Bölgede haber yapan Gazeteci Firas Kerem, 3 Nisan’da, İdlib’deki saldırıdan önce bir twit atıyor ve “Yarın Hama kırsalında hava saldırıları konusunda ‘sivillere karşı klorin gazı kullanılıyor’ içerikli bir medya kampanyası başlatılacak” diyor.
Ona yanıt yazanlardan biri, “Saldırıdan 5 saat önce bunu nasıl bildin? Bu twit gece 2’de atılmış, saldırı sabah oldu” diye şaşkınlığını ifade ediyor.
Bu alıntıyı Globalresearch sitesinde Mark Taliano’nun yazısından yaptım.
Aslında olay çok net, maksat Suriye ve Rusya’nın İdlib operasyonuyla teröristleri dağıtma çabalarına ket vurmak.
İngilizce “False Flag” tabir edilen yeni bir kumpas operasyonu bu.
Nereden biliyoruz? Daha önce de pek çok kez yaptılar da ondan.
Mesela İngiliz Daily Mail gazetesinin internet sitesinde 2013’te yayınlanan ve daha sonra yayından kaldırılan haberine bakalım. (Odatv-8 Nisan 2017/Globalresearch -7 Nisan 2017)
Odatv haberinden aktarıyorum: “İddiaya göre, 2013'te yayınlanan haberin içeriğinde geçtiğimiz günlerde Suriye'de düzenlenen kimyasal saldırının Esad'a saldırmak için, Katar ve ABD arasında planlanmış organize bir plan çerçevesinde düzenlendiğine dair sızdırılan e-posta içeriğinden söz ediliyordu.
29 Ocak 2013'te Louise Boyle imzasıyla yayınlanan Daily Mail haberinin iddiasına göre, İngiliz Savaş Taşeronu 'Britam Defence' isimli şirkette görevli iki üst düzey yetkili arasında gerçekleşen bir e-posta trafiği kimliği belirsiz kişiler tarafından basına sızdırılmıştı.
E-postaların içeriğinde, Suriye'ye karşı uluslararası askeri harekatı teşvik edebilecek türde bir kimyasal silah saldırısı düzenlenmesi için isyancılar Katar tarafından finanse edileceği belirtilirken, dönemin başkanı Barack Obama yönetimindeki ABD'nin bu plana yeşil ışık yaktığı ifade ediliyordu.”
Bu haber sessizce yayından kaldırılmıştı ancak, webarşivden ulaşılması yine de mümkün olmuştu.
Haberde bir diğer ilginç nokta da yukarıda içeriğinden bahsedilen bu email mesajıydı.
Malezyalı bir hacker tarafından ele geçirildiği iddia edilen belgelere göre, Britam Defence'da görevli olan David Goulding tarafından Phillip Doughty adlı kişiye gönderildiği iddia edilen e-posta içeriğinde, kendilerine bu teklifi getirenin Katar olduğu ve ABD'nin konudan haberdar olduğuna dair bir bilgi iletiliyor.
Yani kumpas yeni değil, Obama dönemine ait.
Yeni olan, bu tezgaha Trump’ın da “Mesajınızı aldım ben de evet diyorum” demesi.
Suriye’deki kimyasal komplosunun hemen ardından, ABD’deki ‘Establishment’ (Türkçesini Turgut Özal’ın eski danışmanı rahmetli Erhan Göksel ‘Müesses Nizam’ olarak tercüme ederdi. Yani ABD’yi yöneten petrol ve silah kompleksi başta olmak üzere dev şirketler koalisyonu) elemanı Hillary Clinton, ‘Suriye’yi vuralım’ diye zıpladı, Trump da öyle yaptı.
Oysa Trump ve sözde anti-establishment ekibi, bu türden dış müdahalelere başından karşıydı.
Irkçı faşist diyerek marjinalize edilen bu kesimler aslında ABD’nin eski ortadireğini oluşturan ve artık işşsiz kalmış çalışan sınıflardan oluşuyordu.
