Hanidir yüzü mahzundu, sesi kırgın; gözlük
camlarının ardında, gözleri melûl; o akşam da Mehmet (Barlas), misafir ettiği Köksal Toptan'
a öyle bir soru yöneltiyor ki; adeta ''Prezidan'' Özal' ın ''büyük
transformasyon'' palavrasına ''kanmış'' çoğu aydınımızın uğradığı, ağır ve
kalın ''sükut-u hayâlin'' özeti:
'' ... SSCB dağılıyordu, 'sivil'
ve 'liberal' Türkiye, Ortaasya ülkelerine, bir 'demokrasi modeli' olacaktı;
Ortadoğu'da ise, Müslümanlığın dışa açıldığı kapı! Oysa Asya Türk
cumhuriyetleri, 'kapalı' ve 'otoriter' rejimler oluşturdu; Suudî Arabistan ve
Kuveyt, büsbütün içine kapandı; Suriye, Irak, İran derseniz, 'aynen' devam
ediyor; Türkiye'ye gelince, 'sivil' ve 'liberal' bir demokrasinin henüz çok
uzağında; o halde ne oldu, bir rüya mıydı, hepimiz bir rüya mı gördük''
(TGRT/28 Temmuz 1998).
İfade ve üslûp farklı olabilir, sorunun
''meâli'' budur: Washington' ın ''Soğuk Savaş'' sonrası stratejisine uygun
olarak o rüyayı görenler; gerçekten, gün geçtikçe karamsar konuşuyorlar; çünkü
hesap meydanda: Türkiye, Özal' ın sokmaya uğraştığı raya, tam manasıyla asla
girmedi: Asya, Türk devletleri, ''dışardan'', ''hazır'' bir modeli
benimsemiyorlar; İran çökmedi, Saddam ayakta, Suriye eskisi gibi: Suudi
Arabistan' ın, Kuveyt' in ''dışa açık ve ılımlı bir İslâm'' a heves ettikleri
yok!
On beş yıl oldu mu? Mehmet (Barlas), aynı fikirleri,
''amerikan'' kitap ve referanslarıyla süsleyerek, bana heyecanla anlatmıştı: 12
Eylül ertesi, ikimiz de ''Milliyet''teyiz: Yazıişleri ve istihbarat salonu,
kıpır kıpır; daktilo tıkırtıları, telefon zilleri, birbirine dolaşıyor; Doğan'
ın (Heper) odasında, nasılsa başbaşa kalmışız! Yeni bir hayat ufku bulmuş gibi,
gözleri parlıyor; içinde, bunu başkalarıyla paylaşmak arzusu!...
Oysa
ne ''strateji'' Özal' ındı, ne de ''projeksiyon'',
zira...
''Hani
bunun ilk sâhibi?..''
...
ayıptır söylemesi, bu ''projeksiyon'' u ''orta vâdeli tahmin uzmanı''
Mr. Graham
Fuller, daha 90'lı yıllar başlarken yapmış; dahası, kendisine mahsus
patavatsızlığıyla, Türkiye' de açıklamıştı; diyordu ki:
''... Sovyetler'de geliş gidiş,
50 milyon Müslüman Türk özgürlüğe, hiç değilse daha fazla özerkliğe kavuşacak;
bağımsızlıkları bile gündemdedir! Türkiye bu süreçte, demokratikleşme, ticari
ve iktisadi serbestleşme (liberallik) açısından, geleceklerine ilham kaynağı
olabilir; orada o kadar güçlü bir uluslar topluluğu ortaya çıkacak ki,
Türkiye'nin bu oluşumda olumlu bir rolü olsun isterim...''
Hepsi bu kadar mı, hayır; Türkiye'ye
Ortadoğu'da münasip görülen rol de o projeksiyonda açıklanmış: ''...
Türkiye geçmişte Ortadoğu için bir modeldi, bugün de olmaya devam ediyor.
