. Ama Başkan’ın kendisini eleştirenlerle ilgili dava açması,
söyleyenleri tehdit etmesi mümkün değil. Amerika’da böyle bir gelenek
zaten yok. Medya her türlü olayı kıyasıya eleştiriyor. Sadece haber
programlarında değil, açık oturum panel gibi programlarda konuşanlar da
rahatlıkla çok ağır eleştiri yapıyorlar.
Geçen hafta San Francisco’daydık.
Kadınların Trumph karşıtı mitingi vardı. Herkes coşkuyla
rahatça söylemlerini dile getirdi. Çevrelerinde onları rahatsız eden polis
ve benzeri resmi kişileri görmedik! Amerikan demokrasisi diğer ülkelere
örnek olacak şekilde iyi çalışıyor. Yasama, yürütme ve yargı organları
kendi görevlerinin bilinci içinde gereken faaliyeti, inandıkları yolda
serbestçe kullanıyorlar.
Medyada sık sık üst yargı
kurumlarında görev alan yargıçlarla söyleşiler var. Bu yargıçlar çok etkin ve
saygın bir konumdalar. Uygulamalarında son derece bağımsızlar. Hukuk karşısında
herkesin eşit olduğunu, tüm organların görevlerinin bilinci içinde olmaları
gerektiğini belirtiyorlar. Oldukça yaşlı bir bayan yargıç bir söyleşide;
“Başkan başkanlığını yapacak, medya da kendi görevlerini ifa edecek. Kimse
kimsenin görev alanına müdahale edemez.” derken Amerika’da devlet
teamüllerinin yerleşik olduğunu, göreve gelenlerin bu bilinç ve olgunluk içinde
daima saygılı olacaklarını” söyledi.
Yasama, yürütme ve yargı organlarının
işlevlerinin birbirlerinden tamamen ayrı hak ve yükümlülükleri olduğu
gerçeğine, Başkan dahil hiç kimse karşı çıkamaz. Nitekim son günlerde
Başkan’ın üzerinde önemle durduğu göçmen yasası hakkında bile yargı iptal
kararını vermekte gecikmedi. Ayrıca Sağlık reformuyla ilgili taleplerini geri
çekmek zorunda kaldı. Böylece burada demokrasinin, uygarlığın ve gelişmiş
toplum olmanın sonuçlarını açıkça görebiliyorsunuz.
Ya şu anda
ülkemizdeki durumu nasıl özetliyorsunuz?
Ne
yazık ki ülkemiz ve siyasetçilerimiz şu sıralarda bu anlayış ve olgunluğa
oldukça uzak görünüyorlar. Tabii bunda gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan
ülkeler üzerindeki açık ve gizli politikalarının çok etkili olduğunu belirtmek
gerekiyor. Bu alanda yoksul ülkelerin yoksul(!) Politikacıları farklı
davranıp onurlu ve bağımsız olmayı öğrenebildikleri oranda, uluslararası
dengeler çeşitlilik gösteriyor.
Bizde şu anda önerilen başkanlık olayının
göstergeleri kuvvetler ayrımını yok eden, denetim mekanizmalarını tümüyle
ortadan kaldıran bir sistem. Özellikle böyle olması istenmiş olabilir. Gerektiğinde
sadece başkanı değiştirerek(!) ülkeye sahip olunabilir.
Türkiye’deki referandum
kampanyalarının ABD’de yansıması nasıl, sözgelimi yaşadığınız yerdeki Türk
lobisi neler yapıyor?
Buradaki Türk lobisi genellikle üst
seviyede kültürlü, deneyimli, emekli olmuş bürokrat, devlet adamı meslek
sahibi bireylerden oluşuyor. Hemen çoğu Türkiye konusunda duyarlılar. Son
gelişmeler karşısında kaygılı oldukları söylenebilir. Ancak örgütlenme
konumunda yeterli ilgi ve çabalarının olduğunu söylemek zor.
Washington D.C’de, Başkent’te isim yapmış
Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine bağlı sivil toplum kuruluşları var.
Etkin olarak çalışıyorlar. Referandum konusunda hayır söylemli, bilinçli
çalışmaları devam ediyor.