Pek çok noktada da Wikileaks, Huffington Post, Globalresearch veya Anonymus gibi sol gruplarla da sistem karşıtlığında birleşiyordu teorik olarak.
Özellikle Baş Stratejisti (Goebbels’i) Steve Bannon’un önderliğini yaptığı “Tea Party” (İngiliz emperyalizmine Amerikalıların başkaldırısı olan tarihi Boston Çay Partisi isyan olayından esinlenen bir adlandırma) küresel liberal elitlerin egemenliğine karşı çıkıyordu.
Bannon, bunları, demokrasi ve kapitalizmi çıkarlarına göre revize eden, liberal, küresel kafalı güç elitleri olarak tanımlıyordu. Bu kliğe “Davos Partisi” adını takmıştı.
Trump’ın tabanı, ülkenin dış maceralardan içeriye dönmesini ve ekonominin/üretim sisteminin yeniden canlanmasını istiyordu.
Bunun için de bir nevi ulusalcılık ve korumacılık peşindeydi.
Ama oğul Bush dönemiyle başlayan devlet içi darbeler sürecinde bu pek mümkün gözükmüyor.
Oliver Stone’un “Snowden” filmini de tavsiye ederim bu arada.
CIA ve NSA (Ulusal Güvenlik Ajansı) eski bilgisayar uzmanı Edward Joseph Snowden, 2013 yılında Gizli NSA belgelerini medyaya ifşa ederek, NSA tarafından yürütülen küresel izleme aletlerinin işletme detaylarını, birçok ticari ve uluslararası ortağı ortaya çıkaran NSA sızıntılarını başlatmıştı.
Aslen bir Amerikan milliyetçisi olan ve fakat iş sürecinde “Establishment”i görüp ona isyan eden Snowden’ın anlatımlarından esinlenerek yapılan film, tamamen gerçek olayları anlatıyor. Bir nevi belgesel niteliğinde.
Filmde Snowden ile CIA üst düzey yöneticisi arasında geçen bir diyalog çok çarpıcı.
Terörle mücadele ettiğini sanan Snowden’a, CIA yöneticisi şunu söylüyor: “Terör filan işin bahanesi, bizim asıl düşmanımız Rusya ve Çin. Onların güçlenmemesi için çalışıyoruz”.
Ama bir önemli nokta da, tüm bu Amerikan güvenlik ve istihbarat teşkilatlarının diğer hedefini ortaya koyan diğer bir sahnede özetleniyor.
Snowden, dünya üzerindeki izleme ve denetleme sistemlerinin bir bilançosunu çıkarıyor ve arkadaşlarına gösteriyor. Çin ve Rusya’da 1 buçuk milyar noktada izleme yapılırken, bu rakam ABD’de 3 milyara çıkıyor.
Yani bu yolsuz sistem aslında en önce kendi yurttaşlarını denetliyor, sonra Rusya ve Çin, en son kendi yarattıkları “küresel terör”.
Tıpkı NATO’nun da aslen kendi üyelerini müesses nizamın hizmetinde hizada tutmak için kullanılması gibi.
PEKİ TRUMP’IN AMACI NE?
Trump Ocak ayında ilk telefon görüşmesini Mısır Devlet Başkanı Sisi ile yapmıştı.
Lübnan Ad-Diyar gazetesinin Kahire'de ismi açıklanmayan başkanlık kaynaklarına dayanılarak yaptığı haberde, Trump’ın telefon görüşmesinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın teröre karşı mücadele eden "cesur bir adam" olduğunu söylediği belirtiliyordu. Trump bu konuşmasında, bazı koşulların Suriye Devlet Başkanı ile temasa geçmesine izin vermediğini de söylüyordu. Sisi de Trump’ın bu mesajlarını Esad’a iletmişti.
İlginç değil mi?
İşin sırrı ‘o bazı koşullarda’ saklı.
Rusya ile diyalog kuracağını, Suriye’de Esad ile çalışacağını söyleyerek başkan seçilen Donald Trump, henüz geçen hafta Suriye’de Esad’ın devrilmesinin bir hedef olmadığını sözcüleri aracılığıyla dile getirmişti.
