4 Nisan 2017 Salı

16 Nisan’da Yapılacak Referandum Bir CIA Projesi


Çağdaş Eğitim Vakfı eski Başkanı Gülseven  G. Yaşer, Nurzen Amuran’ın sorularını yanıtladı.

Nurzen Amuran: Bütün Batı ülkelerinde siyaset arenasında hareketlenme var. Sağ partilerin güçlenmesi, İslam karşıtı söylemlerin artması, ırkçı yaklaşımların parti propagandalarında sıklıkla yer alması, gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerin korkulu rüyası haline geldi. Amerika’da Trump’ın durumu nedir, hala eleştiriliyor mu?

Gülseven Yaşer: Trump inanılmaz şekilde eleştiriliyor. Kendisiyle alay ediliyor. Ama Başkan’ın kendisini eleştirenlerle ilgili dava açması, söyleyenleri tehdit etmesi mümkün değil. Amerika’da böyle bir gelenek zaten yok. Medya her türlü olayı kıyasıya eleştiriyor. Sadece haber programlarında değil, açık oturum panel gibi programlarda konuşanlar da rahatlıkla çok ağır eleştiri yapıyorlar.

Geçen hafta San Francisco’daydık. Kadınların Trumph karşıtı mitingi vardı. Herkes coşkuyla rahatça söylemlerini dile getirdi. Çevrelerinde onları rahatsız eden polis ve benzeri resmi kişileri görmedik! Amerikan demokrasisi diğer ülkelere örnek olacak şekilde iyi çalışıyor. Yasama, yürütme ve yargı  organları kendi görevlerinin bilinci içinde gereken faaliyeti, inandıkları yolda serbestçe kullanıyorlar.

Medyada sık sık üst yargı kurumlarında görev alan yargıçlarla söyleşiler var. Bu yargıçlar çok etkin ve saygın bir konumdalar. Uygulamalarında son derece bağımsızlar. Hukuk karşısında herkesin eşit olduğunu, tüm organların görevlerinin bilinci içinde olmaları gerektiğini belirtiyorlar. Oldukça yaşlı bir bayan yargıç bir söyleşide; “Başkan başkanlığını yapacak, medya da  kendi görevlerini ifa edecek. Kimse kimsenin görev alanına müdahale edemez.” derken  Amerika’da devlet teamüllerinin yerleşik olduğunu, göreve gelenlerin bu bilinç ve olgunluk içinde daima saygılı olacaklarını” söyledi.

Yasama, yürütme ve yargı organlarının işlevlerinin birbirlerinden tamamen ayrı hak ve yükümlülükleri olduğu gerçeğine, Başkan dahil hiç kimse karşı çıkamaz. Nitekim son günlerde Başkan’ın üzerinde önemle durduğu göçmen yasası hakkında bile yargı iptal kararını vermekte gecikmedi. Ayrıca Sağlık reformuyla ilgili taleplerini geri çekmek zorunda kaldı. Böylece burada demokrasinin, uygarlığın ve gelişmiş  toplum olmanın sonuçlarını açıkça görebiliyorsunuz.

Ya şu anda ülkemizdeki durumu nasıl özetliyorsunuz?

Ne yazık ki ülkemiz ve siyasetçilerimiz şu sıralarda bu anlayış ve olgunluğa oldukça uzak görünüyorlar. Tabii bunda gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkeler üzerindeki açık ve gizli politikalarının çok etkili olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu alanda yoksul ülkelerin yoksul(!) Politikacıları farklı davranıp onurlu ve bağımsız olmayı öğrenebildikleri oranda, uluslararası dengeler çeşitlilik gösteriyor.

Bizde şu anda önerilen başkanlık olayının göstergeleri kuvvetler ayrımını yok eden, denetim mekanizmalarını tümüyle ortadan kaldıran bir sistem. Özellikle böyle olması istenmiş olabilir. Gerektiğinde sadece başkanı değiştirerek(!) ülkeye sahip olunabilir.

Türkiye’deki referandum kampanyalarının ABD’de yansıması nasıl, sözgelimi yaşadığınız yerdeki Türk lobisi neler yapıyor?

