29 Ocak 2017 Pazar

Biraz İz'an!..



Şu 'resme' bir bakar mısınız?

Damat Ferit Paşa kabinesinin Şûra-yı Devlet Reisi, eski Meclis-i Âyan Azası, Kürdistan Teali Cemiyeti Reisi Şeyh Seyit Abdülkadir, 14 Mayıs 1925 günü İstiklâl Mahkemesi'nin huzuruna çıkarılmıştı: 'seyit' kılığındaydı, başında yeşil takke, bunun üzerinde beyaz sarık, üzerinde cüppe vardı: Şeyh Sait İsyanı' nın, ''sivil' lideri olmakla suçlanıyordu. Hem Nakşibendi Şeyhi'ydi, hem de Mütâreke 'den beri, 'bağımsız' Kürdistan davasını güdüyordu. Mahmut Goloğlu, 'evveliyatı' hakkında şu ilginç bilgileri veriyor:

''...'Kürt' Şerif Paşa'nın Paris'te Ermeni Bogos Nubar Paşa ile anlaşma yaptığı sırada Âyan üyesi Kürt Abdülkadir Efendi de bir gazetecinin sorularını cevaplayarak, Şerif Paşa'nın Kürt Cemiyeti delegesi olduğunu, Kürtleri temsil edebileceğini, altı doğu ilinde Kürtlerin çoğunlukta bulunması sebebiyle bu iller için özerklik istendiğini, Ermenilerin de bu illeri istediğini, kimin çoğunlukta olduğunun bir kurul tarafından yerinde araştırılması için Ermenilerle anlaşıldığını söylemiştir...'' (Milli Mücadele Tarihi, Cilt 3, S. 90)

Hasan İzzettin Dinamo ise 'davasının mahiyetini', şu satırlarıyla pek güzel anlatmıştır:

''... Kürt Teali Derneği'nin Başkanı Vanlı Seyit Abdülkadir, İngiliz istihbarat örgütünün içinde doludizgin çalışıyordu. Türk ulusça kurtuluş savaşında, Bedirhaniler'in Malatya bölgesinde başlatmak istedikleri Kürt ayaklanışı, Mustafa Kemal'in Sıvas gibi yakın bir yerde bulunması dolayısıyla kolayca durdurulmuştu...'' (Kutsal Barış, Cilt 5, S. 117)

Seyit Abdülkadir, Kürt Teali Cemiyeti'ni 1923 sonrasında 'yeraltına' nakletmiştir; hem Cumhuriyetin ilanını müteakip Vahdettin' i tahtına iade için Romanya' da kurulan Hilâfet-i Kübrâ Cemiyeti İcrâ Hey'eti ile temas halindedir; hem de, İstanbul' a gelip giden bir oğlu vasıtasıyla, Şeyh Sait' le irtibatı sürdürüyor; Şeyh Sait' in öteki oğlu, Halep üzerinden, Hilâfet-i Kübrâ İcrâ Hey'eti ile temas halinde bulunuyor.

Ne manzara!

'Din-i Mübin Adına...'

Peki, ya şu 'resim'?

Mehmet Vahdettin, aynı zamanda Halife olduğundan, Anadolu Hareketi' ni Müslümanlık düzeyinde mahkûm etmeye çalışmıştı: Kuva-yı Milliye' nin karşısına çıkardığı kuvvet, Kuva-yı Muhammediye-i İnzibâtiye' dir; 'din-i mübin' uğruna savaşan Ahmed Anzavur' a 'paşalık' verir, Balıkesir' e Mutasarrıf tayin eder. 1920 Nisanı'nda, Şeyhülislâm, bir fetva-yı şerife ile, Kuva-yı Milliyeci 'takımının' öldürülmesinin din açısından 'gerekli' olduğunu açıklayacaktır. Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere, Müdafaa-i Hukuk' un ilk yöneticileri, 20'li yılların Ankara' sında, boyunlarında idam fetvaları ile çalışıyorlardı.