Diğer büyük kentlerde yaşayan Türkler
birbirlerinden oldukça kopuk yaşıyorlar. Çokları seçim zamanlarında oy
kullanmayı ihmal etmiş, hala da bunu sürdürüyorlar.
Zaten Türkiye’nin sorununun büyük ölçüde bu
olduğunu hepimiz biliyoruz. Ülkenin Cumhuriyet değerlerine bağlı, çağdaş
ve laik düşünceye sahip seçkin insanları yurt içinde de yurt dışında
da hiçbir zaman yeterli ölçüde, yaşanan bu gerici ve dinci yapılanmayla
ilgilenmediler. İlgilenmek istemediler. Hatta gözardı ettiler. 90’lı yıllardan
itibaren açıkça görülmeye başlanan gidişat bunlar tarafından ne yazık ki
önemsenmedi. Dini istismar eden tarikatlar, cemaatler genç kuşakları kıyasıya
eğitirken, imam hatip okulları çığ gibi artarken, sivil toplum kuruluşlarının
çağrılarına uzak kaldılar. Şimdi acı gerçekle karşı karşıyalar. Ama çok geç…
16 NİSANDA YAPILACAK REFERANDUM BİR CIA PROJESİ
Özellikle son zamanlarda referandum kampanyasına katılanlar,
“Başkanlık sisteminin dışardan ithal edilen bir proje olduğunu” vurguluyorlar.
Amerika’dan bakınca siz de bu düşünceye katılıyor musunuz?
16 Nisan’da yapılacak referandumun bir CIA
projesi olduğunu istihbarat raporları söylüyor. Bu referandum Türkiye’yi önü
alınamaz bir kaosa, bilinmeyen bir geleceğe sürükleyecektir. Geçen yıl CIA’nin
Türkiye ile ilgili bir raporu vardı. Gündemi çok meşgul etti ama sonra diğer
önemli konular gibi unutuldu gitti.
Rapor açıkça gösteriyor ki referandumda
verilecek evet oyları ile Türkiye, siyasal iktidara değil, CIA’e ve onun
yönlendirmelerine teslim edilecektir.
Yıllardır CIA istasyon şeflerinin sözleri eylemleri ve niyetleri konuşulur
durur. Ama hala bu görevlilerin gerçek niyetleri halkımıza anlatılamadı. Bir
kez daha dile getirelim: Nedir hedefleri?
Onların önerisi Türkiye’nin ılımlı İslam’ın
örneğini oluşturacak bir yapıya kavuşması ve federe bir devlet haline gelmesi!
Özellikle Türkiye’de uzun yıllar İstasyon Şefliği yapmış, Türkiye’yi ve Türk
Halkı’nı yakından tanıyan Graham Fuller, Paul Bernard Henze gibi istihbarat
uzmanları, her zaman ulusal ve çağdaş değerlerimizi ortadan kaldıracak
önerilerle karşımıza çıkıyorlar.
İlkokul mezunu bile olmayan vaiz Fetullah’ı
ortaya çıkararak, Türkiye’nin başına bela eden CIA uzmanları, bu kez
referandumla geleceğimizi ele geçirmek üzereler. Siyasal İktidar, bütün gücüyle
cemaat olgusunu yok etme mücadelesini sürdürürken, başkanlık sisteminin
gerisinde F. Gülen olduğu gerçeğini gözardı ediyor olabilir mi? Gelecek yakın
bir zamanda FETÖ’nün, başkanlık sistemi ile ülkenin başına geçme planlarını
önemsememeleri, belki de hayatlarının en büyük kabusu olabilir. Bu tehlikenin
varlığını, bir zamanlar Fetullah’a eşlik etmiş iktidar kadrolarının ve bizzat
Cumhurbaşkanı’nın düşünmüyor olması çok ilginç..
Söz Fethullah Gülen’den açılmışken siz yakın bir gelecekte
Gülen’in Türkiye’ye iade edileceğini düşünüyor musunuz?
