Yukarıdaki resme iyi bakın. Tanıdınız mı? Bazılarınınız bu kareyi BBC ve CNN'den canlı izlediniz.
Elinde balyozla hınçla Saddam heykele vuran adam Kadum el Caburi.
ABD 20 Mart 2003'te, "Saddam'ın elinde kimyasal silah var”, “Saddam halkına zulmeden bir diktatördür” ve “Saddam demokrasi düşmanıdır" nidalarıyla Irak'ı ikinci defa işgal etti. İşte Caburi, Amerikan işgal güçlerini coşkuyla karşılayan Iraklıların başında geliyordu. Caburi ve Caburi gibi düşünen binlerce Iraklı "Diktatör Saddam"dan kurtulmanın coşkusunu yaşıyordu ve ABD'nin Irak'a getirdiği "özgürlük ve demokrasiyi" alkışlıyordu.
Aradan 10(on) yıl geçti. Irak’ın başkenti Bağdat’ta Firdevs Meydanı’nda bulunan Saddam Hüseyin heykelini yıkan Caburi, Saddam'ın devrilmesinden "pişmanım" dedi.
Gelin şimdi 2013'te İngiliz Observer gazetesine konuşan Caburi'den işin ayrıntısını da dinleyelim:
"Ben burada dükkanımda kendi kendime oturuyordum. Öğlene doğruydu. Amerikalıların şehir dışında olduğunu duydum, balyozumu alıp Firdevs Meydanı’na gittim. Aklımda heykeli yıkmak vardı ve bunu yaptım. Meydanda gizli polis ve Saddam’ın fedaileri vardı. Onlar da ne yaptığımı izliyorlardı ama ateş etmeleri ihtimaline karşı etrafımı sarmışlardı. Amerikalılar 45 dakika sonra geldi. Komutan yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu ve heykeli devirdi. Önce sadece ben vardım. Sonra 30 kişi olduk, sonra 300, en sonunda meydanda binlerce kişi vardı. Benim tek derdim rejimin bana yaptıklarının, hapiste geçirdiğim yılların intikamını almaktı.”
Caburi devam ediyor:
“Saddam döneminde güvenlik vardı. Yolsuzluk vardı ama böylesi yoktu. Hayatlarımız güvencedeydi. Elektrik, gaz gibi temel ihtiyaçlar çok daha ucuzdu. İki yıl geçti ve ben ilerleme göremedim. Sonra cinayetler, hırsızlıklar ve mezhep şiddeti başladı. Amerikalılar başlattı, sonra politikacılarla birlikte ülkeyi yerle bir ettiler. Hiçbir şey değişmedi. Her şey daha kötü oldu.”
Irak, Amerikan işgalinden sonra fiilen üçe bölündü. Bir buçuk milyon Iraklı öldü. ABD'nin, "Saddam'da kimyasal silah var" iddiasının yalan olduğu ortaya çıktı. Etnik ve dini ayrışma hala yaşanan kaosun sürmesini sağlıyor. Irak her geçen gün daha kötüye gidiyor. Sonuç: Irak'a demokrasi gelmedi.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin dün aldığı kararla, Türkiye’yi “denetim sürecine” almasıyla birlikte Türkiye kamuoyunda, özellikle bizim mahalleden, yani Cumhuriyetçi çevreler içerisindeki aydınlarımızdan; "Türkiye küme düştü", "Demokratik Avrupa bizi dışladı", "Üçüncü sınıf bir ülke olduğumuz tescillendi" ve "13 yıl sonra, Gürcistan’ın, Moldova’nın, Arnavutluk’un, Azerbaycan’ın, Rusya’nın bulunduğu lige indik" minvalinde çıkışlar gelince aklımıza Caburi'nin öyküsü geldi.
Caburi de bizim malum aydınlarımız gibi yakınıyordu. Saddam karşıtlığı gözünü kör etmişti.
Artık politik bir kimlik haline gelen "Erdoğan karşıtlığı" da gün geçtikçe bazı "Erdoğan karşıtı" aydınlarımızı ve insanlarımızı körleştiriyor. Pek kıymetli aydınlarımız; ABD öncülüğündeki Atlantik cephesinin ya da emperyalist Batı'nın Erdoğan üzerinden Türkiye'yi çıkarları doğrultusunda eski haline( ABD ve AB'nin her istediğini yapan) getirmek için verdikleri hayasızca akını göremiyorlar. Haliyle Batı'nın PKK'yı ve Fetullahçı çeteyi kollayan "insan hakları savunuculuğuna" da dolaylı olarak alet oluyorlar.
Zira aydınlarımız için en büyük tehlike Erdoğan'ın varlığı. Tabi en büyük tehlikeyi Erdoğan olarak tanımladığınız durumda, Batı'nın Erdoğan düşmanlığı üzerinden Türkiye'ye ayar verme hamleleri de görünmez hale geliyor. Hatta Erdoğan karşıtlığı öylesine aymaz bir düşünceye dönüşüyor ki, "Erdoğan gitsin de gerekirse Batı desteğiyle olsun" noktasına geliniyor.
İşte bu ruh hali tipik tanzimat aydını portresidir. Kurtuluşun, demokrasinin ve özgürlüklerin Batı'dan geleceği yanılgısı. Zihnin müstemlekeleşmesi ya da umutsuzluğun verdiği özgüvensizlik. Ne derseniz deyin...
1.Kurtuluş savaşı öncesinde de buna benzer bir aydın tipi vardı. Aslında bakarsanız bu aydın tipinin kökleri Tanzimat döneminde atılmıştı. Mustafa Kemal Atatürk "istiklal-i tam Türkiye” derken, onlar Amerikan ve İngiliz mandasını tartışıyordu. Bu nedenle yaptığımız tanzimat aydını benzetmesi abartılı değil.