Buradaki Türk lobisi genellikle üst seviyede kültürlü, deneyimli, emekli olmuş bürokrat, devlet adamı meslek sahibi bireylerden oluşuyor. Hemen çoğu Türkiye konusunda duyarlılar. Son gelişmeler karşısında kaygılı oldukları söylenebilir. Ancak örgütlenme konumunda yeterli ilgi ve çabalarının olduğunu söylemek zor.

Washington D.C’de, Başkent’te isim yapmış Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine bağlı sivil toplum kuruluşları var. Etkin olarak çalışıyorlar. Referandum konusunda hayır söylemli, bilinçli çalışmaları devam ediyor.

Diğer büyük kentlerde yaşayan Türkler birbirlerinden oldukça kopuk yaşıyorlar. Çokları seçim zamanlarında oy kullanmayı ihmal etmiş, hala da bunu sürdürüyorlar.

Zaten Türkiye’nin sorununun büyük ölçüde bu olduğunu hepimiz biliyoruz. Ülkenin Cumhuriyet değerlerine bağlı, çağdaş ve laik düşünceye sahip seçkin insanları yurt içinde de yurt dışında da hiçbir zaman yeterli ölçüde, yaşanan bu gerici ve dinci yapılanmayla ilgilenmediler. İlgilenmek istemediler. Hatta gözardı ettiler. 90’lı yıllardan itibaren açıkça görülmeye başlanan gidişat bunlar tarafından ne yazık ki önemsenmedi. Dini istismar eden tarikatlar, cemaatler genç kuşakları kıyasıya eğitirken, imam hatip okulları çığ gibi artarken, sivil toplum kuruluşlarının çağrılarına uzak kaldılar. Şimdi acı gerçekle karşı karşıyalar. Ama çok geç…

16 NİSANDA YAPILACAK REFERANDUM BİR CIA PROJESİ

Özellikle son zamanlarda referandum kampanyasına katılanlar, “Başkanlık sisteminin dışardan ithal edilen bir proje olduğunu” vurguluyorlar. Amerika’dan bakınca siz de bu düşünceye katılıyor musunuz?

16 Nisan’da yapılacak referandumun bir CIA projesi olduğunu istihbarat raporları söylüyor. Bu referandum Türkiye’yi önü alınamaz bir kaosa, bilinmeyen bir geleceğe sürükleyecektir. Geçen yıl CIA’nin Türkiye ile ilgili bir raporu vardı. Gündemi çok meşgul etti ama sonra diğer önemli konular gibi unutuldu gitti.

Rapor açıkça gösteriyor ki referandumda verilecek evet oyları ile Türkiye, siyasal iktidara değil, CIA’e ve onun yönlendirmelerine teslim edilecektir. 

Yıllardır CIA istasyon şeflerinin sözleri eylemleri ve niyetleri konuşulur durur. Ama hala bu görevlilerin gerçek niyetleri halkımıza anlatılamadı. Bir kez daha dile getirelim: Nedir hedefleri?

Onların önerisi Türkiye’nin ılımlı İslam’ın örneğini oluşturacak bir yapıya kavuşması ve federe bir devlet haline gelmesi! Özellikle Türkiye’de uzun yıllar İstasyon Şefliği yapmış, Türkiye’yi ve Türk Halkı’nı yakından tanıyan Graham Fuller, Paul Bernard Henze gibi istihbarat uzmanları, her zaman ulusal ve çağdaş değerlerimizi ortadan kaldıracak önerilerle karşımıza çıkıyorlar.

İlkokul mezunu bile olmayan vaiz Fetullah’ı ortaya çıkararak, Türkiye’nin başına bela eden CIA uzmanları, bu kez referandumla geleceğimizi ele geçirmek üzereler. Siyasal İktidar, bütün gücüyle cemaat olgusunu yok etme mücadelesini sürdürürken, başkanlık sisteminin gerisinde F. Gülen olduğu gerçeğini gözardı ediyor olabilir mi? Gelecek yakın bir zamanda FETÖ’nün, başkanlık sistemi ile ülkenin başına geçme planlarını önemsememeleri, belki de hayatlarının en büyük kabusu olabilir. Bu tehlikenin varlığını, bir zamanlar Fetullah’a eşlik etmiş iktidar kadrolarının ve bizzat Cumhurbaşkanı’nın düşünmüyor olması çok ilginç..