Amerika’nın Gülen’i Türkiye’ye teslim
edeceği hayalini hiç bir zaman düşünmedim. Zaten hiçbir yönetim, kendi
ülkesinde vatandaşı olmuş bir şahsı, bir başka ülkeye koşullar ne olursa olsun
kolayca vermez. Hiçbir güçlü ülkenin böyle bir davranışa başvuracağını
düşünmüyorum. Gülen için özel bir formül bulacaklardır.
Fetullah, Türkiye’de siyasetçilerin verdiği
desteklerle uzun yıllar öncesinde kurduğu derin sistemi tümüyle CIA’in
kullanımına vermiş, aralarında organik bağ oluşturmuş bir örgüt lideri. ABD’nin
çıkarları doğrultusunda yayılmayı üstlenmiş, kendi ülkesinin aleyhine her türlü
siyasi, hukuki eylemi gerçekleştirmiş bir hain. Böyle bir insanı siz olsanız
kolayca feda edebilir misiniz?
GÜLEN, BAŞKANLIK SİSTEMİNİ DESTEKLİYOR
Trump ABD Başkanı olduktan sonra FETÖ’nün ABD’deki faaliyetleri
eskisi gibi devam ediyor mu, yeni yönetimle ilişkileri var mı ?
FETO’nun yeni yönetimdeki politik
ilişkileri de sessiz ama derinden aynen devam etmekte gibi görünüyor.
Yıllar içerisinde cemaat, Amerika’da hem
Senato’da hem Kongre’de önemli kişilere seçimlerde mali destek vererek, hiç
ummadığınız senatör ve kongre üyeleriyle bağlantılarını sağlamlaştırmıştı.
Açtıkları okul, üniversite, vakıf ve benzeri kuruluşlarla örümcek ağı benzeri
faaliyetlerini ABD‘ye tümüyle yerleştirmiş durumda.
Paranın ve büyük mali gücün ne büyük
kapıları kolayca açtığını hepimiz Türkiye’den de biliyoruz! Sadece siyasetçiler
değil, bilim adamları, hukukçular, üniversite hocaları, iş adamları inanılmaz
şekilde Gülen’e ve cemaate bağlılar. Daha önce de çeşitli söyleşilerde
aktardığım gibi İnsan hakları konusunda otorite olduğu söylenen ünlü Prof.
James C. Harrington’a, Gülen, kendi hakkında bir kitap yazdırmış.Kitabın
önsözünü de yine ünlü bir hukuk profesörü, halen hukuk fakültelerinde ders
veren Michael E. Tigar yazmıştı. Yazdıklarıyla Fetullah’ı göklere
çıkarıyorlar.
“Fethullah Gülen’in Hukuk Serüveni“ adıyla
Türkçe’ye çevrilen kitapta, Harrington, Fetullah’ı o kadar masum, o kadar
mükemmel bir düşün adamı, din alimi, sevgi dolu bir toplum lideri olarak
gösteriyor ki, gözleriniz yaşarıyor. Hakkında açılan davaların hile ile
yapıldığını, üzerine atfedilen suçların tümüyle sahte olduğunu belirtiyor.
Türkiye’yi de sanki hiç gelişmemiş bir Orta Doğu ülkesi gibi
göstererek, yaşanan olayları bizzat gözlemiş bir mürit gibi yazıyor:
Ben
kitapta yer alan bazı satırları sizlerle paylaşmak istiyorum
“….Bazı basın organları, kesinlikle doğru
olmayan ve hiçbir delile dayanmayan olaylarda bile, insanların saygınlığını ve
etkinliğini yok etmek, güvenirliğinin altını oymak gibi, hedeflenilen
kişi, planlı bir şekilde Franz Kafka’nın romanlarında olduğu gibi bunaltıcı ve
kabus dolu bir suçlama propagandasına maruz bırakılır. İşte bütün bu olaylar
Fetullah Gülen’in başına gelenleri tam anlamıyla açıklamaktadır.”