(Buraya dikkat) hele demokrasi ile İslâmı bir arada yaşatabilecek formül
bulunursa, İran ve Arap dünyasına büyük öncülük yapmış olacaktır!'' (Cumhuriyet, 26 Şubat 1990)
Türkçesi, Müdafaa-i
Hukuk Doktrini, bir kenara bırakılacak; Türkiye, ''ılımlı İslâm'' la demokrasiyi özümseyip, ''İran ve Arap dünyasına''; ''demokratikleşme, ticari ve iktisadi
serbestleşme (liberallik) açısından'', Asya'daki Türk cumhuriyetlerine ''örnek
olacak'' tı! Tabii, Washington'ın, bu sayede, Rusya'yı ürkütmeden,
Avrasya'da at oynatabilmek için Türkiye'yi ''kamuflaj'' olarak kullanmak
istediğini kimse söylemiyor, o yıllarda, olaya ''Sistem' in Türkiye' yi
Avrasya' da Truva atına dönüştürmek istemesi'' demiştim. (Bkz. ''Hangi
Lâiklik?'', s. 17 ve sonrası) Bir bakıma, yapılmaya çalışılan hâlâ budur, ama
zurnanın -hem de pek çok yerden- zırt dediği, saklanamıyor, melankoli bundan!
Mehmet' in (Barlas), -yalnız onun mu
canım- ''büyük transformasyon'' palavrasına ''kanmış'' eski solcuların,
sözlerinde ve yazılarında gittikçe belirginleşen acılık, hayal kırıklığı ve öfke
-hele mesele Avrasya ölçüsünde de ele alınırsa- hiç de beyhude sayılmaz.
Ama ne demişler, ''Eğreti ata binen, erken iner!''
Meğer, 'bilmiyorlar'mış...
Çünkü ''at'' bizim değildi, bu bir; sahibi
diyebileceğimiz Mr.
Fuller de, olayların gelişmesini görüp, benzer bir hayret, hatta
kaygı ve korku içine düşmüştür, bu iki! Amerikalı ''kısmı'' böyle! Hepi topu
bir buçuk yüzyıllık tarihlerine bakmadan, binlerce yıllık devletlerin kaderi
hakkında, ahkâm kesiyor; ''orta vâdeli tahminleri'' tutmayınca, şaşkına dönüyorlar.
Mr. Graham
Fuller, Mehmet' in (Barlas) okuduğundan şüphe etmediğim
kitabında, saf saf, ne ''itiraflarda'' bulunmuş, bakar mısınız:
''... demokrasiye yeni açılımlar,
komünizmden kurtulan yeni uluslar, bizleri ve dünyanın geri kalanını, 'Soğuk Savaş'
döneminkinden daha çetin sorunlarla karşı karşıya getirecektir. (Buraya dikkat)
Ama biz o sıralarda bunu bilmiyorduk; gerçekten de 'demokrasi tuzağı' diye
adlandırdığım ve demokrasinin doğasından kaynaklanan bir dizi olası tehlike ile
karşı karşıyayız...''
''... bu olayları izlerken,
Amerika'daki bizlerin daha da yorucu bir döneme yöneldiğimizi hissetmekten
kendimi alamıyorum: bu kendi içimizdeki ve 'Sistem'imizdeki 'kriz'dir...''
(Graham Fuller, 'Demokrasi
Tuzağı, s.9-10. Altın Kitaplar, 1996)
Aynen böyle demiş! Besbelli sanıyorlarmış ki, ''Doğu Bloku'' tasfiye olunursa,
yeryüzündeki ''temel çelişki'' de
ortadan kalkar, ortalık sütliman kesilir Türkleri pehpehler, ''ılımlı İslâm'' a kaydırırsın.
Ortaasya içlerine saldın mı, iş tamam: ne şiş yanar, ne kebap; Ruslar
pirelenmez, Türkler kullanılır vs... Avrasya' dan vazgeçtim, Önasya' nın bile,
tarihi ve sosyolojik oluşumunu, siyasi iktisat gerçeklerini kavrayamamış; son
derece ''fantezi'' ve ''yüzeysel'', bir ''projeksiyon'' dur bu; acı, ama
gerçek; bir manada, düpedüz rüya görmüşler!
Adam, daha ne desin? ''... ama biz o sıralarda bunu
bilmiyorduk'' diyor; tarihten iyi öğretmen mi olurmuş, elbette hepsine,
her şeyi öğretecek: Başladı bile!
7 AĞUSTOS 1998 CUMA
SÖYLEŞİ / CUMHURİYET