Bizim kuşak zihinsel varoluşunu 61 Anayasası’na borçludur. Bu anayasa dönemini aşağı yukarı 1963’ten 1972’ye kadar süren, basın ve toplantı özgürlüğü, üniversite özerkliği, çift meclis ve kuvvetler ayrılığı gibi yenilikleri kapsayan bir Anadolu Rönesansı olarak tanımlamak yanlış olmaz. Benim 12-21 yaşlarıma denk geliyor ve hayatımın en güzel yılları olarak hatırlıyorum. Kitaplarla, gösteri sanatlarıyla, konserlerle, tartışmalarla kavgalarla ama en derinde sürekli bir dünyayı anlama çabasıyla geçen çok değerli yıllardı. O yılları devrimci olarak yaşayan insanlara bakın, hepsinin akıl yürütme tarzı birbirine benzer; insan ilişkilerinde, hatta espri anlayışlarında bile sonrakilerden çok farklı bir kültürel dokuya sahiptirler.
61 Anayasası’nı ve onun yarattığı sosyal ortamda gelişen değerleri savunmak için her alanda mücadele verildi. Son tahlilde Soğuk Savaş’a kurban edilen bir devrim anayasasıdır. 12 Mart’ta Nihat Erim’in deyişiyle üzerine “şal örtüldü”, getirdiği bütün özgürlükler sonraki yıllarda budandı. 12 Eylül’e gelindiğinde zaten tanınmaz haldeydi. Amerikancı generaller onu yırtıp attılar. Laiklik karşıtı hareketlerin odağı böylece oluştu.
61 Anayasası’nın vakur ve edebî bir girişi vardır: “Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan, Anayasa ve Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni yapan Türk milleti,” diye başlar; “bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen ... insan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adâleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak için...” diye devam eder.
Emperyalizm, ülkemizde iç denetim mekanizmaları güçlü, gelişmiş bir devlet yapısı ve insanların haklarına sahip çıktıkları, örgütlü, aydınlanmış, kültürel ve ekonomik talepleri yüksek bir toplum istemedi. Merkezileşmiş, kolay yönlendirilen, dışarıdan denetlenebilecek bir devlet, her konuda talep seviyesi düşük geri ve cahil bir halk istedi. Büyük bir direnişle karşılaştı ve amaca ulaşması yarım asır sürdü.
Şimdi geldik bugünün “atı alan Üsküdar’ı geçti” muhabbetine. Devlet’in, devlet olma vasfını kaybederek lümpenleştiği, her türlü dış baskıya ve saldırıya maruz ve savunmasız bırakıldığı bir fetret devri yaşadığımızı kim inkâr edebilir? Ayrıca bir sosyalistin hâkim sınıfların baskı aracı olarak sahici bir Devlet aygıtı talep etmesi ne vahim bir trajedidir!
Toplumun alt kesimlerine “fakir fukara, garip guraba” anlayışıyla yaklaşan, dış politikası pazarlık ve şantajdan ibaret, sivil toplumu tarikatlar ve cemaatlerden oluşan, balkona çıkmış bir eş dost akraba devletine anayasa yaptılar.
Ne gericilerin anayasasını ne de Avrupa Komisyonu’nun “uzlaşma anayasası”nı isteriz. Fakat korkularla güdülenen çok dar bir jeopolitik bakış açısına sıkışmak da istemeyiz.
61 Anayasası’na benzer bir metin yazılıp imzaya açılsa milyonlarca insan etrafında toplanır. Böylece biz de “turuncu devrim” ve Amerikancı darbe korkularına sıkışıp güvenlikçi politikalarla kaskatı kesilmekten kurtuluruz. Böyle bir anayasa yazıp halkın önüne koyacak babayiğit anayasa hukukçuları yok mu bu memlekette?
Yavuz ALOGAN
Aydınlık/22.04.2017