Bir başka bölümde:
“…
Durum böyleyken DGM savcısı Nuh Mete Yüksel,Gülen’e
düşmanlık besleyenler tarafından oluşturulmuş uydurma kasetlerini kullandı…”
“…Büyük bir ihtimalle Gülen’in
yargılanması, bir çoğu derin devlet içerisinde yer alan, birbirlerine gevşek
bağlarla bağlı odakların çıkarlarının birleştiği yerdeydi… Bunun
böyle olduğunu şimdiki Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında öne çıkan
kişilerin ve temsil ettiği hareketle uğraşmış olmalarından anlıyoruz…”
“Politik eksende uçta bulunan laik ve ulusalcı kesim onun hoşgörüye,
orta yola ve herkesi kucaklamaya dayalı mesajının büyük etkisinden ve bu
etkinin bütün dünyaya yayılmasından rahatsız oluyorlardı…!”
Yazar
kitabın ilerleyen sayfalarında biraz daha ileri gidiyor ve artık herkesçe
bilinen eylemlerinin düzmece olduğunu vurguluyordu:
“Yöneltilen hakaret ve iftiraların çoğu
birbiriyle çelişiyordu ve aynı zamanda gülünçtü. Genelde suçlamalar: Gülen,
demokrasi, laiklik, Türkiye ve Atatürk düşmanı, bir İslam devleti kurarak
ülkeye şeriat devleti kurarak ülkeye şeriat kanunlarını getirmek istiyor,
gençleri kendi amaçları doğrultusunda eğitmek için dağlarda gizli kamplar
kuruyor, ABD ve Suudi Arabistan ajanıdır ve onlardan maddi destek alıyor, polis
okulları ile askeri okullara, devlet kuruluşlarına sızmaya çalışıyordu….”!
Kitapta sizinle ilgili de hayal ürünü bölümler yer aldı değil mi?
Evet
o bölümden de birkaç satır aktarayım:
“… … Gülen’e karşı olan bu senaryoda baş oyuncu
olarak ortaya çıkan Gülseven Yaşer, Gülen’in vaazlarından özellikle
seçilmiş ve yanılgıya düşürtücü bir şekilde montajlanmış düzmece kasetleri
savcıya ve aynı zamanda medyaya teslim etti…Yaşer’in ilerki bölümde
tartışılacak olan mahkemelerce yalanlanmış ve gerçek dışı bilgilerle
kurgulanmış kitabının oluşturulmasında büyük rolü vardır. Kendisi Gülen
davasında önemli bir rol oynamış ve duruşmaların çoğuna katılıp mahkemeye
önemli tesir etmiştir…”
Amerika’da bir bilim adamının, o tarihte
mahkemelerde kesinleşmiş kararları olan konularda gerçek dışı beyanlarda
bulunması adına bu kitap bir örnek oluşturuyor. Eğer 17 - 25 Aralık olayları
olmasa idi belki de bizler hala bu davalarla uğraşıyor, haklarımızı ve
özgürlüğümüzü almak için mücadele ediyor olacaktık .
İsabet, Fetullah’ın başa geçme ve
halife olma isteği daha fazla bekleyemedi. Tayyip Erdoğan’ın yükselişi ve
dış politikada Müslüman Kardeşler’e yakın duruşu, O’nu ve perde gerisindekileri
fazlasıyla rahatsız edince de, elindeki kozları ortaya dökmeye karar verdi. Ve
kaybetti… Ama şimdilik olduğunu düşünüyor herkes. Nitekim Gülen’in başkanlık
sistemini destekleyen kişi olduğu, burada herkesçe biliniyor. Arkasında
inanılmaz bir destek var, hukukçular ordusu Amerikan’ın en ünlü
avukatlarından oluşuyor.
Sizinle ilgili bu değerlendirme karşısında siz dava açmıştınız
değil mi?
Kitap, benim burada ve 179
ülkede terörist olarak kırmızı bültenle arandığım zamanlarda
yayınlandı. Hakkımdaki gerçek dışı beyanlar için tazminat talebimizle dava
açmak istedik. Amerika’da bu tür suçlamalar çok ciddi şekilde cezalandırılıyor.
Avukatım tarafından gerekli çalışma yapılarak başvuruda bulunduk. Mahkeme
itirazımızı kabul etti. Ancak son anda avukatım nedenini belirtmeden davadan
çekilince(!) vazgeçmek zorunda kaldık. Çünkü ABD’de yeni bir avukat ve
jürili mahkeme masraflarını karşılayacak maddi olanağımız ne yazık
ki yoktu.
