8 Nisan 2017 Cumartesi

Kimyasal İkiyüzlülük

Kimyasal silahlar ilk kez I. Dünya Savaşı’nın Ypres cephesinde kullanıldı. 22 Nisan 1915 günü Almanlar 6000 tüpten saldıkları klor gazıyla Fransız topçusunu susturdular. Bu daha başlangıçtı. Savaş sona erdiğinde 90.000 asker kimyasal silahlarla öldürülmüş, bir milyondan fazlası yaralanmıştı.

Bizim askerlerimiz de Kanal Cephesi’nde kimyasal silaha maruz kaldılar (1918). İskenderiye yakınlarındaki Seydibeşir Usare Kampı’nda alçak İngilizler esir düşen askerlerimizi süngü zoruyla  krizol içeren havuzlara ittiler. Vücutlarında yanıklar oluşan yüzlerce askerimiz kör oldu. II. Dünya Savaşı’nda ordular artık siperlerden çıkmışlardı, motorize birliklerle uzak mesafelere gidebiliyorlardı. Kimyasal silah kullanımı azaldı. Fakat savaş başlamadan önce, 1936’da Mussolini kahramanca savaşmaya hazırlanan Habeş ordusuna  karşı hardal gazı kullandı. 

Kimyasal silahlar (özellikle Orange gazı) Vietnam Savaşı’nda  Vietkong birliklerini ve onları destekleyen yerli halkı öldürmek için kullanıldı. Görüş alanını genişletmek amacıyla üretilen kimyasallar ağaçların yapraklarını döktü, tarım alanlarını yok etti.

Yakın zamanlarda (Mart 1988) Halepçe felaketi yaşandı. Irak’ın kuzey doğusunda Talabani kuvvetleri İran’a Halepçe yolunu açarak isyan ettiklerinde cephenin dengesi bozuldu. Saddam kimyasal silah kullanmaktan çekinmedi. Emperyalistlerin mahkemesi onu soykırım yapmakla suçladı, fakat katliamda kullanılan Sarin ve Tabun gazlarının hangi fabrikalarda üretildiği, Irak’a hangi yollardan geldiği, silah mürettebatını kimlerin eğittiği soruşturulmadı.

Kimyasal silah sıradan terör örgütlerinin eline geçti. 1995’te Tokyo metrosunda kullanılan Sarin gazı 12 kişiyi öldürdü, bir kısmı felç ve kör kalan 5500 kişiyi hastanelik etti. Teröristler mekanizmayı doğru kurup ellerindeki gazın tamamını kullanabilselerdi 20.000 kişi ölecekti.

Savaşlarda kimyasal madde kullanımını yasaklayan uluslararası kararların tarihi bu sütuna sığmaz. İlki 1675 tarihli Strazburg anlaşmasıdır. Savaşın raconuna uymadığı için zehirli kurşun kullanımını yasaklıyorlar. O tarihten bugüne kadar, kimyasal silah üretimini suç sayan ve stokların imhasını öngören yüzlerce anlaşma imzalandı.

Bu silahlar hep kullanıldı, bundan sonra da kullanılacak, çünkü üretim ve kullanım maliyeti düşük, satışı kârlı; provokasyon yoluyla dolaylı savaşa katkı sağlayan çok pratik bir kitle imha silahı. Yakında büyük kentlerin üzerine “dron” denilen hava araçlarıyla kimyasal madde atıldığına tanık olacağız.

Bugünün dünyasında bu felaketlerin sorumlusu batılı ülkelerdir.  Bunlar, bizzat geliştirdikleri, ürettikleri, yoksul ülkelere sattıkları kimyasal silahların kullanımını “insanlık suçu” diye kınarlar. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktür! Soğuk Savaş’tan sonra emperyalist-kapitalist sistem sadece kitle imha silahlarını demokratikleştirdi. Dünya halkları demokrasi ve refahta değil, ölümde eşitlendi.

İdlib felaketi ne ilktir ne de son olacak. Şimdi Güvenlik Konseyi’nde oturmuş “Kim attı, nereden attı?” diye konuşuyorlar. Kim atacak, siz attınız! Dünya medyasında “öfke büyüyor” manşetleri... Öfkelenecekseniz kendi kimya tröstlerinize, el altından desteklediğiniz silah tüccarlarına öfkelenin!

Aslında büyüyen öfke değil, emperyalistlerin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz enerji kaynaklarına yönelik sonsuz ihtirasları; Rusya’yı paylaşım dışı bırakma, Suriye’yi, İran’ı ve Türkiye’yi parçalama arzularıdır. Vazgeçilmez Sayın Cumhurbaşkanımız hemen pası alarak, “Behey Katil Esed!” diye bağırmaya başladı bile. Aslında hemen Suriye’yle anlaşması, NATO’dan çıkıp ŞİÖ’ye girmesi gerekmiyor mu? İdrak edemiyor herhalde. Danışmanları kötü.

Komşumuzda trajedi olan şeyin Türkiye’nin siyaset sahnesinde komedi olarak yaşanması çok üzücü. İdlip’te emperyalizmin gazıyla ölen çocukları Gustav Mahler’in “Ölü Çocuklar İçin Şarkılar”ı (Kindertotenlieder) eşliğinde kalbime gömüyorum. Neden öldüklerini asla bilemeyecekler.

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/08.04.2017