Hayatımda gördüğüm ilk büyük kitle eylemi 1967’de yapılan Kıbrıs Mitingi’ydi. Rum polisi Rauf Denktaş’ı adaya gizlice girerken tutuklamış, memleket iyice gerilmişti. Sıhhiye’den Akay kavşağına kadar uzanan öfkeli ve hareketli bir kitle vardı. O sırada 16 yaşındaydım. “Kahpe İngiliz, alçak Makaryos!” diye bağırarak koşturduğumu, kalabalığın içinde sürüklendiğimi hatırlıyorum. Yıllar sonra bir arkadaşın anılarını okurken, o sırada sağcılar ile solcuların son kez ortak miting yaptığını, solcular Kızılay’daki Amerikan hedeflerine yönelince sağcılarla çatışma çıktığını, Mahir Çayan’ın ön saflarda dövüştüğünü öğrendim.
Ondan sonra sayısız miting gördüm. 1 Mart (2003) “tezkere”si TBMM’de görüşülürken Sıhhiye Meydanı’nda yapılan, bütün solcuların emperyalizme karşı son kez birleştikleri miting bunların en önemlilerinden biriydi. Bütün sendikaların, meslek kuruluşlarının, derneklerin ve öğrencilerin katıldığımitingin en baskın üç sloganı şunlardı: “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi”; “Katil ABD, işbirlikçi AKP”; “Amerikan askeri olmayacağız.”
HDP’nin kurulması konusunda Öcalan ile MİT arasında henüz mutabakata varılmamıştı. RTE’nin Diyarbakır’da yaptığı “çözüm süreci” konuşmasına daha iki yıl, etnik bölücülüğü sosyalistlere demokrasi diye yutturmayı ve Haziran kitlesini yok etmeyi amaçlayan partinin kurulmasına ise on yıl vardı.
“Emperyalizm” sözcüğü günümüzde kimlik beyanı gibi bir şey oldu: İster sağcı ister solcu olsun, ona karşı olana “devrimci” diyoruz.
Aslında mitinglerin önemi hakkında yazacaktım, fakat konu kaydı. Bir yere nasıl gelindiğini anlamak için geliş güzergâhını mutlaka düşünmek gerekir. Hatırlamak belki yol ve yöntem değiştirmeyi sağlar, ulaşmayı hedeflediğimiz bir yer varsa eğer...
Seyirlik sanal âlem görselleri, insanların kol kola girdikleri, koşarak, düşerek kalkarak protestoda bulundukları mitinglerin yerini tutamaz. Kısa aralıklarla ya da sürekli mitinglerle yapılamayacak şey yoktur. Eğer toplumun geniş bir kesiminde büyük bir öfke birikmişse onu harekete geçirmenin, giderek örgütlü bir güç haline getirmenin tek yolu meydan mitingleridir. Şu sıralarda yüz binlerce insan ifade özgürlüğünü kullanarak meydanları doldurmuş olsaydı, sayın milletvekilleri el ele tutuşarak ya da kendisini kürsüye kelepçeleyerek, birbirini ısırıp kafalarında saksı parçalayarak, meclis bahçesinde mangalda İnegöl köftesi pişirip yiyerek, kuliste doğum günü pastası keserek milletin egemenliğini 97 yıl sonra yeniden padişaha iade edebilirler miydi? Teşebbüsün yarım kalması da yine Cumhuriyet değerlerine ve Kuruluş İlkeleri’ne sahip çıkan kitlelerin örgütlü mücadelesine bağlıdır.
Yakın zamanlarda en tecrübesiz gençlik örgütü yüz binlerce insanı toplayabildi. 2007 yılının Nisan ve Mayıs aylarında “Cumhuriyete sahip çık” mitinglerine milyonlarca insan katıldı. Buharlaştı mı o insanlar?
Günün modası şu: otuz kişi ellerinde pankartlarla bitişik duruş sergileyip, yoldan geçenlerin ilgisiz bakışları altında bir basın açıklaması yapıyor. Cep telefonuyla kaydedilen görüntü sosyal medyaya “yükleniyor.” Sonra bakıyoruz, büyük eylemimiz ve parlak fikirlerimiz ne kadar “share” edildi, ne kadar “like” edildi, kaç kere “tıklandı” diye... On binleri bulmuşsa, eylem çok başarılı oldu diye seviniyoruz, görevimizi yapmış gibi oluyoruz. Böylece kendi kendimize “algı operasyonu” çekmiş olmuyor muyuz? Bu mudur yani? Hiçbir kurucu vasfı olmayan sıradan bir parlamento mevcut anayasayı ihlal ederek siyasi rejimi ve teşkilat-ı esasiye’yi değiştiriyor, biz “tıklama” ya da change.org’da imza sayıyoruz. Bu anayasa resmileşirse söylediğiniz ve yaptığınız her şey “anayasayı ihlâl suçu” olacak.
Hükümetin bir OHAL kararnamesiyle sosyal medyayı kapatmasını diliyorum. Fakat kapatmaz, daha vakit var. Şimdilik o da bakıyor, ne kadar “share” edilmiş, ne kadar “like” edilmiş diye... Sahici eylem ve örgütlenmeden uzaklaşarak sanal/seyirlik insan topluluğu haline geldik! Mustafa Kemal “Amasya Tamimi”ni sosyal medyaya yükleseydi, bir de imza kampanyası açsaydı, İstiklâl Savaşı’nı kazanabilir miydik? Şaka bir yana, sadece ve sadece kıymet-i harbiye’nin önem kazandığı bir döneme giriyoruz.
Yavuz ALOGAN
Aydınlık/21.01.2017