Harrington’un kitabı yazılırken Amerika’da
idim. Ve adresimi biliyorlardı. Harrington benimle konuşmayı ve gerçekleri
öğrenmeyi istemedi. Hala da tüm destekleri ile FETÖ’yü koruyorlar. O nedenle
FETÖ her an büyük bir tehlike olarak karşımızda duruyor.
Güçlü dostlarının, gelecek için FETÖ’yü
özel olarak hazırlıyor olmaları çok büyük ihtimal! Kitabın final cümlesi
çok ilginç:
“Gelecekte, tarih yazanlar Gülen’in
bıraktığı bu mirası onun takipçilerinin ve ondan ilham alanların nasıl
kullandığını yazacaklardır...!”
Referandum sürecine dönelim. FETÖ
ve onun arkasında durduğunu söylediğiniz Başkanlık sistemini analiz
edelim. Referandumda “EVET” diyecekler bu durumu nasıl değerlendiriyor?
Tayyip Erdoğan gibi zeki ve kurnaz bir
siyasetçinin, başkanlık teklifinin arkasındaki FETÖ’yü unutmaması, böyle bir
riske kendini atmaması gerek.
Sürekli yinelediğim bütün bu açıklamaların
nedeni, gelecek için kurgulanmış bir oyunun senaryosunu görebilmemiz için.
Siyasi iktidar, bunlara kafa tutacağını,
güçlü olacağını zannediyor ama ne yazık ki yanılıyor.
Dünyada özellikle Ortadoğu
ülkelerinde tek adam yönetimlerinin arkasında yabancı istihbarat örgütlerinin
olduğunu biliyoruz. Halkları desteklese bile uzun ömürlü olmalarına olanak yok,
değil mi?
İran’da Başbakan Musaddık bir halk
kahramanıydı… İran lehine petrolü millileştirdiği an
İngiltere‘nin oyunlarıyla inanılmaz hallere düşürüldü. Hem de kendi
halkı tarafından. Evine hapsedildi, sonrası çok daha korkunç oldu. Daha
yakın bir tarihte Saddam’ı Libya lideri Kaddafi’ yi hatırlayın. Hepsi bir
zamanlar Batı’nın has adamlarıydılar. Hepsinin hayatı Batı’nın çıkarlarının
devam etmesi koşuluna bağlıydı. İngiliz çıkarları, Amerikan çıkarları, Hollanda
çıkarları, her zaman her koşulda Ortadoğu ülkelerini ezdi ve geçti.
Bunun bir tek istisnası vardı. Atatürk…
Emperyalizme karşı kendi halkıyla birlikte verdiği savaştan zaferle çıkan tek
liderdi.
Bu son cümlenizden yola çıkarsak yabancı istihbarat örgütlerinin
bulunduğumuz coğrafyada uğraşıp da bir türlü yenemediği ülke Türkiye oldu değil
mi?
CIA adamlarının sürekli Atatürk’le
uğraşmaları, bizlere amaçları konusunda bir fikir vermeli.
Neden ılımlı İslam isteklisi Graham Fuller, Atatürk resimlerinin
duvarlardan indirilmesini, Türk Halkı’nın artık onu unutmasını istiyor? Çünkü
Atatürk çağdaşlığın, bağımsızlığın, bilimin, özgür düşüncenin, yani
aydınlanmanın sembolüdür.
Ama onlar başka bir Türkiye’nin özlemi
içerisindeler. Nitekim son yıllarda, Gülen’in yol arkadaşları olan
entellektüel liberallerle birlikte, siyasal İslam’a destek vererek,
Cumhuriyet kazanımlarına büyük darbe vurdukları bir gerçek. Fransız yazar
Arianne Bonzon, “Türkiye’de liberal entellektüeller İslamcıların ‘faydalı aptalları’nı
mı oynadılar?” diyor ve soruyor: “ Peki bu liberaller İslamcı muhafazakar
iktidarın yoldan sapışlarını eleştirmekte neden geciktiler?”