Söz Fethullah Gülen’den açılmışken siz yakın bir gelecekte Gülen’in Türkiye’ye iade edileceğini düşünüyor musunuz?

Amerika’nın Gülen’i Türkiye’ye teslim edeceği hayalini hiç bir zaman düşünmedim. Zaten hiçbir yönetim, kendi ülkesinde vatandaşı olmuş bir şahsı, bir başka ülkeye koşullar ne olursa olsun kolayca vermez. Hiçbir  güçlü ülkenin böyle bir davranışa başvuracağını düşünmüyorum. Gülen için özel bir formül bulacaklardır.

Fetullah, Türkiye’de siyasetçilerin verdiği desteklerle uzun yıllar öncesinde kurduğu derin sistemi tümüyle CIA’in kullanımına vermiş, aralarında organik bağ oluşturmuş bir örgüt lideri. ABD’nin çıkarları doğrultusunda yayılmayı üstlenmiş, kendi ülkesinin aleyhine her türlü siyasi, hukuki eylemi gerçekleştirmiş bir hain. Böyle bir insanı siz olsanız kolayca feda edebilir misiniz?  

GÜLEN, BAŞKANLIK SİSTEMİNİ DESTEKLİYOR

Trump ABD Başkanı olduktan sonra FETÖ’nün ABD’deki faaliyetleri eskisi gibi devam ediyor mu, yeni yönetimle ilişkileri var mı ?

FETO’nun yeni yönetimdeki politik ilişkileri de sessiz ama derinden aynen devam etmekte gibi görünüyor.

Yıllar içerisinde cemaat, Amerika’da hem Senato’da hem Kongre’de önemli kişilere seçimlerde mali destek vererek, hiç ummadığınız senatör ve kongre üyeleriyle bağlantılarını sağlamlaştırmıştı. Açtıkları okul, üniversite, vakıf ve benzeri kuruluşlarla örümcek ağı benzeri faaliyetlerini ABD‘ye tümüyle yerleştirmiş durumda.

Paranın ve büyük mali gücün ne büyük kapıları kolayca açtığını hepimiz Türkiye’den de biliyoruz! Sadece siyasetçiler değil, bilim adamları, hukukçular, üniversite hocaları, iş adamları inanılmaz şekilde Gülen’e ve cemaate bağlılar. Daha önce de çeşitli söyleşilerde aktardığım gibi İnsan hakları konusunda otorite olduğu söylenen ünlü Prof. James C. Harrington’a, Gülen, kendi hakkında bir kitap yazdırmış.Kitabın önsözünü de yine ünlü bir hukuk profesörü, halen hukuk fakültelerinde ders veren Michael  E. Tigar yazmıştı. Yazdıklarıyla Fetullah’ı göklere çıkarıyorlar.

“Fethullah Gülen’in Hukuk Serüveni“ adıyla Türkçe’ye çevrilen kitapta, Harrington, Fetullah’ı o kadar masum, o kadar mükemmel bir düşün adamı, din alimi, sevgi dolu bir toplum lideri olarak gösteriyor ki, gözleriniz yaşarıyor. Hakkında açılan davaların hile ile yapıldığını, üzerine atfedilen suçların tümüyle sahte olduğunu belirtiyor. Türkiye’yi de sanki hiç gelişmemiş bir Orta Doğu ülkesi gibi göstererek, yaşanan olayları bizzat gözlemiş bir mürit gibi yazıyor:

Ben kitapta yer alan bazı satırları sizlerle paylaşmak istiyorum
“….Bazı basın organları, kesinlikle doğru olmayan ve hiçbir delile dayanmayan olaylarda bile, insanların saygınlığını ve etkinliğini yok etmek, güvenirliğinin altını oymak gibi, hedeflenilen kişi, planlı bir şekilde Franz Kafka’nın romanlarında olduğu gibi bunaltıcı ve kabus dolu bir suçlama propagandasına maruz bırakılır. İşte bütün bu olaylar  Fetullah Gülen’in başına gelenleri tam anlamıyla açıklamaktadır.”