İnkılâp Tarihi'nin bütün 'isyanları' -Anzavur' dan Derviş Mehmed' e-; İnkılâp yönetimine karşı, 'din-i mübin' adına yapılmıştı; hepsinin amacı, birdi ve tekti: 'hâkimiyet'i, padişah ve Halife'nin elinden alıp, halka intikal ettiren yönetimi, devirmek; yâni, iktidarı değil, hâkimiyeti ele geçirmek! Gerek İngiltere' nin 'kuklası' Halife Yönetimi'nin; gerekse Anadolu' daki 'şeriatçıların', başlıca destekçi ve yardımcısı; işgal kuvvetlerine mensup İngiliz zâbitleriydi; ha, bir de kim biliyor musunuz: İşgalci Yunanlılar: halkı, 'idâma mahkûm edilmiş' Mustafa Kemal aleyhine, ayaklanmaya tahrik eden beyannameleri; Anadolu içlerine, Yunan savaş uçakları atıyorlardı.

Buradan bakıldı mı, ayan beyan görünür: Cumhuriyet döneminde, 'din-i mübin' muhalefeti, bir iktidara geçme hevesinin ifadesi değildir; Cumhuriyet'in kendisine, yâni hâkimiyetin halka intikaline tepki, karşı/inkılâpçı bir teşebbüstür; zaten Cumhuriyet'in tepkisi, bu yüzden o mertebe şiddetli olmuştur. Eğer, Terakkiperver Fırka' nın, niyeti hakikaten iddia edildiği kadar 'hâlis' olsaydı; nizamnamesinde, 'hâkimiyetin ve (buraya dikkat) saltanatın, halka ait olduğunu' yazar mıydı? Acaba hangi saltanattı bu? Rauf bey' in, Keçiören' deki evde yapılan tarihi toplantıda; Mustafa Kemal Paşa' ya, 'velinimeti' olduğunu itiraf ettiği, Vahdettin soyunun saltanatı mı?

Peçetelerle havlular karışıyor

Şu 'manzara' nın manası nedir?

Anadolu'daki 'İslâm muhalefeti' de 'Kürt muhalefeti' de başından itibaren, devlet içinde 'iktidarı' ele geçirmeyi değil, 'hâkimiyeti' ele geçirmeyi planlamıştır: hiçbir cumhuriyet buna müsaade edemez; çünkü demokrasinin kuralı, 'hâkimiyet'e değil, 'iktidar'a oynamak; seçimleri kaybedince, 'iktidar'ı 'hâkimiyet'in sahiplerine iade etmektir: bu iki 'muhalefet', bu 'güvence'yi verebiliyor mu?: biri 'silâhlı isyan'dadır, öbürü 'emperyalizm'le açık flörtte!

Türkiye 'de, 'Merkezi Otorite bunlara karşı zalimce davranıyormuş; o yüzden, 'solcuların', 'Merkezi Otoriteye' karşı, 'muhalefetten' yana çıkması, daha demokratik olurmuş diyen, köstebek rüyetli 'İlericiler' çıkıyor; bu açıkça, peçetelerle havluların, karıştırılmasından ibarettir; üstelik, diyalektiğin, temel kuralına da aykırı: 'Sosyalist Sol' tabiatı icâbı, hem 'İktidarı' değil, 'hâkimiyet'i halkın elinden almak isteyen, bu türden muhalefetlerle mücadele etmek zorundadır; hem de, 'Merkezi Otorite'yi bir oligarşiye (Bürokrasi+Burjuvazi) dönüştüren, sözde liberallerle!

XX. yy' ın sonlarında 'İslâmi muhalefet' e, ya da 'etnik/ muhalefete' arka çıkmak, acaba demokrasi ve insan hakları mücadelesi midir, yoksa yukarıdaki tablonun pek güzel gösterdiği gibi XX. yy'ın başlarında, Ankara' daki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti' ne ve TBMM' ye karşı; işgalci emperyalizmle işbirliği halindeki, Halife ve Padişah'ın; ayrıca 'ecnebi' servislerin oyuncağı, şeyhlerin, derebeylerinin ve ağaların, yanında olmak mı?


Biraz iz'an! 

ATTİLÂ İLHAN
21 AĞUSTOS 1998 CUMA
Cumhuriyet/Söyleşi