Yolları
çoktan ayrıldı. Bir çoğu da şu an Silivri’de.
Ilımlı İslam ile radikal İslam’ın her
ikisinin de şer-i kanunlara bağlı, hakimiyetin sadece Allah’a mahsus
olması inancıyla ortak zihniyete sahip oldukları gerçeğini, CIA
uzmanları ya da liberaller bilmiyor olabilirler mi?
Türkiye’nin, çağdaş, laik, sosyal hukuk
devleti özelliklerinin bozulması, sıradan bir Ortadoğu ülkesi haline
gelmesinin, sadece bizler için değil Batı için de büyük sorunlar
yaratacağı gerçeğini, bunlara nasıl anlatmalıyız? Dinin, yanlış
kullanılması, istismar edilmesi hallerinde, eğitimsiz ve cahil yığınları
harekete geçireceğini, bunun sonuçlarının korkunç olacağını herkesin
bilmesi gerek.
İnsani
değerlerin yüceltildiği 21. Yüzyılda; toplumların acı içinde
eğitilmeleri ve yönlendirilmeleri için Batı’nın yıllar öncesinde
uyguladığı yöntemlere artık geçit verilmemeli. Çünkü buralarda ekilen kin ve
nefret tohumları giderek büyüyecek ve dünyayı, gelişmiş ülkeleri de içine
alacak şekilde yaşanmaz bir sona götürecektir. Bugün bile hiçbir ülke
kendini, radikal İslam’ın insanlık dışı uygulamaları nedeniyle güvende
hissedemiyor.
Birileri sürekli olarak bize akıllar
veriyor. Bu arada geri planda da kendi çıkarları için
Türkiye’nin yerleşik demokratik yapısını ortadan kaldıracak raporlar
hazırlanıyor. Ve Türkiye’nin menfaati gibi gösterip, plan; bizlerin oylarıyla
sahneye koyma cüretinde bulunuluyor. Bir zamanlar Mübarek de, Saddam da,
Kaddafi de kendilerini güvende hissediyorlardı. Ama tek adam olmak çok
tehlikeli ve küresel güçlerin istediği tek şey. Kolayca hallederler...
Siz de referandumun önceden hazırlanmış yabancı bir proje olduğunu
söylediniz. Peki hedeflerini nasıl gerçekleştirecekler ?
Şu günlerde sosyal medyada yeniden
dolaşmaya başlayan ünlü bir rapor var. Rapor, TBMM’yi, Cumhuriyet’in saygın
güçlü kurumlarını nasıl halledeceklerini anlatıyor. Bu raporu tekrar
okuyunca, her şeyin yerli yerine oturduğunu göreceksiniz. Sonra evet mi hayır
mı cevabını vermek sizlere kalmış artık.
CIA eski Türkiye Şefi Paul B. Henze’nin raporundan söz ediyorsunuz
sanırım. Bu raporu okumayanlar için önemli noktaları yeniden anımsatalım
okuyucularımıza
Evet Henze’nin Beyaz Saray’a sunduğu
2006 tarihli o ünlü raporunda özet olarak şöyle diyor:
“Türkiye’nin
bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız.
-Hükümeti
ikna ettiğimizde, Meclis,
-Meclisi ikna
ettiğimizde, ordu,
-Orduyu ikna
ettiğimizde, yargı karşımıza çıkabiliyor.
Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir
federalizm, yani federal devlet kurulması ise;
Mutlaka
ve öncelikle Türkiye’de; yargı, ordu, meclis ve hükumeti tek elde toplayan
başkanlık rejimine geçilmelidir!
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen
yapıyı kontrol etmekten çok daha kolay olacaktır..!
Eğer O kişi Amerikan çıkarlarına yardım
etmek konusunda tereddüt ederse…. ”Libya ve Irak örneği verilerek rapor, şu
cümleyle tamamlanıyor:
“BİR KİŞİ ÜZERİNE KURULMUŞ OLAN YAPIYI YIKMAK, AMERİKA İÇİN SORUN
OLMAZ…!”
Nasıl
bir tuzakla karşı karşıya olduğumuz gerçeğini görmeliyiz.
