“İdeoloji” ve “ideolojik” sözcükleri soğuk savaştan kalma zihinlerde olumsuz çağrışım yaratıyor. Oysa korkulacak bir şey yok. İdeoloji bir saplantı ya da şartlanmışlık değildir. Sözlük anlamı aynen şöyle: “Düşünbilimsel, toplumsal ya da siyasal bir öğreti oluşturan, ülkü olarak da benimsenebilen, kişi ve kurumların davranışlarına yön veren düşünceler bütünü.”
Kavramı 1796’da ilk kez kullanan Destutt de Tracy, kapsamlı bir toplum kuramı geliştirme, bunu mücadele yoluyla kabul ettirme, bir siyasi program sunma eylemini “ideolojik” olarak tanımladı. Bu eylem adanmış savunucuları ve entelektüellerden oluşan bir önderlik kurumunu gerektiriyordu.
Demek ki ideoloji kişilerin, siyasi partilerin, sınıfların, devletlerin davranışlarına yön verir. Buradan hareketle, saf anlamda pratik (siyasi) faydacı olanın, ideolojiden arındığı ölçüde yönünü kaybettiği sonucuna varabiliriz.
Kişilerin ve sınıfların ideoloji değiştirmesi olağandır. Mesela Mussolini sosyalistken faşist olmuş, Alman burjuvazisi Weimar Anayasa’sına bağlıyken Nazi ideolojisini benimsemiştir. Ancak devletlerin ideoloji değiştirme süreçleri uzun yıpratma savaşlarını gerektirdiği için toplumları parçalar.
Devlette ideolojik dönüşümün etkileri en güçlü biçimde resmî kurumların içinde, özellikle de eğitim kurumlarında hissedilir. Basına sızan FETÖ iddianamesinde beni en çok etkileyen, ağlayarak ifade veren yüksek rütbeli bir şahsın şu sözleri oldu: “Hayatım mahvoldu. Gülen’in bu ifadeleri duymasından korkuyorum. Beddua etmesiyle ahiret hayatımın da mahvolma ihtimali var.” Bu sözlerde, aldığı eğitimin gereği olarak Kemalist ve laik olması beklenen bir şahsın geçirdiği ideolojik dönüşüm şaşılacak biçimde görülüyor (ihanet ettiği için değil, “ahiret hayatı” mahvolacağı için ağlıyor!).
Aynı şey Andrey Karlov’a ateş eden devletin resmî polisi için de geçerli. Sanki bir aksiyon filminde oynuyor; mesajını en etkili biçimde verebileceği kamera açılarını kolluyor. Mesajın Fetöcü ya da Fetih-el Şam’cı olması önemli değil. Önemli olan, devlet kurumlarında eğitilen 22 yaşında bir polisin içinde yaşadığı düşünsel âlemin ve geçirdiği ideolojik dönüşümün şiddet derecesidir! Devlet kurumlarında bu adamların ideolojik dönüşümünü sağlayan bir fikir ortamı yaratılmış. Çürük elmaları ayıklasan ne olacak? Ortam yenilerini üretecek.
Bu ideolojik dönüşümün toplumun yarısına farklı derecelerde hâkim olduğunu, devletin bütün organlarına ve eğitim kurumlarına sirayet ettiğini görüyoruz. Kimse çıkıp da “gerçek İslam bu değildir; Türkiye Cumhuriyeti laik, sosyal …” vs demesin. Böyle olmadığı, devlet katından itibaren toplumun bir ideolojik dönüşüme zorlandığı, siyasi iktidarın bu dönüşümü tamamlamak için var gücüyle uğraştığı gayet açıktır. Bu dönüşüm yaşadığımız ve yaşayacağımız bütün felaketlerin esasını (özünü) oluşturmaktadır: hükümet edenler, içinde yaşadığımız toplumu, devletin kurucu ideolojisine ters yönde eğitmekte, yönlendirmekte ve buna uygun bir ideolojik iklim yaratmaktadırlar.
Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’nde şöyle demişlerdir: “Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, zihinsel üretim araçlarını da elinde bulundurur … Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden başka bir şey değildir” (s.50).
Demek ki egemen maddi ilişkiler değiştirilmedikçe ve nihai olarak maddi üretim araçları hâkim (siyaset) sınıfın(ın) elinden alınmadıkça mevcut ideolojik dönüşüm devam edecektir.
Türkiye bu bataklıktan ancak bir devrimle çıkabilir.
Yavuz ALOGAN
Aydınlık/24.12.2016