Şu
'resme' bir bakar mısınız?
Damat Ferit Paşa kabinesinin Şûra-yı Devlet
Reisi, eski Meclis-i Âyan Azası, Kürdistan Teali Cemiyeti Reisi Şeyh Seyit
Abdülkadir, 14 Mayıs 1925
günü İstiklâl Mahkemesi'nin huzuruna çıkarılmıştı: 'seyit' kılığındaydı,
başında yeşil takke, bunun üzerinde beyaz sarık, üzerinde cüppe vardı: Şeyh
Sait İsyanı' nın, ''sivil' lideri olmakla suçlanıyordu. Hem Nakşibendi
Şeyhi'ydi, hem de Mütâreke 'den beri, 'bağımsız' Kürdistan davasını güdüyordu. Mahmut Goloğlu,
'evveliyatı' hakkında şu ilginç bilgileri veriyor:
''...'Kürt'
Şerif Paşa'nın Paris'te Ermeni Bogos Nubar Paşa
ile anlaşma yaptığı sırada Âyan üyesi Kürt Abdülkadir
Efendi de bir gazetecinin sorularını cevaplayarak, Şerif Paşa'nın Kürt Cemiyeti delegesi olduğunu,
Kürtleri temsil edebileceğini, altı doğu ilinde Kürtlerin çoğunlukta bulunması
sebebiyle bu iller için özerklik istendiğini, Ermenilerin de bu illeri
istediğini, kimin çoğunlukta olduğunun bir kurul tarafından yerinde
araştırılması için Ermenilerle anlaşıldığını söylemiştir...'' (Milli Mücadele Tarihi, Cilt 3, S. 90)
Hasan İzzettin
Dinamo ise
'davasının mahiyetini', şu satırlarıyla pek güzel anlatmıştır:
''...
Kürt Teali Derneği'nin Başkanı Vanlı Seyit Abdülkadir, İngiliz istihbarat örgütünün
içinde doludizgin çalışıyordu. Türk ulusça kurtuluş savaşında, Bedirhaniler'in Malatya bölgesinde
başlatmak istedikleri Kürt ayaklanışı, Mustafa Kemal'in Sıvas gibi yakın bir yerde
bulunması dolayısıyla kolayca durdurulmuştu...'' (Kutsal Barış, Cilt 5, S. 117)
Seyit Abdülkadir, Kürt Teali Cemiyeti'ni 1923 sonrasında 'yeraltına' nakletmiştir; hem
Cumhuriyetin ilanını müteakip Vahdettin' i tahtına iade için Romanya' da
kurulan Hilâfet-i Kübrâ Cemiyeti İcrâ Hey'eti ile temas halindedir; hem de,
İstanbul' a gelip giden bir oğlu vasıtasıyla, Şeyh Sait'
le irtibatı sürdürüyor; Şeyh Sait' in öteki
oğlu, Halep üzerinden, Hilâfet-i Kübrâ İcrâ Hey'eti ile temas halinde
bulunuyor.
Ne manzara!
'Din-i Mübin
Adına...'
Peki,
ya şu 'resim'?
Mehmet Vahdettin, aynı zamanda Halife
olduğundan, Anadolu Hareketi' ni Müslümanlık düzeyinde mahkûm etmeye
çalışmıştı: Kuva-yı Milliye' nin karşısına çıkardığı kuvvet, Kuva-yı Muhammediye-i İnzibâtiye' dir;
'din-i mübin' uğruna savaşan Ahmed Anzavur' a 'paşalık' verir, Balıkesir' e
Mutasarrıf tayin eder. 1920 Nisanı'nda, Şeyhülislâm, bir fetva-yı şerife ile,
Kuva-yı Milliyeci 'takımının' öldürülmesinin din açısından 'gerekli' olduğunu
açıklayacaktır. Mustafa
Kemal Paşa başta olmak üzere, Müdafaa-i Hukuk' un ilk yöneticileri,
20'li yılların Ankara' sında, boyunlarında idam fetvaları ile çalışıyorlardı.