Referanduma evet
demek bunları peşinen kabul etmek demek.
Sizinle telefonla konuşurken Kaddafi’nin Irak savaşı sonrası
Birleşmiş Milletler’de yaptığı bir konuşmaya değinmiştiniz. Bu konuşma
unutulmamalı. Kaddafi neler demişti kısaca özetler misiniz?
Kaddafi’nin Birleşmiş Milletler’de geçen
yıllarda yaptığı o konuşma, o dönem için önemli bir konuşmaydı.
Dediğiniz gibi hatırlamakta yarar var. Batı’nın Irak’ta, ne aradığını
soruyordu. Ülkelerin içişlerine, gelişmiş ülkelerin neden burunlarını
soktuklarını sorguluyordu: İşte o konuşmadan bazı pasajlar:
“Irak’ın işgali ve
yıkımının milyonlarca Iraklı’nın öldürülme sebebi nedir? Neden Irak? Bin
Ladin Iraklı mıydı? Hayır değildi. Pentagon’u vuranlar Iraklı
mıydılar? Hayır değildiler. Irak’da kimyasal kitle imha silahı var mıydı?
Hayır yoktu.”
“…Amerika Saddam ile aynı safta Humeyni’ye
karşı savaştı. Saddam onların arkadaşıydı.”
“…Neden Saddam Hüseyin’in öldürülmesi ile
ilgili bir soruşturma olmayacak? Bir Arap Birliği lideri henüz
asılarak idam edilmişken biz burada sıralarda oturuyoruz. “
“Belki
sizden biri, bir sonraki asılan olacak?”
“Biz Araplar birbirimizin düşmanıyız. Bunu
söylediğim için üzgünüm. .....Birbirimize tuzak kuruyoruz.……Ve bir Arabın
düşmanı diğer Arabın dostu…”
Herhalde olan bitene artık razı olamıyordu,
ya da kendini çok güçlü hissediyordu.(!) Bir zamanlar Kaddafi’nin çadırında
oturup, onu alkışlayan büyük liderler bu konuşmasını da alkışladılar ama
karar verildi. Kaddafi bir şekilde halledilecekti… Kaddafi’nin bedenini
kendi halkı parçaladı. Küresel güçlerin çıkarlarına uygun davranırsanız
sorun olmaz ama bu mümkün olabilir mi? PKK, PYD, FETO hepsi bir CIA projesi…
Yaşadığımız şu kısa tarih içinde kaç
Ortadoğu diktatörü, yeterli ölçüde kullanıldı ve sonra ortadan yok oldu.
Hepimiz biliyoruz, yaşadık ve gördük. Bu tek adamlık sevdasından hemen
vazgeçmemiz gerek.
Kimbilir geleceği göremeyen daha kaç
lider, Güney Amerika’da, Ortadoğu’da, Asya’da, Batı’nın çıkarları doğrultusunda
kullanılıp sonra harcanacak, yerlerini yeni efendiler alacaktır…
Bu örneklerden sonra referandum için uyarılarınız neler olacak?
Uluslararası güçler tarafından önümüze
konulan bu projeye “EVET” kararı verilirse, federasyona, bölünmeye,
parçalanmaya, her şeye razı etmeye çalışacaklardır.
Yapılamayacak bir talepleri muhakkak
olacaktır. O zaman “Tiyatro” orada bitecek. Ve perde “EVET” diyenlerin üzerine
kapanacaktır! Yeni başkan zaten şimdiden ellerinde hazırdır.
AKP ve MHP milletvekillerine ve
partililerine burada açık çağrıda bulunuyorum. Vereceğiniz “EVET” oyları
ile Türkiye’yi, seçeceğiniz BAŞKAN’a değil, uluslararası
güçlere teslim edeceksiniz. KARAR SİZİN...
ABD’den Referandumun perde arkasını bir başka açıdan
değerlendirdiniz. Önemli uyarılarınız ve hatırlatmalarınız oldu.
Sıraladığınız nedenleri de göz önüne alarak halkımız kendi geleceğini
belirleyecektir. Çok teşekkürler.
Nurzen Amuran
Odatv.com/02.04.2017