6 Ocak 2017 Cuma

Sorumluluk

Günümüzde ve tarihte, yaptığı hatalarla ya da bilinçli olarak kendi ülkesinde terör örgütlerinin gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulunan pek az siyasi iktidar vardır, belki de hiç yoktur.

AKP iktidarı şu son yıllarda “açılım süreci”yle PKK terör örgütünü, Suriye politikasıyla IŞİD terör örgütünü, Cumhuriyet değerleriyle hesaplaşma niyetiyle Fetullahçı Terör Örgütü’nü kendi eliyle besledi ve güçlendirdi. Şimdi, ateş bacayı sarmak üzereyken, birincisini imha etmeye çalışıyor, ikincisini ne yapacağını bilemiyor (sanki gözlerden saklamaya çalışıyor) ve iç içe geçtiği üçüncüsünü hem devlet kurumları ve TSK’dan, hem de kendi içinden ayıklamaya çalışıyor. Bu çaba içinde iktidar odağı yasal temelleri belirsiz bir “seferberlik” ilan etti, fakat şimdilik sadece muhtarları seferber edebildi. İstihbarat örgütlerinin yüksek teknolojili sistematik terörünü muhtarların ihbarlarıyla önleyeceğini sanıyor.

Cumhurbaşkanı’nın ve siyasi iktidarın ülkemizde ortaya çıkan vahim tablodaki sorumluluğu çok büyüktür. Bu gerçeği papağan gibi sürekli tekrarlamak elbette gerekmez, ayrıca bunun faydası da yoktur. Fakat bu sorumluluğu unutmak ve unutturmak, böylece halkın önüne temize çekilmiş bir beyaz sayfa açmak yanlış olur. Böyle bir beyaz sayfa açılırsa, mevcut siyasi iktidarın o sayfanın üzerine Anayasa değişikliğini, Başkanlık sitemini ve laikliğin toplum hayatından çıkarılmasını yazacağı gayet açıktır.

O halde ne yapmak gerekir?

Kürt yurttaşlarımız da dahil olmak üzere halkımızın tamamı terörün her türlüsüne karşıdır ve şu aşamada birlik ve güvenlikten başka talebi yoktur. AKP iktidarının bu talebi tek başına karşılaması zordur; çünkü söylemi ve özellikle yarattığı ideolojik atmosfer buna uygun değildir. Terör ve savaş ortamında rejimi değiştirme çabaları; Halep’in kurtarılmasından sonra tabanda boy gösteren ve İran’ı hedef alan mezhepçi söylemler; siyasi iktidarın devletin baskı aygıtları üzerindeki hâkimiyeti zayıfladıkça, sınıfsal temeli aşındıkça kendine bir militan taban arayışı; devlet bürokrasisinin içindeki büyük altüst oluşlar bir tıkanmayı işaret ediyor.

Hükümet şunu yapsın, bunu yapsın; ülke içindeki ajanlık faaliyetlerini durdursun, Fırat’ın doğusundaki ve Afrin’deki kantonları yok etsin, askeri okulları açsın, İncirlik’i kapatsın, başkanlıktan ve anayasa değişikliğinden vazgeçsin, nüfusun diğer yarısının hassasiyetlerini dikkate alan bir söylem kullansın, Cumhuriyet ilkelerine ve laikliğe sarılsın diyebiliriz. Ancak soru şudur: zihniyeti, kadroları, teşkilatı ve bağlantılarıyla mevcut siyasi iktidar bunların hepsini tek başına yapabilir mi?

Türkiye’nin tarihsel mirası olağanüstü durumlarda daima en geniş temsil yeteneğine sahip kurucu organların oluşturulabildiğini göstermektedir. Türkiye Kolombiya değil; mafya yöntemleriyle, “kaptı kaçtı, ben yaptım oldu” usulüyle yönetilemez. İhvan-ı Müslümin ya da Vahhabi ideolojisi bize uymaz. Bizim “millî müdafa”, “irâde-i milliye”, “müdâfaa-i hukuk” gibi kavramlarımız, “teşkilât-ı esasîye” geleneğimiz var. Bazılarının kehanet ettikleri gibi, “emir komuta zinciri” içinde bir askeri cunta “kaos”u önleyemeyeceği gibi, tam bir felakete yol açar. Öte yanda, Anayasa’da yazan laiklik anlayışını hukuken olmasa da fiilen ortadan kaldıran ve halkın tamamını temsil etmeyen her hükümet iç savaş etkenidir.   

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/20.12.2016