19 Ocak 2017 Perşembe

Kremlin’deki Kızıl Bayrak


Yirmi beş yıl önce bugünlerde Kremlin’in tepesindeki orak çekiçli kızıl bayrak indirildi. Böylece Sovyet Komünizmi tarihe karıştı. Sadece 72 gün süren Paris Komünü’nün (1871) ardından 75 yıl süren Ekim Devrimi gelecek kuşaklara çok zengin bir teorik ve pratik miras bıraktı. Kızıl bayrağın Rusya’da simgelediği rejimin, Marx ve Engels’in düşüncelerine; hatta Lenin, Troçki, Stalin, Buharin ve daha pek çok teorisyenin, bu arada Ekim Devrimi’ne katılan anarşistlerin, mesela Lenin’in arkadaşı Pyotr Kropotkin’in o zamanki beklentilerine uygun bir seyir izlediğini söyleyemeyiz.

Sovyet rejimi çöktüğünde, dünya sosyalistlerinin büyük bir bölümü tarafından revizyonist, sosyal emperyalist, devlet kapitalisti, yozlaşmış bürokratik ya da Yugoslav Komünist Milovan Cilas’ın deyişiyle “nomenklatura (yeni sınıf) diktatörlüğü” olarak tanımlanıyordu.


Sovyet deneyiminin en genelde öğrettikleri şunlardır: Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması sosyalizmi kurmak için yeterli değildir; sosyalizme geçiş sürecini tamamlamak için gerekli olan “ilksel birikim” devrimden önce gelişmiş bir kapitalizmi gerektirir; ve tekil ülkelerde sosyalizme geçiş sürecinin devamı devrimden sonra sınıf mücadelesinin sürdürülmesine bağlıdır (Mao Zedung).

Sovyetler Birliği’nin sosyalizm açısından değerlendirilmesi ile onun dünya çapında yarattığı ideolojik etkiyi birbirinden ayırıyoruz. İkincisi çok önemliydi. Duvar’ın yıkılmasıyla birlikte vahşi kapitalizmin dünyayı fethetmesi, sosyal devlet anlayışının ve toplumsal kalkınma gibi uygulamaların hızla terk edilmesi, üçüncü dünya hareketinin ve zayıf ulus-devletlerin yok edilmesi, nihayet dünyanın III. bir savaşın eşiğine getirilmesi, Kremlin’in tepesinde dalgalanan kızıl bayrağın HER ŞEYE RAĞMEN dünya emekçilerini ve ezilen halkları koruduğunu ve kapitalizmi frenlediğini, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak kesinlikte göstermiştir.

Aslında kapitalist dünyanın saldırısı, Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla (9 Kasım 1989) değil, 25 Aralık 1989’da Nikola ve Elena Çavuşesku’nun kurşuna dizilme sahnesinin bütün dünya televizyonlarında ısrarla ve en kanlı biçimde gösterilmesiyle başladı. “Sizi de böyle yaparız” mesajı çok güçlüydü.

Sovyetler Birliği’nin çöküş süreci bizim kuşakta büyük bir heyecan yarattı. Ekim 1993’te Moskova’da yüzlerce kişinin öldüğü çatışmalar başladığında Hasan Yalçın’a beni muhabir olarak Moskova’ya göndermeleri için ısrar ettiğimi hatırlıyorum. O sırada ben Sovyet işçi sınıfının iktidara el koyacağına, bir “politik devrim”in olacağına inanıyordum. Sibirya’daki Vorkuta Madenleri’nde grev başlamıştı.

Özetle şunu söyleyebiliriz: Günümüzde Rusya ABD’ye meydan okuyabiliyorsa ve Çin bir dünya gücü olmuşsa, bunu kesinlikle her iki ülkenin sosyalizm deneyimine, on yıllarca üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin olmayışına, milyonlarca Rus ve Çinli emekçinin fedakârlığına, Stalin ve Mao Zedung gibi liderlerin kararlılığına borçluyuz. Her iki ülkenin de döneceği yer yine sosyalizmdir.

Devrimlerin bıraktığı miras kişilerle değerlendirilmez. Günümüzde Robespierre mi, Danton mu, yoksa Camille Desmoulins mi haklıydı, diye tartışmıyoruz. Fakat Fransız Devrimi’nin getirdiği ilkelerin yaşadığını görüyoruz. Bugünün dünyasında Troçki Odessa’da, Stalin Gori’de yeniden dünyaya gelselerdi, yeni bir Bolşevik Partisi kurup birlikte mücadele ederlerdi.

Tarihe nasıl baktığımız, tarihin (ve elbette siyasetin) diyalektiğini nasıl anladığımız çok önemli. Sosyalistler arasında hâlâ “Stalinist sapma” ya da “Troçkist ihanet” arayanların anakronizmi ve sığlığı (buna “şartlanmış solcu hödüklüğü” de diyebiliriz!) beni hem şaşırtıyor, hem de güldürüyor. Kapitalizm karşıtı bütün deneyimlerin mirası artık bir bütündür.

Bugün yılın son günü. Çok zorlu bir yıla giriyoruz. Aydınlık okurlarına ve herkese yeni yılda sağlık ve başarı diliyorum. 2017’de yeni 1917’ler olsun. Ya sosyalizm ya barbarlık!

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/31.12.2016