İnkılâp
Tarihi'nin bütün 'isyanları' -Anzavur' dan Derviş Mehmed' e-; İnkılâp
yönetimine karşı, 'din-i mübin' adına yapılmıştı; hepsinin amacı, birdi ve
tekti: 'hâkimiyet'i, padişah ve Halife'nin elinden alıp, halka intikal ettiren
yönetimi, devirmek; yâni, iktidarı
değil, hâkimiyeti ele geçirmek! Gerek İngiltere' nin 'kuklası' Halife
Yönetimi'nin; gerekse Anadolu' daki 'şeriatçıların', başlıca destekçi ve
yardımcısı; işgal kuvvetlerine mensup İngiliz zâbitleriydi; ha, bir de kim
biliyor musunuz: İşgalci Yunanlılar: halkı, 'idâma mahkûm edilmiş' Mustafa Kemal
aleyhine, ayaklanmaya tahrik eden beyannameleri; Anadolu içlerine, Yunan savaş
uçakları atıyorlardı.
Buradan
bakıldı mı, ayan beyan görünür: Cumhuriyet döneminde, 'din-i mübin' muhalefeti,
bir iktidara geçme hevesinin ifadesi değildir; Cumhuriyet'in kendisine, yâni
hâkimiyetin halka intikaline tepki, karşı/inkılâpçı bir teşebbüstür; zaten
Cumhuriyet'in tepkisi, bu yüzden o mertebe şiddetli olmuştur. Eğer,
Terakkiperver Fırka' nın, niyeti hakikaten iddia edildiği kadar 'hâlis'
olsaydı; nizamnamesinde, 'hâkimiyetin ve (buraya dikkat) saltanatın, halka ait
olduğunu' yazar mıydı? Acaba hangi saltanattı bu? Rauf bey' in, Keçiören' deki evde
yapılan tarihi toplantıda; Mustafa Kemal Paşa' ya, 'velinimeti' olduğunu
itiraf ettiği, Vahdettin
soyunun saltanatı mı?
Peçetelerle
havlular karışıyor
Şu 'manzara' nın manası
nedir?
Anadolu'daki 'İslâm
muhalefeti' de 'Kürt muhalefeti' de başından itibaren, devlet içinde 'iktidarı'
ele geçirmeyi değil, 'hâkimiyeti' ele geçirmeyi planlamıştır: hiçbir cumhuriyet
buna müsaade edemez; çünkü demokrasinin kuralı, 'hâkimiyet'e değil, 'iktidar'a
oynamak; seçimleri kaybedince, 'iktidar'ı 'hâkimiyet'in sahiplerine iade
etmektir: bu iki 'muhalefet', bu 'güvence'yi verebiliyor mu?: biri 'silâhlı
isyan'dadır, öbürü 'emperyalizm'le açık flörtte!
Türkiye 'de, 'Merkezi Otorite bunlara karşı zalimce
davranıyormuş; o yüzden, 'solcuların', 'Merkezi Otoriteye' karşı,
'muhalefetten' yana çıkması, daha demokratik olurmuş diyen, köstebek rüyetli
'İlericiler' çıkıyor; bu açıkça, peçetelerle havluların, karıştırılmasından
ibarettir; üstelik, diyalektiğin, temel kuralına da aykırı: 'Sosyalist Sol'
tabiatı icâbı, hem 'İktidarı' değil, 'hâkimiyet'i halkın elinden almak isteyen,
bu türden muhalefetlerle mücadele etmek zorundadır; hem de, 'Merkezi Otorite'yi
bir oligarşiye (Bürokrasi+Burjuvazi) dönüştüren, sözde liberallerle!
XX. yy' ın sonlarında 'İslâmi muhalefet' e, ya da
'etnik/ muhalefete' arka çıkmak, acaba demokrasi ve insan hakları mücadelesi
midir, yoksa yukarıdaki tablonun pek güzel gösterdiği gibi XX. yy'ın
başlarında, Ankara' daki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti' ne ve TBMM' ye karşı;
işgalci emperyalizmle işbirliği halindeki, Halife ve Padişah'ın; ayrıca
'ecnebi' servislerin oyuncağı, şeyhlerin, derebeylerinin ve ağaların, yanında
olmak mı?
Biraz iz'an!
ATTİLÂ İLHAN
21 AĞUSTOS 1998 CUMA
Cumhuriyet/Söyleşi