Bir başka bölümde:
“… Durum böyleyken DGM savcısı Nuh Mete Yüksel,Gülen’e düşmanlık besleyenler tarafından oluşturulmuş uydurma kasetlerini kullandı…”
“…Büyük bir ihtimalle Gülen’in yargılanması, bir çoğu derin devlet içerisinde yer alan, birbirlerine gevşek bağlarla bağlı odakların çıkarlarının birleştiği yerdeydi… Bunun böyle olduğunu şimdiki Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında öne çıkan kişilerin ve temsil ettiği hareketle uğraşmış olmalarından anlıyoruz…” 

“Politik eksende uçta bulunan laik ve ulusalcı kesim onun hoşgörüye, orta yola ve herkesi kucaklamaya dayalı mesajının büyük etkisinden ve bu etkinin bütün dünyaya yayılmasından rahatsız oluyorlardı…!”

Yazar kitabın ilerleyen sayfalarında biraz daha ileri gidiyor ve artık herkesçe bilinen eylemlerinin düzmece olduğunu vurguluyordu:

“Yöneltilen hakaret ve iftiraların çoğu birbiriyle çelişiyordu ve aynı zamanda gülünçtü. Genelde suçlamalar: Gülen, demokrasi, laiklik, Türkiye ve Atatürk düşmanı, bir İslam devleti kurarak ülkeye şeriat devleti kurarak ülkeye şeriat  kanunlarını getirmek istiyor, gençleri kendi amaçları doğrultusunda eğitmek için dağlarda gizli kamplar kuruyor, ABD ve Suudi Arabistan ajanıdır ve onlardan maddi destek alıyor, polis okulları ile askeri okullara, devlet kuruluşlarına sızmaya çalışıyordu….”!

Kitapta sizinle ilgili de hayal ürünü bölümler yer aldı değil mi?

Evet o bölümden de birkaç satır aktarayım:
“… … Gülen’e karşı olan bu senaryoda baş oyuncu olarak ortaya çıkan Gülseven Yaşer, Gülen’in vaazlarından  özellikle seçilmiş ve yanılgıya düşürtücü bir şekilde montajlanmış düzmece kasetleri savcıya ve aynı zamanda medyaya teslim etti…Yaşer’in ilerki bölümde tartışılacak olan mahkemelerce yalanlanmış ve gerçek dışı bilgilerle kurgulanmış kitabının oluşturulmasında büyük rolü vardır. Kendisi Gülen davasında önemli bir rol oynamış ve duruşmaların çoğuna katılıp mahkemeye önemli tesir etmiştir…”

Amerika’da bir bilim adamının, o tarihte mahkemelerde kesinleşmiş kararları olan konularda gerçek dışı beyanlarda bulunması adına bu kitap bir örnek oluşturuyor. Eğer 17 - 25 Aralık olayları olmasa idi belki de bizler hala bu davalarla uğraşıyor, haklarımızı ve özgürlüğümüzü almak için mücadele ediyor olacaktık .

İsabet, Fetullah’ın başa geçme ve halife olma isteği daha fazla bekleyemedi. Tayyip Erdoğan’ın yükselişi ve dış politikada Müslüman Kardeşler’e yakın duruşu, O’nu ve perde gerisindekileri fazlasıyla rahatsız edince de, elindeki kozları ortaya dökmeye karar verdi. Ve kaybetti… Ama şimdilik olduğunu düşünüyor herkes. Nitekim Gülen’in başkanlık sistemini destekleyen kişi olduğu, burada herkesçe biliniyor. Arkasında inanılmaz bir destek var, hukukçular ordusu Amerikan’ın en ünlü avukatlarından oluşuyor.

Sizinle ilgili bu değerlendirme karşısında siz dava açmıştınız değil mi?