Peki ne oldu da, bizim ancak Türkiye’de görmeye alıştığımız böylesine keskin bir dönüş meydana geldi?
Burada sahneye o meşhur müesses nizam çıkıyor. Yani ‘o bazı koşullar’.
Trump seçilmeden başlayan Rusya komplosu yalanları, seçimden sonra da devam etti.
Hillary ve şürekasına göre, Trump’ın seçilmesinde Putin’in rolü vardı.
Trump’ın yemin töreninde Bannon’un kaleminden çıkan konuşmasında “Administrative State” yani ‘Vesayetçi Devlet’ olarak adlandırdığı Establishment’a bağlı ABD Derin devleti, Rusya söylemini adeta Damokles’in Kılıcı gibi Trump’ın tepesinde tutuyor.
Cumhuriyet’ten Ergin Yıldızoğlu bunu güzel özetlemiş: “İstihbarat kurumları, Trump’ın seçim kampanyası kadrolarıyla Rusya arasındaki işbirliği iddialarını soruşturuyor. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na getirdiği General Flynn istifa etmek zorunda kaldı. Trump, siyasi, ideolojik, akıl hocası, ırkçı, milliyetçi görüşleriyle bilinen Bannon’u en kritik ve gizli kararların alındığı Ulusal Güvenlik Konseyi’ne sokmuştu; geçen hafta Bannon UGK’den çıkarıldı. Aynı günlerde, Trump’ın güçlü destekçilerinden David Nunes, Rusya soruşturmasını yürüten Kongre İstihbarat Komisyonu’nun başkanlığından “geçici bir süre için ayrılacağını” açıkladı.
Cuma günü New York Times, Rusya soruşturmasının, Trump’ın damadı, danışmanı Kushner’e kadar uzandığını aktarıyordu. Kushner, güvenlik belgesi (security clearance) almak için doldurduğu forma Rusya ile ilişkilerini yazmayı unutmuş.”
Cuma günü New York Times, Rusya soruşturmasının, Trump’ın damadı, danışmanı Kushner’e kadar uzandığını aktarıyordu. Kushner, güvenlik belgesi (security clearance) almak için doldurduğu forma Rusya ile ilişkilerini yazmayı unutmuş.”
İşte bu süreçte kimyasal kumpası ve Trump’ın uluslararası hukuku açıkça ihlal eden füze saldırısı meydana geldi.
Ardından BM’deki Amerikalı kadın büyükelçi ölü çocuk fotolarıyla şovlar filan yaptı.
Trump bir adım daha attı ve Kongre liderlerine yolladığı mektupta, gerekli olması durumunda yeni askeri eylemlere hazır olduklarını bildirdi.
Rusya’nın ezeli ve ebedi düşmanı İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Ali Kemal torunu Boris Johnson da, ABD'nin Suriye'yi yeniden vurabileceğini söyledi.
AMAÇ BÖLGESEL VE KÜRESEL İTTİFAKLARI DAĞITMAK
Burada asıl soru şu: Trump teslim mi alındı? Yoksa taviz mi vermek zorunda kaldı?
Şu son bir haftadaki sert dönüş, her iki ihtimalin de mümkün olduğunu gösteriyor.
Establishment denilen şey, küresel finans kapital, dev petrol ve silah endüstri kompleksi ile İsrail ve ABD’deki Yahudi lobisinin etkili rol oynadığı bir sistem.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da bu sistemin önemli bir aktörü.
Ve anlaşılan o ki, Trump’ın İsrail “sevgisi”, Rusya ve Suriye sempatisinin çok önünde.
2. İsrail, Kukla Devlet Kürdistanı kurmak için yapılıyor her şey.
İran düşmanlığı ise belirleyici.
Trump veya müesses nizam, ne derseniz deyin, ABD yönetiminin son Suriye saldırısında iki önemli hedefi var.
Birincisi, bölgede oluşan ittifakları dağıtmak.
Türkiye’yi, Rusya, Suriye ve İran üçlüsünden koparıp, düşman cepheye almak.
Bunun için referandum kaldıracını kullanıyorlar.