Diyelim ki, AKPM'nin kararını normal karşılayan ve Batı'nın Türkiye'yi siyasi olarak denetlemesinden rahatsız olmayacak olan aydınlarımız yakın tarihimizi unuttu. Daha dün yaşadığımız Irak işgalini ve Caburi'nin pişmanlığını da mı hatırlamıyor?
Yalnız Irak mı? Afganistan ve Libya da "demokrasi ihracı" söylemleriyle perişan edilmedi mi?
Hala yaşıyoruz. Gözümüzün önünde Suriye, Esad'ın "diktatör ve katliamcı" olduğu iddiaları üzerinden emperyalistler tarafından parçalanmaya çalışılıyor. İran hakeza öyle. Venezüela'nın sosyalist devlet başkanı Maduro da "diktatör" söylemi üzerinden ABD tarafından darbe tezgahlanarak devrilmeye çalışılıyor.
ABD öncülüğündeki emperyalist Batı, 1990 sonrası, yani Sovyetler Birliği'nin dağılmasından beri "diktatörlerle mücadele" söylemiyle Ortadoğu'yu kana buluyor.
Aydınlarımız bunları bilmiyor mu?
***
2002'de Batı'nın desteğiyle iktidara gelen Erdoğan'ın, 2013'te Rıza Zerrab üzerinden İran ambargosunu delmesi sebebiyle Batı tarafından üzeri çizildi. Batı bu tarihten beri Erdoğan'ın üzerine gidiyor. Önce 17-25 Aralık'la Erdoğan'a operasyon yapan ABD, ardından 15 Temmuz darbe girişimiyle Erdoğan'ı devirmeyi denedi ama olmadı, beceremedi.
Ayrıca Türkiye'nin, 24 Temmuz 2015'ten beri ABD'nin stratejik planları için olmazsa olmaz olan "Kürt Koridorunu" Fırat Kalkanı operasyonuyla dağıtması ABD'yi çileden çıkaran bir başka ana gelişmeydi.
ABD öncülüğündeki Batı'nın Erdoğan karşıtlığının tazyiki son 3(üç) yıldır her geçen gün arttı ve hala da artmaya devam ediyor. Erdoğan'a ilişkin ölüm ve tutuklama tehditleri; darbe kışkırtmaları Batılı ajansların ve politikacıların dillerine pelesenk oldu. Son olarak Washington Post, NATO ülkelerini Türkiye’ye müdahaleye çağıracak kadar ileri gitti.
En son TSK'nın Sencar'da PKK/PYD'ye yaptığı askeri müdahaleye karşı ABD'li yetkililer PYD'yi kastederek, "Türkiye müttefiklerimizi vurdu. Durum kaygı verici." türünden, son derece küstah açıklamalarda bulundular.
Erdoğan'dan kurtulmak pahasına Batı'nın bu küstahlıkları ve Türkiye düşmanlığı kabul edilebilir mi?
Ya da Batı'nın, Erdoğan'ın siyasi aymazlıklarını manipüle ederek Türkiye'ye müdahale çağrıları yapmasına göz yumulabilir mi?
Batı'nın Erdoğan eleştirilerine sarılan aydınlarımıza ve insanlarımıza söylüyoruz bütün bunları.
Mesele Erdoğan değil, siz hala anlamadınız mı!
Bakın, Erdoğan ve Erdoğan'ın hiçbir kural tanımayan, oportünist ve zorba siyaset anlayışı tartışmasız bir gerçek. Ancak bu gerçeğin yanında başka bir gerçek daha var ki, bu gerçeği görmemenin telafisi yok. O gerçek, Türkiye'ye yapılacak olası emperyalist müdahaledir.
Batı'nın savaş aygıtlarıyla ve emperyalist çizmeleriyle vatan topraklarını çiğnemesinin telafisi var mı? Erdoğan'la hesaplaşmak bizim iç sorunumuz ve biz iç sorunumuzu kendi içimizde, yani dış müdahale olmadan çözmeliyiz. Erdoğan bu gerçeklerin farkında olmasa da, kendi iktidarından ve bireysel çıkarlarından başka bir şey düşünmese de, biz yanlışa yanlışla yanıt veremeyiz.
En önemlisi ise Batı saldırganlığına karşı vatanı korumak gibi mukaddes bir görevi yalnızca Erdoğan'a ve etrafına bırakmak kabul edilebilir mi?
Mustafa Kemal Samsun'a saltanatı devirmek için çıkmadı. Milli mücadeleyi örgütlemek için çıktı ve milli mücadeleyi örgütleyip emperyalistleri denize döktüğü için sonrasında saltanatı da yıkabildi.
Önce emperyalistler kovulur, sonra saltanat yıkılır. Bu Türkiye tarihinin değişmeyen denklemidir, bugün de günceldir.
***
Demokrasi Batı'dan ya da herhangi bir yerden gelmeyecek. Türkiye halkı, dün Atatürk Devrimi'yle yaptığı gibi, cumhuriyetini ve demokrasisini kendi iradesiyle, yeniden tesis edecektir.
Söyleyeceklerimizi; devletimizin kurucu lideri olmakla birlikte, cumhuriyetimizin ve demokrasimizin de kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle bitirelim:
“Efendiler! Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki Ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”
(Atatürk'ün Bütün Eserleri, Büyük Millet Meclisi Gizli Oturumunda Konuşma Askeri Vaziyet Hakkında(6 Mart 1922), Cilt:12(1921-1922), Kaynak Yayınları, Birinci Basım, Sayfa:313, İSTANBUL)
Kerem YILDIRIM
aydinlik.cm.tr/26.04.2017