Kitap, benim burada ve 179 ülkede terörist olarak kırmızı bültenle arandığım zamanlarda yayınlandı. Hakkımdaki gerçek dışı beyanlar için tazminat talebimizle dava açmak istedik. Amerika’da bu tür suçlamalar çok ciddi şekilde cezalandırılıyor. Avukatım tarafından gerekli çalışma yapılarak başvuruda bulunduk. Mahkeme itirazımızı kabul etti. Ancak son anda avukatım nedenini belirtmeden davadan çekilince(!) vazgeçmek zorunda kaldık. Çünkü  ABD’de yeni bir avukat ve jürili mahkeme masraflarını karşılayacak maddi olanağımız ne yazık ki yoktu.

Harrington’un kitabı yazılırken Amerika’da idim. Ve adresimi biliyorlardı. Harrington benimle konuşmayı ve gerçekleri öğrenmeyi istemedi. Hala da tüm destekleri ile FETÖ’yü koruyorlar. O nedenle FETÖ her an  büyük bir tehlike olarak karşımızda duruyor.

Güçlü dostlarının, gelecek için FETÖ’yü özel olarak hazırlıyor olmaları çok büyük ihtimal! Kitabın final cümlesi çok ilginç:

“Gelecekte, tarih yazanlar Gülen’in bıraktığı bu mirası onun takipçilerinin ve ondan ilham alanların nasıl kullandığını yazacaklardır...!”

Referandum sürecine dönelim. FETÖ ve  onun arkasında durduğunu söylediğiniz Başkanlık sistemini analiz edelim. Referandumda “EVET” diyecekler bu durumu nasıl değerlendiriyor?

Tayyip Erdoğan gibi zeki ve kurnaz bir siyasetçinin, başkanlık teklifinin arkasındaki FETÖ’yü unutmaması, böyle bir riske kendini atmaması gerek.  

Sürekli yinelediğim bütün bu açıklamaların nedeni, gelecek için kurgulanmış bir oyunun senaryosunu görebilmemiz için.

Siyasi iktidar, bunlara kafa tutacağını, güçlü olacağını zannediyor ama ne yazık ki yanılıyor.

Dünyada özellikle Ortadoğu ülkelerinde tek adam yönetimlerinin arkasında yabancı istihbarat örgütlerinin olduğunu biliyoruz. Halkları desteklese bile uzun ömürlü olmalarına olanak yok, değil mi?

İran’da Başbakan Musaddık bir halk kahramanıydı… İran lehine petrolü millileştirdiği an İngiltere‘nin oyunlarıyla inanılmaz hallere düşürüldü. Hem de kendi halkı tarafından. Evine hapsedildi, sonrası çok daha  korkunç oldu. Daha yakın bir tarihte Saddam’ı Libya lideri Kaddafi’ yi hatırlayın. Hepsi bir zamanlar Batı’nın has adamlarıydılar. Hepsinin hayatı Batı’nın çıkarlarının devam etmesi koşuluna bağlıydı. İngiliz çıkarları, Amerikan çıkarları, Hollanda çıkarları, her zaman her koşulda Ortadoğu ülkelerini ezdi ve geçti.

Bunun bir tek istisnası vardı. Atatürk… Emperyalizme karşı kendi halkıyla birlikte verdiği savaştan zaferle çıkan tek liderdi.

Bu son cümlenizden yola çıkarsak yabancı istihbarat örgütlerinin bulunduğumuz coğrafyada uğraşıp da bir türlü yenemediği ülke Türkiye oldu değil mi?

CIA adamlarının sürekli Atatürk’le uğraşmaları, bizlere amaçları konusunda bir fikir vermeli. Neden ılımlı İslam isteklisi Graham Fuller, Atatürk resimlerinin duvarlardan indirilmesini, Türk Halkı’nın artık onu unutmasını istiyor? Çünkü Atatürk çağdaşlığın, bağımsızlığın, bilimin, özgür düşüncenin, yani aydınlanmanın sembolüdür.

Ama onlar başka bir Türkiye’nin özlemi içerisindeler. Nitekim son yıllarda, Gülen’in yol arkadaşları olan entellektüel liberallerle birlikte, siyasal İslam’a destek vererek, Cumhuriyet kazanımlarına büyük darbe vurdukları bir gerçek. Fransız yazar Arianne Bonzon, “Türkiye’de liberal entellektüeller İslamcıların ‘faydalı aptalları’nı mı oynadılar?” diyor ve soruyor: “ Peki bu liberaller İslamcı muhafazakar iktidarın yoldan sapışlarını eleştirmekte neden geciktiler?”