‘Evet’ çıkarsa Türkiye’yi uçurumdan aşağı itecekler, savaşa sokmaya çalışacaklar.
Bunu Washington Times net biçimde ortaya koydu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Rıza Sarraf Davası başta olmak üzere tüm tehdit ve şantaj faktörlerini kullanıyorlar.
Sonuç da alıyorlar.
Suriye’de inisiyatifi ele geçiren Avrasya cephesini dağıtmayı amaçlıyorlar.
Önce Türkiye’yi İsrail’in koluna takıp İran, Rusya ve Suriye’ye sürecekler, ardından da Rusya ile Çin’in küresel ittifakını hedefliyorlar.
İkinci hedef ise, dünyada sertlik istemeyen Çin’i, “savaşkan” Rusya’nın yanından çekip alacaklar. Tabii yapabilirlerse.
Hatırlarsanız, Trump ekibinin bu konuda akıl aldığı Kissinger’in tezi, ABD’nin Rusya ile anlaşıp, asıl tehdit olan Çin’i yalnızlaştırmasıydı.
Şimdi bu strateji tersine döndü.
Çin’i Rusya’nın yanından almayı deniyorlar.
Tam Suriye’deki Şayrat Üssü’nün vurulduğu gün, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkan Şi Cinping ABD’de Trump ile görüşüyordu.
Şi’yle birlikte kameralar karşısına geçen Trump, ilk kez yüz yüze görüşme fırsatı bulduğu Şi ile uzun bir sohbet gerçekleştirdiklerini belirtti. Trump, şimdiden ‘dost olduklarını’ söyledi ve “Ama daha hiçbir şey alamadım” diyerek espri yaptı.
Amiyane tabirle de ‘babayı’ alırsın mı demeliyim bilmiyorum !
Büyük resme bakacak olursa, ABD, Müesses Nizam ve hempaları bundan sonra hegemonya filan kuramazlar. Ekonomik, siyasi ve teknolojik üstünlüklerini gün be gün yitiriyorlar. Bunun en önemli kanıtı da bizzat Trump’ın kendisi. NATO ve AB’nin merkezden gevşeme, kaçma eğilimleri.
Bu “Establishment” ancak ve ancak savaş çıkartır. Rakiplerini bölgesel savaşlarla, terörle, ekonomik saldırılarla, böler, yıpratır, yorar ve meşgul eder.
Ama dünyada oluşan gelişmekte ülkeler koalisyonunu yıkamazlar.
Gerçekler, artık bir takım kamuoyu illüzyonları ile saklanamıyor.
Bakın Almanya’daki kamuoyu araştırmasında halkın yüzde 59’u, ABD’nin son Suriye saldırısına karşı çıkmış.
Saldırıya karşı çıkıp, Suriye’de siyasi çözüm diyen İsveç’e aynı gün kamyonlu terör saldırısı düzenleniyor. (Trump’ın 18 Şubat’ta herkesi şaşırtan, “İsveç’te saldırı oldu gördünüz mü?” twiti, 2 ay gecikmeyle gerçek olmuştu. Oysa İsveç’te 2010’dan beri terör saldırısı olmuyordu)
Fransa’nın sözde sosyalist özde Amerikancı pespaye lideri Hollande’ın oyları yerle bir.
Rusya ve İran’ın en üst düzeyde ABD’ye karşılık verme mesajı net.
Her ne kadar ABD yanlısı görünse de Ankara Astana sürecinden çekilmiş değil.
Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad, Türkiye’nin, gelecek Astana görüşmesi için İran’ın başkenti Tahran’da bir gizli toplantı talep ettiğini açıkladı.
Bir devlet aklı hala var gibi.
Velhasılı kelam…
Böyle bir konjonktürde Trump’ın ipiyle kuyuya inilmez.
Hele ki Trump’ın kendi iplerinin kimin elinde olduğu belli değilken.
İnilse de o kuyu, ancak Gayya Kuyusu olur, çıkışı olmaz.
Hüseyin VODİNALI
aydinlik.com.tr/11.04.2017