Yolları çoktan ayrıldı. Bir çoğu da şu an Silivri’de.  
Ilımlı İslam ile radikal İslam’ın her ikisinin de şer-i kanunlara bağlı, hakimiyetin sadece Allah’a mahsus olması inancıyla ortak zihniyete sahip oldukları gerçeğini, CIA uzmanları ya da liberaller bilmiyor olabilirler mi?

Türkiye’nin, çağdaş, laik, sosyal hukuk devleti özelliklerinin bozulması, sıradan bir Ortadoğu ülkesi haline gelmesinin, sadece bizler için değil Batı için de büyük sorunlar yaratacağı gerçeğini, bunlara nasıl anlatmalıyız? Dinin, yanlış kullanılması, istismar edilmesi hallerinde, eğitimsiz ve cahil yığınları harekete geçireceğini, bunun sonuçlarının korkunç olacağını  herkesin bilmesi gerek.

İnsani değerlerin yüceltildiği 21. Yüzyılda; toplumların acı içinde eğitilmeleri ve yönlendirilmeleri için Batı’nın yıllar öncesinde uyguladığı yöntemlere artık geçit verilmemeli. Çünkü buralarda ekilen kin ve nefret tohumları giderek büyüyecek ve dünyayı, gelişmiş ülkeleri de içine alacak şekilde yaşanmaz  bir sona götürecektir. Bugün bile hiçbir ülke kendini, radikal İslam’ın insanlık dışı uygulamaları nedeniyle güvende hissedemiyor.

Birileri sürekli olarak bize akıllar veriyor. Bu arada geri planda da kendi çıkarları için Türkiye’nin yerleşik demokratik yapısını ortadan kaldıracak raporlar hazırlanıyor. Ve Türkiye’nin menfaati gibi gösterip, plan; bizlerin oylarıyla sahneye koyma cüretinde bulunuluyor. Bir zamanlar Mübarek de, Saddam da, Kaddafi de kendilerini güvende hissediyorlardı. Ama tek adam olmak çok tehlikeli ve küresel güçlerin istediği tek şey. Kolayca  hallederler...

Siz de referandumun önceden hazırlanmış yabancı bir proje olduğunu söylediniz. Peki hedeflerini nasıl gerçekleştirecekler ?

Şu günlerde sosyal medyada yeniden dolaşmaya başlayan ünlü bir rapor var. Rapor, TBMM’yi, Cumhuriyet’in saygın güçlü kurumlarını nasıl halledeceklerini anlatıyor. Bu raporu tekrar okuyunca, her şeyin yerli yerine oturduğunu göreceksiniz. Sonra evet mi hayır mı cevabını vermek sizlere kalmış artık.

CIA eski Türkiye Şefi Paul B. Henze’nin raporundan söz ediyorsunuz sanırım. Bu raporu okumayanlar için önemli noktaları yeniden anımsatalım okuyucularımıza

Evet Henze’nin Beyaz Saray’a sunduğu  2006  tarihli o ünlü raporunda özet olarak şöyle diyor:

“Türkiye’nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız.
-Hükümeti ikna ettiğimizde, Meclis,
-Meclisi ikna ettiğimizde, ordu,
-Orduyu ikna ettiğimizde, yargı karşımıza çıkabiliyor.
Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federalizm, yani federal devlet kurulması ise;

Mutlaka ve öncelikle Türkiye’de; yargı, ordu, meclis ve hükumeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir!

Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı kontrol etmekten çok daha kolay olacaktır..!

Eğer O kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse…. ”Libya ve Irak örneği verilerek rapor, şu cümleyle tamamlanıyor:

“BİR KİŞİ ÜZERİNE KURULMUŞ OLAN YAPIYI YIKMAK, AMERİKA İÇİN SORUN OLMAZ…!”

Nasıl bir  tuzakla karşı karşıya olduğumuz gerçeğini görmeliyiz.
Referanduma evet demek bunları peşinen kabul etmek demek.  
Sizinle telefonla konuşurken Kaddafi’nin Irak savaşı sonrası Birleşmiş Milletler’de yaptığı bir konuşmaya değinmiştiniz. Bu konuşma unutulmamalı. Kaddafi neler demişti kısaca özetler misiniz?

Kaddafi’nin Birleşmiş Milletler’de geçen yıllarda yaptığı o konuşma, o dönem için önemli bir konuşmaydı. Dediğiniz gibi hatırlamakta yarar var. Batı’nın Irak’ta, ne aradığını soruyordu. Ülkelerin içişlerine, gelişmiş ülkelerin neden burunlarını soktuklarını sorguluyordu: İşte o konuşmadan bazı pasajlar:

“Irak’ın işgali ve yıkımının milyonlarca Iraklı’nın öldürülme sebebi nedir? Neden Irak? Bin Ladin Iraklı mıydı? Hayır değildi. Pentagon’u vuranlar Iraklı mıydılar? Hayır değildiler. Irak’da kimyasal kitle imha silahı var mıydı? Hayır yoktu.”

“…Amerika Saddam ile aynı safta Humeyni’ye karşı savaştı. Saddam onların arkadaşıydı.”

“…Neden Saddam Hüseyin’in öldürülmesi ile ilgili bir soruşturma olmayacak? Bir Arap Birliği lideri henüz  asılarak idam edilmişken biz burada sıralarda oturuyoruz. “

“Belki sizden biri, bir sonraki asılan olacak?”

“Biz Araplar birbirimizin düşmanıyız. Bunu söylediğim için üzgünüm. .....Birbirimize tuzak kuruyoruz.……Ve bir Arabın düşmanı diğer Arabın dostu…”

Herhalde olan bitene artık razı olamıyordu, ya da kendini çok güçlü hissediyordu.(!) Bir zamanlar Kaddafi’nin çadırında oturup, onu alkışlayan büyük liderler bu konuşmasını da alkışladılar ama karar verildi. Kaddafi bir şekilde halledilecekti… Kaddafi’nin bedenini kendi halkı parçaladı. Küresel güçlerin çıkarlarına uygun davranırsanız sorun olmaz ama bu mümkün olabilir mi? PKK, PYD, FETO hepsi bir CIA projesi…

Yaşadığımız şu kısa tarih içinde kaç Ortadoğu diktatörü, yeterli ölçüde kullanıldı ve sonra ortadan yok oldu. Hepimiz biliyoruz, yaşadık ve gördük. Bu tek adamlık sevdasından hemen vazgeçmemiz gerek.

Kimbilir geleceği göremeyen daha kaç lider, Güney Amerika’da, Ortadoğu’da, Asya’da, Batı’nın çıkarları doğrultusunda kullanılıp sonra harcanacak, yerlerini yeni efendiler alacaktır…

Bu örneklerden sonra referandum için uyarılarınız neler olacak?

Uluslararası güçler tarafından önümüze konulan bu projeye “EVET” kararı verilirse, federasyona, bölünmeye, parçalanmaya, her şeye razı etmeye çalışacaklardır.

Yapılamayacak bir talepleri muhakkak olacaktır. O zaman “Tiyatro” orada bitecek. Ve perde “EVET” diyenlerin üzerine kapanacaktır! Yeni başkan zaten şimdiden ellerinde hazırdır.

AKP ve MHP milletvekillerine ve partililerine burada açık çağrıda bulunuyorum. Vereceğiniz “EVET” oyları ile Türkiye’yi, seçeceğiniz BAŞKAN’a değil, uluslararası güçlere teslim edeceksiniz. KARAR SİZİN...

ABD’den Referandumun perde arkasını bir başka açıdan değerlendirdiniz. Önemli uyarılarınız ve hatırlatmalarınız oldu. Sıraladığınız nedenleri de göz önüne alarak halkımız kendi geleceğini belirleyecektir. Çok teşekkürler.


Nurzen Amuran
Odatv.com/02.04.2017